Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '14

 
Kategori
Güncel
 

Erdoğan’ın ‘İstiklâl’ Metaforunun şifresi…

Erdoğan’ın ‘İstiklâl’ Metaforunun şifresi…
 

İstiklâl söylemi metaforiktir...


Eğer bunu başarabilirsem diyor, milleti İstiklâl günlerinden geçtiğimize inandırabilirsem, ötesi kolaydır.

Nedir ötesi?

Hukuk askıya alınsa da olur, istiklâl mücadelesi günlerinden geçiyoruz nihayet.

Özgürlüklere gem vurulursa da olur, istilâl günleri nihayet.

İnternete tahdit de makuldür, istiklâl günleri malum…

Ordunun pasifize edilmesi, Üniversitelere konuşma yasağı getirilmesi normaldir, istiklâl günleri değil mi…

Hocaefendi biraz aykırı şeyler söylese olmaz, istiklâl günlerinde olacak iş mi yahu, biz şeytan taşlarken olur şey mi…?

TÜSİAD car car konuşamaz, istiklâl günlerinde bu ihanet değil mi…!

İstiklâl günlerinde biz istiklâl peşindeyken yanımızda olmayan, bize destek atmayan, medya da bize oy vermeyen gafiller de haindir onları da ekarte etmek  icab eder…

Muhalefet de böylesi istiklâl günlerinde eğer yurtseverse zaten yanımızda olur, değilse onlar da hıyanet batağındadır, bunu kabul edemeyiz…!

Böylesi olağanüstü günlerden geçerken sandıktan çıkmış meşru hükümetin açıklarını arayan da, bulup ortaya çıkaran da haindir, savcı da olsa haindir yargıç da olsa haindir… Bunlar olsa olsa paralel olabilir, meşru hükümetin dışında çark çeviren haindir…

Eyyyy milletim görüyorsunuz bunları, şimdi birlik vaktidir, hükümetin arkasında olmak vaktidir, destek vaktidir… Arkamda durun…

Pişirdiğimiz yemeği iyi kötü yemek durumundasınız, olağanüstü istiklâl günleri nihayet… Sorgulamak da neymiş…

Böyle zamanlarda MİT’in El Muhaberatlaştırılması veya Gestapolaştırılması olağan değilse ne zaman? MİT ne günler için…? Bu günler için değil mi?

17 Aralık süreci ne ki?…

Casuslar, dış mihraklar, faiz ve vaiz lobisi, büyüyen yükselen Türkiye’yi çekemeyen hain-i vatanın tertibi değil mi? Bu günlerin 1920’ler Türkiye’sinin kahreden ağır koşullarından ne farkı var. Evet, yabancı asker postalları yok ama, görüyorsunuz ülke iç ve dış saldırı altında. Başta biz meşru hükümeti giderek tüm memleketi yemek isteyen her kim olursa karşısında bizi bulacaktır…

‘’İstiklâl mücadelesi veriyoruz’’ derken Sayın Erdoğan;

Tehlike büyük, kumpas var kuşatma var, paralel var, lobiler var, sandık dışı arayışlar var, “kimse kusura bakmasın” tedbir alırken demokrasi gibi insan hakları gibi, özel yaşam gibi fantazik teferruatlara bakacak durumda değiliz…Hoca Efendi’nin ahlak, kuran, insan gibi mülâhazaları da bu günler için tatlı bir hikâye ama haince… Diyor mealen.

Şimdi anlaşılmıştır kumandan, istiklâl Metaforunuz…

Şimdi erdik istiklâl metaforunuzun şifresine…

Eyvallah, da...

İstiklal mücadelesini mazlumlar vermez mi... Sonra istiklal mücadelesini kime karşı veriyoruz, bi onu bilsek... Mazlum musunuz siz allasen….

Artık MİT’inizle cemaate de, yazara çizere de, internet sitesine de, gazeteye de, işadamına da, öğrenciye de, çok daha rahat operasyon yapabilirsiniz. Kanun marifetiyle… Nihayet İstiklâl mücadelesi içinde değil miyiz…?

Böylece hem kanunu siz çıkarın(yasayın),hem kanunu siz uygulayın(yürütün), hem de MİT'i mahkemeden azade, siz tutun(yargı)…Siz,siz,ve yine siz.

Haa…

Şükredelim ki hükümet, 1921’de olduğu gibi her evin bir askeri giydirmesini, her türlü  ticari emtianın,  yiyecek ve giyeceğin % 40’ına el konulmasını, esnafın ordu (hükümet) emrinde çalışmasını teklif etmiyor. Bankalardaki mevduatın yüzde bilmem kaçına el koymuyor, tıkır tıkır maaşları ödüyor… Değil mi yaa.

Mesaj tamamdır… Anlaşılmıştır.

Bakın gerçekten istiklâl mücadelesi verdiğimiz 1920’lerde neler olmuştu…?

Osmanlı yüzyıllar süren mutlak monarşiden çağın zorlamasının da tesiriyle meşruti monarşiye sancılı bir süreçten sonra geçebilmişti. Çağdaş Demokrasi denilen parlamenter rejimle ise henüz dünya bile doğru dürüst tanışmamıştı. Faşizmin ayak sesleri Almanya’da, İspanya’da henüz işitilmiyordu. İtalya Mussolini’yle tarih sahnesine yeni yeni çıkıyordu. Rusya’da Bolşevik ihtilâli henüz vücut bulmuştu…

Yeni Türkiye Cumhuriyeti 1921 anayasasını ve parlamenter rejimi hayata geçirmeye çalışıyordu, ne var ki yüzyılların alışkanlıklarından sıyrılmak da oldukça zordu. ‘’Milli irade’’ kavramı da ‘’Hakimiyet Milletindir’’kavramı da hür seçimleri ve sandığı işaret etmek üzere saltanatın ve padişahın yerini Millet’e terk ettiğini ilan ediyordu.  Ne var ki Halk henüz yeni düzen konusunda ikna olmuş değildi, bu nedenle direnç ve isyan doğal karşılanabilirdi. Nihayet, büyük dönüşümler sancısız olmuyordu…

1921 Anayasasında Yasama ve Yürütme yetkisi meclisindi, bugünkü gibi değil. En azından yazılı haliyle bu günkü gibi değil. Bu iki kuvvetin tek elde olmasını savunma adına  Mustafa Kemal şunu söylüyordu o günlerde:

 ….... Bu nedenle kuvvetler ayrılığı, ideal bir durum değil, hükümdarların müstebit iktidarlarının etkisini hafifletmek, bu iktidarı biraz olsun sınırlandırmak için bulunmuş bir “ehven-i şer”dir

Dikkatinizi çekerim ehveni şer diyor, yani şer diyor bu durum için.  Ancak demokrasi de Cumhuriyet de henüz bebek vaziyetinde. Yaklaşık 100 öncesinden bahsediyoruz.

Bu Anayasanın istiklâl mücadelesindeki tezâhürü  Meclis’ten geçen Başkumandanlık Kanunu’dur. Eskişehir-Kütahya hattından geri çekilmek zorunda kalan Milli Kuvvetler korku ve endişeye sebep olmuştu.  Meclis, Çanakkale muzafferi M. Kemal Paşa’dan cephe kumandanlığını üstlenmesini istedi. Mustafa Kemal bu teklifi Meclisin yetkilerini fiilen kendisi üstlenmek şartıyla kabul etti ve ilk iş olarak da olağanüstü bir karar aldı. “Tekâlif-i Milliye emirleri” olarak bilinen kararname herkesi kadın- kız- kızan, ama herkesi asker yapıyordu bir nevi. Bu gün bakıldığında angarya sayılabilecek bu emirlerle evdeki buğdaydan, ahırdaki eşeğe, ocak başındaki kadından, çocuğa herkesi vatan müdafaasında görevlendiriyordu. Söz konusu olan vatandı nihayet. Muhalif olmak bile suçtu fiiliyatta. Ama dedik ya 100 yıl önce.

Peki, bu gün farklı mı? Erdoğan’a göre hayır.

O halde 25 Aralıkta operasyon görevi alan kolluk bu görevi yerine getirmemeli tabii ki.

Sayın Erdoğan; gördünüz mü, sizin de tahmin edemeyeceğiniz yerlere savruldunuz. Eminim gece yattığınızda ‘’ben bu muydum yahu’’ diyorsunuz. Kendinize kendiniz şaşırıyorsunuz. Çünkü biliyorum ki Mısır’lı kıza ağlayan yüreğiniz, Ali İsmail’e de ağlamalıydı, kendi vatandaşınıza. Ama diyorsunuz, bir kez ağlarsam, bir kez empati gösterirsem iç muhalefetime, önünü alamam. Vaziyet budur.

Haa neymiş, sağa sola zulüm ayarı vermek, Esat'ı demokrasi ve hukuk dairesi içine çağırmak hiç bir şeymiş, sağa sola verdiği ayarı kendisine uygulamak her şeymiş... Anladık mı...!

Dehşetli günlerden geçiyoruz, korku filmi gibi. Bereket ki hızlı çekim olduğundan komedi filmi gibi geliyor kimisine. Öyledir ya en ağır korku filmi hızlı gösterimde komediye dönüşür.

Korkuyorum, çok korkuyorum…

İlk sınav olan 30 mart seçimlerinde AKP memnun olacağı bir oy alırsa şayet ‘’halk desteği’’ kartıyla biraz daha otoriterleşecek, alamazsa şayet mağlubiyet ve iktidar kaybı korkusuyla biraz daha despotlaşacaktır…

Maalesef her halükârda Türkiye’yi iyi günler beklememektedir. Yüreğim iç savaş endişesiyle küt küt atıyor, kahroluyorum…Türkiye maalesef iyi günlere gebe görünmüyor, Erdoğan gidişini gördüğünde Neron’laşma işaretlerini Gezi’de çok açık bir biçimde göstermişti zaten…Umarım Allah onu bundan sonrası için ülkenin hayrına olacak işlere yöneltir…Yüreğine merhamet duygusu yükler…

İzmir CHP’nindir. Ama İstanbul ve Ankara 2-3 puanla oynar. Bunların ikisini de AKP alırsa baskı artacaktır. Birini AKP diğerini CHP alırsa fazla sorun olmaz. Ama ikisini de CHP alırsa Türkiye kaosa gider. Bitişin işareti algısıyla. Ve bana öyle geliyor ki önümüz kaostur, çünkü CHP üç büyük şehri alacak.

Allah encamımızı hayırlı kılsın inşallah.

Şunu söylemeden de geçemeyeceğim son söz olarak…

Samimiyetleikna olmak istiyorum, ikna edin beni ne olur…

Türkiye’nin bugün, İstiklâl Harbinin kahırlı günlerinden geçtiğine inandırın beni.

Hamasete kaymadan, mugalâta yapmadan, aforizmik savurmalardan kaçınarak.

Öfkeden sesi çatallanacak kadar yüksek desibelde bir sesle değil.

Ve mümkünse  hiddetten kızaran bir yüzle de değil.

Ve aman, gözlerinizi parlatmadan…

Ve yalnız yumuşak ve munis ve sakin ve tatlı tatlı lütfen.

Veee…

Mesele istiklâl meselesiyse istikbal değil…

Onca sabıkanıza rağmen(fikri bazda) arkanızdaki safın en önünde neferiniz olmazsam namerdim.

Şimdi;

Siz diyorsunuz ki: İstiklâl mücadelesi veriyoruz biz.

Ben de diyorum ki: İstikbal mücadelesi veriyorsunuz siz.

Allah biliyor ya istiklâl mi istikbal mi olduğunu…

Var mısınız mübaheleye?

İstiklal mücadelesiyse beni, istikbal mücadelesiyse seni-sizi

Allah nar-ı cehennemde yaksın mı?

Bu da bizim mübahelemiz olsun mu?

İbrahim Erol

Fizikçi- Bilm.Uzm.

http://www.gazete54.com/haber/

23 Şubat 2014

 
Toplam blog
: 135
: 694
Kayıt tarihi
: 31.08.09
 
 

Gazi Üniversitesi fizik lisans eğitiminin ardından, Marmara Üniversitesi'nde master, İTÜ'de dokto..