Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Haziran '09

 
Kategori
Siyaset
 

Erdoğan'la Büyükanıt'ın Dolmabahçe görüşmesi bir anlaşma mıdır, yoksa bir restleşme midir?

Erdoğan'la Büyükanıt'ın Dolmabahçe görüşmesi bir anlaşma mıdır, yoksa bir restleşme midir?
 

Milliyet İnternet Gazetesi'nden


Taraflarının ketümlüğü sebebiyle zaman zaman tartışmaların odağı haline gelen ve yılan hikayesine dönen Dolmabahçe görüşmesi hakkında elimizde bilgi de yok, belge de...

Ama bu görüşmenin içeriğiyle ilgili pek çok karine mevcüt... Bu yazımda karinelerden yola çıkarak bu görüşmenin olası içeriğini açıklayacağım ve kendimce konuya son noktayı koyacağım. Tabii ki sizlerden gelecek yorumlara da sonuna kadar açık olacağım.

Dolmabahçe'yi anlamak için önce Dolmabahçe davetinin sebebini iyi anlamak gerekir. Dolmabahçe davetinin sebebi tabii ki 27 Nisan e-muhtırasıdır. e-muhtıranın sebebi de tartışmasız Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığının kesinleşmesidir.

Türban laik çevrelerde antilaikliğin simgesi olarak damgalanmıştı. Başbakanlık makamına, Meclis Başkanlığı makamına giren türban şimdi de devletin en tepesine Çankaya'ya Atatürk'ün makamına girecekti. Bu, ta Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri yer altında faaliyet gösteren karşı devrimin zaferi demekti. Ve bunu da durduracak ordudan başka bir güç kalmamıştı.

Gerçekte durum böyle miydi acaba? Türban gerçekten antilaikliğin bir simgesi miydi, yoksa Ak Parti iktidarını iktidardan düşürmenin bir aracı miydi? Türbana dayalı laiklik tartışmasını alevlendiren en önemli kişi olan Baykal'ın 2002 seçimlerinden önce "Türbanlıların oylarını kazanmalıyız" sözünden ve 29 Mart yerel seçimlerinde, türbandan da öteye çarşafa rozet takmasından ikinci şıkkın doğru olduğu anlaşılmaktadır.

Türban hiç mi antilaikliğin veya irticanın simgesi olarak kullanılmamıştır? Tabii ki hayır! 90'lı yıllarda Erbakan'ın lideri olduğu Refah Partisi türbanı siyasi simge olarak kullanmıştır. Erbakan'ın "Rektörler türbana selam duracaklardır" sözleri hala hafızalardadır. Erdoğan, Erbakan'ın öğrencisidir ama köprünün altından çok sular geçmiştir; Erdoğan eski Erdoğan değildir. Erdoğan "Milli Görüş gömleğini çıkardım" demiş ve yepyeni bir parti kurmuş ve tek başına iktidara gelmiştir.

Sandıkta Erdoğan'la baş edemeyip geçmişi sebebiyle onu sandık dışı yollarla devirmek isteyenlerin bu defaki silahları "Takiye"dir. "Hayır! Siz Erdoğan'ın sözlerine bakmayın. O, gerçekte yine şeriatı getirmek istiyor" demeye başladılar. Burada, artık deşifre olmuş Ergenekon'un faaliyetlerini, Anamuhalefet lideri Baykal'ın söylemlerini ve Cumhuriyet Gazetesi'nin kampanyalarını sadece hatırlatmakla yetiniyorum.

Peki, ordu için durum neydi acaba? Ordunun Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığı, Cumhuriyet'e sadakatı tabii ki tartışılamaz. Geçmişte bir 28 Şubat süreci ve Refah Partisi deneyimi yaşanmıştı. Bu nedenle ordu türban konusunda çok hassastı. Hatta o kadar ki, muhafazakar kesimin ordu aleyhine antipati duymalarına neden olan çok aşırı uygulamalar içerisine girmişti. Ordunun iktidarı değiştirmek için türbanı kullanmak gibi bir niyeti olamaz. Ordunun, gerek siyasi simge olarak ve gerekse moderniteye aykırılık nedeniyle türbana karşı olması bir gerçektir. Ama bu ikisi arasında çok büyük fark vardır. Biri kesinlikle kabul edilemeyecek bir durumken diğeri arzu ve dilekle ilgili bir durumdur.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, ordu Atatürk, laiklik ve Cumhuriyet konularında çok hassastır. Ergenekon'la anılan bazı mensupları dışında demokrasiye inancı da tamdır. Acaba Erdoğan gerçekten değişti ve artık samimi olarak laikliği savunuyor mu, yoksa bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi takiye yapıyor ve çaktırmadan Cumhuriyet'in altını oyuyor mu? Burada ordu için bir paradoks söz konusudur. Ordunun laiklik hassasiyeti nedeniyle kendisi gibi, Atatürk, laiklik ve Cumhuriyet kelimelerini savunan kesimleri okuması, dinlemesi, onlara inanması ve onları desteklemesi doğaldır. Bu, laiklik hassasiyeti dışında, bu hassasiyeti kullanarak iktidar hesapları yapan çevrelerle, bilmeden, istemeden, iş birliği yapmak sonucunu doğurmaktadır.

İşte 27 Nisan e-muhtırasına götüren süreç budur. Bu çevreler, antilaiklikle Çankaya'da türbanı özdeşleştirmişlerdi. Bugün hala Çankaya'da türban oturuyorsa eğer ya laiklikten vazgeçmek söz konusudur ya da bir yanılgı... Ordu için tabii ki laiklikten vazgeçme düşünülemez.

28 Nisan günü, bir kaç küçük medya ve anamuhalefet partisi dışında, etkin medyanın ve etkin STK'ların e-muhtıraya karşı güçlü bir tepki vermelerinden ortada bir yanılgı olduğu anlaşılmaktadır. İktidarı eleştirenler bile demokrasiden yana tavır koymuşlardı. Hükümetin sert tepkisi de gecikmemişti...

Kısacası, 28 Şubat ortamından eser yoktu. Bu şartlarda 28 Şubatvari bir süreci devam ettirmek neredeyse imkansızdı...

Büyükanıt e-muhtırayı bizzat kendisinin hazırladığını açıkladı. O Büyükanıt ki, demokratlığı nedeniyle bazı çevrelerce neredeyse vatan haini olarak ilan edilen Hilmi Özkök'ün yerine gelmesi, Hristiyanların Mehdi'yi beklemeleri gibi bekleniyordu. Mehdi'nin dünyayı kurtarması gibi o da Türkiye'yi Ak Parti iktidarından kurtaracaktı!

Ve çok geçmeden kamuoyu desteğini arkasına alan Erdoğan'dan Büyükanıt'a Dolmabahçe'de görüşme daveti geldi. e-muhtıraya gelen tepkilerden şoke olan Büyükanıt'ın bu randevüyü reddetme lüksü yoktu, davete icabet etti ve meşhur Dolmabahçe görüşmesi yapıldı.

Bu görüşme sırasında sadece Dolmabahçe Sarayı'nın iç duvarlarının şahit olduğu çok önemli konuşmaların yapıldığı ve bu görüşmenin Büyükanıt açısından bir kırılma noktası olduğu iddia edilmektedir. Buna göre şahin olarak bilinen Büyükanıt bu görüşmeden sonra güvercin olmuştur.

Acaba o gün Dolmabahçe'de gerçekte neler yaşanmıştı? Karşılıklı nezaket kuralları içerisinde medeni konuşmalarla birbirlerini iknaya mı çalışmışlardı, yoksa kılıçlar çekilmiş ve karşılıklı salvolar mı atılmıştı?

Demokrasiler şeffaflık rejimidirler. Şeffaflığın olmadığı yerde doğal olarak komplo teorileri üretilir. Ne Başbakan Erdoğan ve ne de Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Dolmabahçe'de kişisel mesele konuşmadılar. Millet adına yapılan bu görüşmenin içeriğini milletin bilmek istemesi kadar da doğal bir şey olamaz.

Bugüne kadar her iki tarafa da yöneltilen ısrarlı sorulara rağmen iki taraftan da cevap alınamıyor. Demek ki her iki taraf açısından da önemli olaylar olmuş içeride. Büyükanıt, şantaj iddialarından ve küçük düşürücü diğer eleştirilerden etkilenmiş olmalı ki son katıldığı bir televizyon programında bu görüşmeyle ilgili "e-muhtırayı dikkatlice okursanız orada ipuclarını bulabilirsiniz, zamanı gelince açıklayacağım." demek zorunda kaldı. Başbakan ise bu görüşmenin ebediyete kadar sır olarak kalacağını söylemişken son olarak, "Büyükanıt açıklarsa ben de açıklarım..." ifadelerini kullandı.

Girişte de söylediğim gibi elimizde bilgi de, belge de yok ama yukarıda anlattığım olayların mantık silsilesine, hayatın olağan akışına, görüşmeden sonraki sürece ve de tarafların kişilik karakterlerine bakarak 5 Mayıs'ta Dolmabahçe'de neler konuşulduğu hakkında beyin jimnastiği yapabiliriz herhalde;

Başbakan ev sahibi olarak misafirini nazik bir şekilde karşılamıştır. Büyükanıt da aynı şekilde mukabele etmiş, hoş beş ve nasılsın iyimisinden sonra ev sahibi ve makamca büyük sıfatıyla Erdoğan, müşteki ve misafir konumundaki Büyükanıt'a "anlat bakalım" demiştir.

Büyükanıt da e-muhtırayı tekrar ettikten sonra, laiklik konusunda taraf olduklarını, laiklikte en ufak bir geri gidişe kesinlikle izin vermeyeceklerini, kararlı olduklarını ve gerekeni yapmada tereddüt etmeyeceklerini söylemiştir. (Son konuşmasında e-muhtırayı işaret etmesi Büyükanıt'ın bü şekilde konuştuğunu ispatlamaktadır. HBÖ)

Buna karşılık Erdoğan da Büyükanıt'a, öncelikle kendisiyle görüşülmeden yayınlanan e-muhtırayla ilgili şakayla karışık sitemlerini iletmiş ve Baykal'ın konuşmalarının etkisi altında kaldıklarını, gereksiz evhama kapıldıklarını, eski görüşlerinin değiştiğini, iddia edildiği gibi takiye yapmadığını, laikliği artık benimsediğini, savunduğunu ve bu konuda samimi olduğunu ama muhafazakarlığın ve tartışmaların odağındaki türbanın laiklik karşıtlığı anlamına gelmediğini anlatmıştır. Yüz yüze görüşmeleri halinde güvensizliğin ortadan kalkacağını söylemiştir.

Bu arada Erdoğan Büyükanıt'a, kuşkuları konusunda isteklerinin olup olmadığını sormuş olması da düşünülebilir. 22 Temmuz seçimlerinde Erdoğan'ın, hala aşırı görüşlere sahip arkadaşlarını liste dışı bırakarak, onların yerlerine liberal görüşlü kişileri almasından kuvvetle muhtemeldir ki, liste dışı kalan kişilerle ilgili Büyükanıt'ın şikayetleri olmuş ve bu şikayetler Erdoğan tarafından da anlayışla karşılanmıştır.

Erdoğan'ın, bütün bu ikna çabalarına rağmen, kendilerine 28 Şubatvari bir hareket yapılması halinde, zaman zaman söylediği "Ben kefenimi hazırlayarak bu yola çıktım" sözü ışığında, Büyükanıt'a, böyle bir harekete kesinlikle boyun eğmeyeceğini, Erbakan gibi istifa etmeyeceğini ve Demirel gibi de şapkasını alıp gitmeyeceğini açık açık söylemese bile kuvvetli bir şekilde hissettirmiştir.

Bu görüşme bu kadar mı acaba? Bu kadarlık bir görüşme en fazla yarım saat sürer. Kalan iki saatlık sürede çay kahve içip hasret mi gidermişlerdir? Tabii ki hayır! Bana göre esas görüşme, henüz haklarında soruşturma başlatılmamış olsa da, günlüklerden, açık ve cesur icraatlarından deşifre olmuş, hükümet kadar ordu için de bir tehdit haline gelmiş olan ve Erdoğan'da haklarında kalınca bir dosya bulunan ortak sorun Ergenekon'u konuşmaya başlamışlardır. Türkiye'yi e-muhtıra sürecine sürükleyen de gerçekte Ergenekon'dur. Şimdi anlıyoruz ki, Ergenekon sadece Erdoğan için değil Büyükanıt için de dosya hazırlamış! Kişisel bir sorundan çok öte ordudaki emir-komuta zincirini bozacak ve sonunun ne olacağı kestirilemeyecek bir tehdit ve tehlike söz konusudur.

Son günlerde internete düşen ve Bayan Eruygur'a ait olduğu iddia edilen kasetteki konuşmalarda "Tandoğan Mitingine tam destek veren, subayların sivil kıyafetlerle mitinge katılmaları talimatını veren Büyükanıt 5 Mayıstan sonra tamamen değişti ve karşı tavır almaya başladı" ifadeleri eğer doğruysa Dolmabahçe görüşmesinde Ergenekon esaslı bir şekilde masaya yatırılmaş olmalı.

Şimdi de Dolmabahçe görüşmesinin sonuçlarını inceleyelim;

1- Bu görüşmenin en önemli sonucu; o zamana kadar bıçak sırtında giden asker-sivil ilişkileri normalleşmiş ve Türkiye rahatlamıştır. Ordunun siyasi hesaplar için kullanılmaya çalışıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu görüşmenin asker-sivil ilişkileri konusunda olumlu anlamda bir kırılma noktası olduğu açıktır.

2- Bu, hiçbir şekilde ordunun Ak Parti iktidarını artık desteklediği anlamına gelmemektedir. Laiklik konusunda büyük ölçüde ikna olunmuştur ama ordunun muhafazakarlığı ya da Gül'ün cumhurbaşkanlığını desteklediği söylenemez. Ama bu, ordunun değil, sivil siyasetin sorunudur. Nitekim 22 Temmuz seçimlerinde tüm ordu mensuplarının oylarını kullanabilmeleri için her türlü tedbir alınmıştır. Bu, herhalde Ak Parti için yapılmamıştır.

3- Bu görüşmeyi iki kişiden başka hiç kimse bilmiyor, görüşünü çok hastalıklı buluyorum. Çünkü bu görüşme resmi sıfatla, devlet adına yapıldı. Diyelim ki siyasetimizde lider sultası var ve Erdoğan bunu kimseyle paylaşmadı. Büyükanıt için böyle bir durum söz konusu değil ki. Sivil siyasete müdahale gibi olağanüstü önemli bir konunun Sılahlı Kuvvetlerin komuta kademesinde değerlendirilmemesini ve tartışılmamasını çok yadırgıyorum. Eğer böyleyse bu görüşmeyle ilgili tartışmalar çok daha alevlenecektir.

4- Esas dramatik kırılma orduyla anamuhalefet partisi arasında yaşanmıştır. Gül'ün seçimine kadar hala beklenti içerisinde olan Baykal, Gül'ün seçiminden sonra orduya karşı tavır almış, çeşitli vesilelerle sert eleştiriler yapmıştır. Ordudan da karşı cevaplar gelmiştir. İktidar beklentisi içerisindeki anamuhalefet, bu beklentisinin gerçekleşmemesinin bütün suçunu bu görüşmeye yüklemektedir. Bu nedenle hala Dolmabahçe görüşmesini kurcalayıp durmaktadır.

5- Bu görüşmenin, içeriğinin açıklanmaması mutabakatıyla yapılmasının ve halen bugüne kadar açıklanmamasının sebebi, her iki tarafın da samimi sırlarını paylaşması, her şeyin açık açık konuşulmasıdır. Bu görüşmenin içeriğinin açıklanması Erdoğan için eski arkadaşlarının kırılması ve tabanın rahatsız olması kaygısı, Büyükanıt için de bazı görev arkadaşlarının kırılması kaygısı içerdiğini sanıyorum.

6- Başlığımıza dönecek olursak, "Dolmabahçe görüşmesi ne anlaşmadır, ne de restleşmedir" diyebileceğimiz gibi, "Dolmabahçe görüşmesi hem anlaşmadır, hem de restleşmedir" de diyebiliriz.

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..