Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '16

 
Kategori
Eğitim
 

Eski Yazı, Osmanlı Türkçesi, Osmanlıca, Eski Türkçe

Eski Yazı, Osmanlı Türkçesi, Osmanlıca, Eski Türkçe
 

Osmanlı arması ve Osmanlı Türkçesi hat örneği


Dil bir milletin kültürünün meydana gelmesinde, yaşatılmasında ve gelecek nesillere miras olarak bırakılmasında en önemli bir araçtır. Bir dile müdahale etmek, onu anlaşılmaz kılmak, eski ve yeni nesilleri yahut aynı dili konuşan ve farklı yerlerde yaşayan akraba toplumları anlaşamaz hale getirmek -hangi niyetle olursa olsun- o millete yapılacak bir kötülüktür.
 
20. Asrın başlarında Türk dünyası İngiliz, Rus, Çin, İran ve Balkan ülkelerinin hâkimiyetine girmiş; Anadolu ve Doğu Trakya’dan ibaret bir Türkiye Cumhuriyeti dışında bağımsız Türk yurdu kalmamıştı. Bu kötüye gidişin ilk adımı on sekizinci asrın sonuna doğru Kırım’ın kaybedilmesiydi.
 
Genç Türkiye Cumhuriyeti ihtiyatla dışa kapanmışken Rus hâkimiyetindeki bazı Türk toplulukları Latin alfabesini kabul etmişlerdi. Türkiye Cumhuriyeti de Karahanlılardan itibaren Arap alfabesine bazı ilave harflerle kullanılan alfabeyi terk ederek Latin alfabesini kabul etti. Biz Latin alfabesini kabul edince tarihin gördüğü en büyük zalimlerden Stalin, kardeş toplulukların her birine farklı Kiril alfabeleri dayatmış ve alfabe ile başlayacak olan kültürel bağlarımızı kesmişti. Dilimize her gün yeni kelimeler uydurarak biz de Stalin’in açtığı yaranın üstüne tuz serpmiş, kardeş topluluklarla dil bağımızı koparma yoluna girmiştik.
 
Bu alfabenin kabul sebeplerinin başında Avrupa medeniyeti ile uyum sağlamak geliyordu. Ancak Türk topluluklarının bu alfabeyi kabul etmesi de sebepler arasındaydı. Yalnız bu alfabenin Türkçede var olan seslerin hepsini karşılamadığı gerçeği üzerinde yeterince durulmamış, üç farklı “h” sesi bir işaretle ifade edilmeye çalışılmıştı. İki “k” sesine de bir işaret düşmüş, “ng” sesi ise tamamen yok edilmişti. Bu seslerin ve diğerlerinin eksik oluşu yüzünden bağımsızlığını kazanan kardeş ülkelerle ortak bir alfabede buluşmamız mümkün olmadı ve olmayacak gibi görünmektedir. Zira, değişim için kabul edilen mevcut alfabeye yeni harfler eklenmesine bile ideolojik bakışla karşı çıkacak yüzlerce yarı aydınımız mevcuttur.
 
Bir yandan alfabe değişikliği, bir yandan da “öztürkçecilik” adı altında dilde sadeleşmenin yerini alan uydurmacılık akımı bir yandan nesiller arasında kopmaya yol açmış, kütüphanelerdeki eserler ve arşiv belgeleri okunamaz olmuştu. Yalnız yeni nesil eskileri anlamaz olmakla kalmamış; çeşitli ülkelerdeki Türk topluluklarıyla Türkiye arasındaki dil bağı da kopma noktasına gelmişti.
 
Türkiye Cumhuriyeti alfabe ve dil değişikliği ile eskiden tamamen kopma politikası takip ederken eski başkentindeki birçok mimari eseri yok etmiş, arşivlerini bile hurda kâğıt olarak satmaya girişmişti. İşte bu sebepledir ki şair:
 
Heykelleri dağlar kesilip ufku yaranlar,
 
Ecdadı kabirsiz uyuyan bir yeri görsün.
 
Efsanesi kaybolsa kıyamet koparanlar,
 
Tarihi okkayla satan elleri görsün.
 
Bir şeyin tanınması için öncelikle tanımının çok iyi yapılması gerekir. Onun için Osmanlıcanın ne demek olduğunu anlamak için tanımının iyi yapılması gerekiyor. Ayrıca Osmanlıca mı, Osmanlı Türkçesi mi yoksa babalarımızın dediği gibi "eski Türkçe" veya “eski yazı” mı diyeceğiz? Hangisi daha doğru?
 
Arap harfleriyle Türkçe yazan yalnız Osmanlı devleti vatandaşları değildi. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Anadolu Selçukluları, Anadolu beylikleri, Timuriler, Baburiler, Şeybaniler, Kırım Hanlığı, Herat Hanlığı, Hive Hanlığı, Hokand Hanlığı, Buhara Emirliği, Safevi devleti, Gümülcine Türk Cumhuriyeti, ilk Azerbaycan Cumhuriyeti bu alfabeyle yazıyorlardı. Bugün hala Çin hâkimiyetindeki Uygurlar, Afganistan’daki Türk toplulukları, İran sınırları içindeki Türk toplulukları bu alfabe ile Türkçe yazmaktadırlar. Uygurların ve İran hâkimiyetindeki Güney Azerbaycan’ın, Afganistan sınırları içinde yaşayan Özbeklerin veya Kırgızların diline veya alfabesine “Osmanlıca” demek ne kadar doğrudur?
 
Peki, nedir Osmanlıca? Osmanlıca Türkçeden ayrı bir dil midir? Edebi Türkçe midir? Bazılarının dediği gibi Türkçenin İslâmileştirilmiş hali midir? İslâm harfleri ile yazılan bir Türkçe midir? Günümüz Türkçesini İslâm harfleri ile yazdığımız zaman Osmanlıca mı olur? Bizim öğretmeye çalıştığımız "Osmanlı Türkçesi veya "Eski Türkiye Türkçesi"dir.
 
Öncelikle şuna karar vermeliyiz: Osmanlıca bir dil midir yoksa bir alfabe meselesi midir? Elbette bir alfabe, geçen asırlardaki dil bilgisi kurallarımız ve kelime hazinesidir.
Bin yılı aşkın bir süre içinde Türk - İslâm tarihinin, kültürünün, medeniyetinin, biliminin, felsefesinin oluşturduğu, Arap harflerini alfabe olarak kabul etmiş bir milletin geçmişi yalnız Osmanlı olamaz. “Eski Türkçe” ifadesi dil bilimi veya Türkiyat ile uğraşanlar için çok eski devirleri (Hun, Köktürk, Uygur vb.) ifade etse de halk ağzında Arap harfleriyle yazılan Türkçenin adıdır.
 
Şimdi bir yol ayrımına geldik. Daha önce Edebiyat fakültelerinde okutulan bu eski alfabenin liselerde mecburi ders olarak okutulup okutulmayacağını tartışıyoruz.
 
Önce meseleye derinden girip geriye doğru gelelim: Latin alfabesinden vazgeçip eski harflere dönülür mü? Latin alfabesini kabul edince nasıl çocuklarımız “ecdadının mezar taşlarını okuyamaz” hale gelmişse, bu varsayımın gerçekleşmesi de aynı neticeyi doğuracaktır. Alfabe değişimiyle nasıl kütüphanelerimiz ve arşivlerimiz okunamaz hale gelmişse aynı kısır döngü bir kez daha tekrarlanacaktır. Kısacası bu imkânsızdır. Eski yazı arşivler, kitaplar ve kitabeler uzmanlar tarafından okunmaya devam edecektir.
 
Eski yazımızın liselerde mecburi ders olarak okunması nasıl olur? Bu konuya ideolojik değil, pedagojik olarak yaklaşmalıyız. Elbette her genç ana dilinin ve en az bir Türk lehçe veya şivesinin yanında bir veya birkaç yabancı dil; Latin menşeli Türk alfabesinin yanında da eski yazımızı ve hatta Kiril alfabesini de öğrenmelidir.
 
Mevcut İmam Hatip liselerinde Arap alfabesi ve Arapça öğrenen gençlerin, hiç olmazsa matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri okuması elbette uygun olacaktır. Birçok dini ve tasavvufi eseri okumak onların ufkunu açacaktır.
 
Sosyal Bilimler liselerimiz de geleceğin edebiyatçılarını, tarihçilerini, mülki idare görevlilerini yetiştireceklerse onların da matbaanın ülkemize girişinden sonra basılan eserleri, kitabeleri hatta arşiv belgelerini okuyabilmeleri faydalı olacaktır.
 
Akademik liselerde (Anadolu liseleri ve Fen liselerinde) Fizik, Matematik, Kimya ve Biyoloji ağırlıklı dersler okuyan gençlerin “Eski Yazı” dersini seçmeli olarak almaları mümkün olabilir. Mecburi olması gençleri müspet ilimlerdeki hedeflerinden geri bırakabileceği için uygun değildir. Mesleki ve teknik liselerimizde ise atölye ve meslek derslerinin yükü yeterince ağırdır. “Eski Yazı” dersini bu okullarda seçmeli ders olarak bile okutmayı düşünmemek lazımdır. Bu okullardan da istekli gençler çıkarsa Halk Eğitimi Merkezlerinde “Eski Yazı” kurslarına devam edebilirler.
 
 
Toplam blog
: 17
: 3342
Kayıt tarihi
: 12.07.14
 
 

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni ..