Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '09

 
Kategori
İlişkiler
 

Etme kasaba minnet, kes budunu kebab et

Etme kasaba minnet, kes budunu kebab et
 

Yok!


Ceplerimde en az iki, arabanın torpido gözünde de üç-dört çakmak bulunur. Hani yani kimseden ateş istemek zorunda kalmayayım diye… Belki yüzüme karşı “Madem içiyorsun bu zıkkımı ateşini de yanında gezdir” demezler ama ateşi verenin gözlerindeki ifadeyi ben böyle yorumlarım.

Ömrümüz yollarda geçer, o şehirden, bu şehre… Yol planı elimize tutuşturulmuştur ama yine de bazen adres sormak gerekir benzin istasyonlarında. Yanımdaki arkadaşlardan birini gönderirim adres sorsun diye, kendim soramam. Yalnızsam eğer, hiç ihtiyacım olmadığı halde ya sigara, ya da iki kutu bira alır öyle sorarım adresi. Hani sanki önce “müşteri” olursam, benzincideki kasiyer “angarya” olarak görmez belki adres sormamı. Hepi topu bir adres söyleyecek ama gelin bir de bana sorun işte.

Kim bilir kaç yıl oldu, birine “Karnım aç, dişim ağrıyor, yorgunum, moralim bozuk, param yok…” demeyeli… Desem de inanmazlar zaten. Bilirsiniz; kimi insanların karnı acıkmaz, dişi ağrımaz, yorulmaz ve moralleri hiç bozulmaz. Bu elbette böyle değildir ama pek dışa yansıtmadıklarından çevreleri onları böyle bilir.

Uzun yıllar önce öğrendim ben sevinçlerin ve hatta üzüntülerin “paylaşılmayacağını”…Kırk yılda bir işiniz rast gitmiştir… Belki maaşa yapılan 50 sentlik bir zamdır sevincinizin kaynağı… Sizinle aynı kademede olan iş arkadaşınızla “paylaşırsınız” bu sevincinizi. Yüzü güler ilk anda ama ya o gözlerdeki ifade? Sizi kutlar kutlamasına da “Ona var bana niye yok?” sorusu beynini kemirir. Tavırlarıyla, imalı konuşmalarıyla aldığınız 50 sentlik zammı burnunuzdan getirir.

Yaşam paylaşılmaz dostlar! Hele acılar, üzüntüler ve yokluklar. Bunu en iyi Çinli’ler bilir. Bir saat önce tüm servetini yitirse de, sizinle yine gülümseyerek konuşur bir Çinli. Sadece sorunlarıyla sizi de “sıkmamak” için değil tabii, ek yerini göstermemek, bir başka değişle “düşmana cephane vermemek” için saklar başına gelenleri. İçi kan ağlasa da gülerek konuşur sizinle. Bilir insanların ne mal olduğunu.

Boş bir anınızda; "dost" bildiğiniz birine“Tuzu ekmeğe katık ederek büyüdüm ben” diye anlatmaya başladığınız hayat hikâyeniz, yeri gelir başınıza kakılır! “Okula giderken giyecek ceketi yokmuş, şimdilerde biti kanlandı…” diyerek rahatlayan, zehrini bir şekilde döken insancıklar da vardır. Kırkpınar pehlivanları gibi açık ararlar, kündeye getirmek için.

Yaa, işte böyle dostlar. Culduz da acıkmaz, yorulmaz, kıçı başı ağrımaz, aşk acısı ve para sıkıntısı çekmezgillerdendir! Enseye tokat, şeye şaplak yaşar gider işte. En yakını bile sık sık: “Senin ne sıkıntın olur ki?” dediğine göre muhakkak öyledir zaten.

Ama bazen… Kıytırık bir otelin balkonunda karşılamışsam yıldızları ve açmışsam ucuzundan bir Bordo…Gün boyu “açık” vermeden dik durabilmenin tüm yorgunluğu çöker omuzlarıma. Ağlamadan, zırlamadan ve kimseciklere yakınmadan bir günü daha tüketmek pek kolay olmasa gerek.

Açık vermeden, kimseye minnet etmeden yaşamak zordur dostlar. Kuyruğu dik tutmak, her babayiğidin harcı değildir… Acılar, üzüntüler, dertler ve sevinçler…Kısaca yaşam…

Paylaşılmaz!

Sigarandan yakacaksın sigarını…Çakmak istemeyeceksin! Ama isteyene de çakmağını vereceksin!

Dertlerini anlatıp, düşmana cephane vermeyeceksin! Ama derdini anlatanı da sonuna kadar dinleyeceksin!

Zor iş değil mi?

Ve hepsinden önemlisi...

Günlük istihkakın, iki kadeh Bordo’dur

O ölçüyü de geçmeyeceksin.

Ama Alaattin Yavaşça’nın buselik makamındaki o şarkısını mırıldanabilirsin tek başına tabii:

“Erken ağardı saçlar, yılların günahı ne?”

Budur paylaşım.

Not: "Mihnet" değil güzel evladım, ""Minnet" yazman gerekirmiş. Değiştirdik ve isim vermeden bu yanlışımızı düzelten dosta teşekkürlerimizi gönderdik.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..