Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Portakal Çiçeği ve FISILTI

http://blog.milliyet.com.tr/elvince

10 Şubat '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Engerek duyumsamalar.

Engerek duyumsamalar.
 

Bazı engerek türleri kendi türlerini yer.


Saman sarısı saçları ve çilek rengi dudaklarıyla, bebeksi bir sesle konuşurak beni sinir ediyordu. O nasıl bir sesti Allahım, ara sıra kelimeleri bölüyor, öne doğru uzattığı “ bal dudaklarını” ıslık çalacak gibi büzerek, sesini havada asılı kalmış gibi biraz bekletiyordu. ( bu dudakları kıskanmıştım benim hiç öyle bal dudaklarım olmadı) Issırmak istedim bir an. Belki susardı. Başımı hafifce bu dudaklardan başka yöne çevirdim, ıssırma isteğim geçmemişti. Tabağımdaki keki elime aldım, büyükce ıssırdım, bir parçası yere düştü. Ağzımın içinde çilek renkli dudakları çiğnediğimi düşündüm, gülümsedim. Tekrar dudaklarına bakmaya başladım. Bu kadının bir yerlerde düğmesi olmalıydı. Burnunun hizasında, sağ kulağına çok yakın kahverngi bir ben gözüme takıldı, ilk defa görüyordum. İşte; bu ben o düğme olmalıydı. Elimi uzatsam,”off ”. Rahatlayacak ve masadan kalkıp gidecektim.

Saçma sapan bir konudan bahsediyordu; falanca mağazadan aldığı beyaz kazağın aynısını, feşmekenca mağazadan daha ucuza almışlarmış, mış, mış, mış... Mışlarla dolu bir sohbet. Ben sohbet etmiyor ara sıra tek heceden oluşan sesler çıkarıyordum. Orada olmaktan, saman sarısı saçlarından, bal dudaklarını gözüme soka soka konuşmasından hoşnut değildim. Anlattığı hiç bir şey beni ilgilendirmiyordu. Çok ilgiyle dinliyormuş gibi gözükmeme rağmen aklım o masadan başka yerlerde eyleşiyordu; annemin hac seyehati, safra kesesi ameliyatım, komşumun halılarını durmadan balkondan üstüme silkelemesi, kutup ayılarının kirli beyaz kürkleri, gece geç saatlerde ağlayarak miyavlayan yalnız kedi...

Çatalımla oynamaya başladım, ucundaki kek kalıntılarını parmaklarımla eziyordum, bunu küçük kızım yapsa kesinlikle ikaz ederdim. “ küçük kızlar asla yiyecekleriyle oynamazlar; ama büyüyünce annen gibi, çıldırmamak için yapabilirsin.”

Aklıma engerek yılanları geldi, içlerinden bir türü kendi türünü yiyormuş. Zevkli olmalı. Ama benim için değil. İçimizdeki engerekleri düşündüm; kelimeleri sihirleyerek, sen daha ne olduğunu anlayamadan ruhunu, yüreğini teslim alan engerekleri. Hayatımın bazı evrelerinde bu engereklerin saldırılarına uğramıştım. Hatta birini bertaraf edememiş çok acı çekmiştim. Şimdi, o engeregin üstüne basacak kadar sağlam hisediyorum kendimi, sokabilirdi; ama ben kafasını kopartmadan, asla yere kapaklanmazdım. Ata sözlerini sevmiyorum, kendini beğenmiş bir sürü laf ebesinin oturup kotardığı, üstelik de benim hayatımın bir saniyesinden bile haberi olmadan kotardığı, o bilgece beylik laflardan hoşlanmıyorum. Der ki bir ata sözü “ Beni öldürmeyen acı, güçlendirir.” Eh, engerek saldırılarından ölmeden kurtulduğuma göre, çok güçlü olmalıydım.

(Size hiç engerek saldırdı mı,? Siz daha ne oluyor demeden evinizin içine kadar sızıp annesiz bıraktı mı çocuklarınızı ya da babasız? Bunların bazı türleri vardır yıllarca tıslar, çatal dillerini öyle kullanırlar ki içinizdedirler farkedemezsiniz. İçinizde zehirli diş izleri bırakır göremezsiniz. Sürekli kendi doğrultusu yönünde akıtabilirler zamanı, her adımlarını hesaplar ve sizi büyük ve acı verecek bir hikayenin ortasına sürüklerler. Bu davetsiz misafirler artık iyiden iyiye hisedildiğinde olan olmuş dişlerini yüreğinize, ruhunuza geçirmişlerdir bile... Bazen öyle istilacı bir hal sergilerler ki siz bu kaçak yolcuyu kabullenir kenara çekilirsiniz. Hadi bakın etrafınıza. Varsa bir engerenk saldırısı, kaldırın ayağınızı ve üstüne basın... Göreceksiniz sizi öldürecek kadar çok zehiri akıtamayacaklar damarlarınıza. En azından sizi engerek zehrine karşı “şerbetli” kılacaklardır.)

Beynimin içinde engerek faslını bitirmiştim ki karşımda duran kadının, kahve fincanını tutan ellerinin titrediğini gördüm. Birden ağlamaya başladı. “Dayanamıyorum, yaşamak istemiyorum, kimseyle konuşamıyorum. Yorgunum ve baş edemiyorum engereklerle” dedi. Birden şaşırdım, ben beynimde kendimle mi konuşmuştum, yoksa gerçekte onunla mı? Gözyaşlarını akıtırken iri mavi gözlerinden, tıpkı bir yamyam engerenk gibi bakıyordu ve kendini sokan engerekler yüzünden hayata dayanamadığını söylüyordu. Tek hecelerle yapmaya çalıştığım bu sohbet, birden yön değiştirdi. Yüzleşiyordum bir biçimde kendimle. Sıkı sıkıya tutuyordum çatalı elimde, karşımda engerek bir kadın vardı, engereklerden korkan. Ben engerek zehirine karşı “şerbetlenirken” kimbilir kaç kişiyi zehirlemiştim. Bertaraf etmeye çalışırken hayatımın çeşitli evrelerinde onları, ben yavaş yavaş onlara benziyordum. Çatalı masaya bıraktım, çantamdan bir ayna çıkarıp dilime bakmak istiyordum, kimbilir kaç bin kez zehirli kelimeler akıtmıştım, başkalarının hatta kendi canımı yakana kadar. Yüreğim pullarla örtülmüş olabilirdi ve son günlerde bu kadar soğukkanlı olmam her şeyi anlatıyordu, ben bir engerek oluyordum. “ENGEREK KADIN”

O ağladı, ben düşündüm. Mışlarla dolu sohbet bittiğinde iki engerek kadın, ayağa kalktık ve binlerce engerek kurbanı engereğin içine kalabalığa karıştık...

 
Toplam blog
: 76
: 2902
Kayıt tarihi
: 06.11.06
 
 

"Yasamak sakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yasayacaksinbir sincap gibi mesela,yani yasamin disinda ..