Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '09

 
Kategori
Blog
 

Hamburg pansiyonlarında hela sorunsalı ve blog kategorisinin tadı tuzu hakkında

Hamburg pansiyonlarında hela sorunsalı ve blog kategorisinin tadı tuzu hakkında
 

Bir oturuş biçimi ama yanlış zira hedefi tutturamaz.


“Sadece bu haftalık valla billa” diyerek soktum onları caminin pansiyonuna. Bizim çocuklar pek mırın kırın etmedi ama Dirk ve Martin başımın etini yediler. (Ne de olsa Almanlar tabii.) “Yasak ama bira şişelerinizi gazeteye sarıp öyle zıkkımlanın ve yüksek sesle geğirmeyin” diye de tembihledim. Bira müsaadesi çıkınca gül hatırım için kabul ettiler ama pansiyona girince bir şamata daha çıkardılar. Belki inanmayacaksınız ama cami pansiyonunun helaları alaturkaydı ve her kabinin önünde takunyalar vardı…Dirk ve Martin “Biz bu helalara dünyada mıçmayız!” diye olmazlandılar ama ben çok duygusallaştım bu helaları görünce. Otuz senedir görmediğim askerlik arkadaşımı görmüş gibi oldum ve takunyaları ayağıma geçirerek bir güzel hasret gidermek istedim ama ne fayda?

Popomuz alışmış işte rahata… Alaturka hela deyip geçmemek gerekir. Dengede duracaksın ve tam deliğin alt kenar orta noktasını bularak hedefe yoğunlaşacaksın. En ufak bir dikkatsizlikte üstünü başını batırmak işten bile değil! Araya otuz sene girmiş ve hamlaşmışız tabii. Girdiğim gibi çıktım helâdan. Pardon! Lavabodan! Kadına Bayan diyen kafa, bin yıllık helâya kibarlık olsun diye “lavabo” diyor artıkın güzel ülkemde. Tuvalet demek bile ayıp sayılıyor. Bu da başlı başına bir yazı konusu ya şimdilik es geçelim bakalım da “Blog kategorisinin tadı” kaçmasın!

Dirk ve Martin’i pansiyona razı edebilmek için vaat ettiğim biraları iki katına çıkarıp onları susturdum. Zaten doğru dürüst mıçtıkları yok hergelelerin! Bira içmekten yemek yemeğe fırsat bulamıyorlar, niyetleri benden rüşvet koparmak işte. Üçümüz de pansiyonun karşısındaki lokali gözümüze kestirdik, gerekirse işimizi orada görürüz, dedik. Allah’tan her zaman kaldığımız pansiyon boşaldı da oraya taşındık geçen hafta. Şişeyi gazete kâğıdına sararak içmek biranın tadını bozuyormuş, böyle söylüyordu Dirk. Kola bardağında vişne suyu niyetine içilen şarabın da pek tadı olmuyor doğrusu, e bu da bendenizin fikri.

Hamburg bu, liman şehri, geleni gideni fazla oluyor ve kalacak yer sorunu var. Defalarca Hamburg’da çalıştığım için biliyorum. Sadece kalacak yer sorunu yok, kalınan yer sorunu da var tabii. Liman şehri dedik ya! Süslü püslü hatunlarla dolu barları da pek meşhur! Mesela gecenin bir yarısı telefon çalar acı acı…Arayan bizim ustalardan biridir…

—Alo abiii?

—Hayırdır? (Aslında “hayırdır?” demem, durumu az çok tahmin ettiğimden kibarca“Ne var ülen yine?” derim ama “Blog kategorisinin tadı” kaçmasın diye buraya böyle kibarca yazıyorum.)

-Altona’da falanca barda rehin kaldık abiii!

-Ülen hani Mc. Donalds’a gidecektiniz? Hani hemen gidip, hemen dönecektiniz soğuk aşk çiçekleri?

İşin yoksa kalk, giyin, arabaya atla ve koskoca Altona’daki bilmemne barında bizim zibidileri ara! Ayranları yok içmeye, 500 Euro verirler bir şişe şampanyaya. Hepsinin Ceplerini boşaltsan 300 Euro zor çıkar ama hesap pusulasında 1200 Euro yazmaktadır, KDV’si dâhil! Pazarlık yapmaktan nefret ederim ve hayatta yapmam. Fiyat neyse bayılırım ama “bar faturalarını” yarı yarıya indirmek konusunda uzman oldum bizim hergeleler yüzünden. Acımasızdır Hamburg’daki “hatun esnafı” ama yüce Mevla’m da bana bir çene vermiş, bir ikna gücü vermiş sormayın gitsin. Çok sıkışırsam “Ödemiyoruz hesabı, polis çağırın.” dedim mi hemen uysallaşıyorlar.(sayıca fazla ve iri yarı oluşumuz da önemli bir faktör elbette) Tabii hesap ne kadar düşürülürse düşürülsün bizim zibidiler için yıkım oluyor. Bar çıkışı yakınıyorlar bir de:

“Tüh ülen, elini bile tutamadık!” diye.

Yaa, işte böyle dostlar… Şantiyecilik, bir de geziciyseniz oldukça meşakkatlidir. Zor zanaattır yani. Ne güzel bir buçuk senedir Berlin’deydik ama Berlin’de iş miş kalmadı artık. Ağustosa kadar Hamburg, ondan sonra da bir sene eski başkent Bonn.

Bir aydır yazmıyoruz. Sağ olsun dostlar arayıp soruyorlar. “Blog kategorisinin eski tadı tuzu kalmadı” diyorlar. Hafta sonu eve geldiğimde şöyle bir göz atıyorum. Bence tadı tuzu yerinde… Tartışan yine tartışıyor. Kendi kendime söz verdiğimden karışmıyorum tabii. İşin tadını kaçıranlar tartışanlar değil, “barış havarisi” kesilip “parsa” peşinden koşanlardır bence. Ne yapalım, onlar da sebeplenecek. Gelen yorumları para sanıyorlar. Yanlışlıkla iki defa gelen yorumu bile yayımlamaları bu yüzden. “Bir barıştırma yazısı yazayım mı abii?” Yaz bakalım, yaz! Bol keseden savur sevgi sözcüklerini. Paylaşım, de, dostluk, de, kardeşlik, de… Hollanda seralarında 24 saatte yetişiyor o yeşil ve de 40 santimlik salatalıklar. Hepsi de aynı boy ama tat mat arama.

Hele şu “halıbank’taki “ hesabımız biraz kabarsın bakalım. Burada Türkçe dizüstü yok. Mecbur İstanbul’dan alacağız. Sevgili Celal benim için bir tane seçti. “Olmuşken en büyüğünden olsun usta” dedim. “Bu 1.4 İnçlik kaptan, senin işini görür” dedi. Metre hesabına göre 38X22 miş ekranı işte. Mayıs aylığını alır almaz atlarım iki günlüğüne İstanbul’a alır ve gelirim.

Seyyar blogçu nasıl olur görsün o zaman millet.

Blog kategorisinin tuzuna biberine de o zaman bakarız artık.

Şimdilik bana müsaade.

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..