Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mart '12

 
Kategori
Kitap
 

Falih Rıfkı Atay ve Kurtuluş

Falih Rıfkı Atay ve Kurtuluş
 

Falih Rıfkı Atay ve Kurtuluş


Kurtuluş, Falih Rıfkı Atay'ın gazete yazılarının derlendiği kitaplarından birinin adı. Fıkralar gene yazarının, tarihe tanıklık eden anılarıyla süslü. Bu tür eserlere edebi yönünden daha çok, yaşanmışlıkları kalıcı kılması yönüyle bakmak düşüncesinde olduğumdan, okurken aldığım notlar da hep bu yönde olur.

Henüz daha ilk fıkrada, Hitler'in Atatürk hakkında söylediği bir söz dikkat çeker.

Atay ;

''Hitler, ellinci yıldönümü için Türkiye'den Berlin'e gittiğimizde bize demişti ki...''

Hemen hesaplamaya başlarım. Atay'ın, ''Hitler'in ellinci yıldönümü '' dediği şey, doğum günü ile ilgili olsa gerek. Bakalım Hitler hangi yıl doğmuşmuş? Hımmmm 1889. O halde bu ziyaret de, 1939'da yani Atatürk'ün ölümünün ardından en fazla bir yıl geçtikten sonra olmuş.

Evet ne demiş Hitler,

''Atatürk her türlü vasıtaları elinden alındığı zaman da, bir milletin kendini kurtarma vasıtalarını yaratabileceğini bize öğretmiştir.'' 

Acaba Atay, aklında kaldığı şekilde mi yazıyor yoksa o zaman tercüman mı böyle çevirmiş bilemiyorum ama, ben cümlenin, ''Bize öğretmiştir'' kısmına daha çok takılıyorum. Düşünüyorum da, içimizde bir şeyler öğrenmemek için direnen onca insan varken, Hitler'e bile(!) bir şey öğretebilen bir lider olarak, bir kez daha saygı ve sevgiyle anıyorum Atatürk'ü.

Atay konuyla ilgili son olarak da bir yorumunu ekliyor, 

''Aradaki fark, Atatürk'ün duracağı noktayı bilmesi idi. Bir başkası olsaydı, İzmir zaferinden sonra İmparatorluğu yeniden kurmak hırsına kapılacak ve muhtemelen de, Hitler ile Musolini'nin başlarına gelen felaketlere uğrayacaktı .''

Almanya ve Rusya gezilerinden sözederken, sistemlerinin adları ne olursa olsun, baskıcı rejimlerle yönetilen ülkelerde, bir gazeteci olarak sadece görmeleri istenen şeylerin kendilerine gösterildiğini, gerçeklerin üstünün hep örtüldüğünü, gözlerden saklandığını  anlatır.

Kayzer'in davetlisi olarak, Bahriye Nazırı ile birlikte gittiği Almanya'da, kendisine gruptan ayrı olarak bir oda verilir. Adlon Oteli'ndeki odasına sabah kahvaltısını istediğindeyse otel görevlisi, sadece bir fincan çay ve kuru peynir getirir. Kendi ifadesiyle, 'yetersiz Almancası' yardımıyla Türk heyetinden olduğunu söylemeye çalışınca da garson toparlanır ve  'yavol' dedikten sonra da çekip gider. Kısa bir sürenin ardından gelen kahvaltı ise ilkine göre 'oldukça' farklıdır; ''tereyağlı, reçelli, süt ve çay takımlı, francalı mutlu azınlık kahvaltısı.''

Benzeri bir uygulamayı bu kez de Yunus Nadi ile Odessa'dan trenle Moskova'ya giderlerken, trenin yemekli vagonunda yemek yediklerinde görür. Tam da yemek esnasında eğer bir istasyonda durulmuşsa, görevlilerin gelip perdeleri kapattıkları ve, ''mutlu azınlığın nasıl yiyip içtiğini, mutsuz çoğunluğa göstermeme gayretleri'' dikkatini çeker Atay'ın.

Komünizme ve Sovyetler Birliği yöneticilere olan muhalefeti ile de bilinen Atay, bir seçim öncesi Türkiye İşçi Partisi yöneticilerinin oy isterlerken başlarına geldiğini iddia ettiği bir olayı da anlatır kitapta;

TİP yöneticileri, kendilerini emekçi sınıfın temsilcisi olarak görmeleri sıfatıyla Şişli'de bir apartmanın kapıcısının da oyuna talip olmak için, gidip kapısını çalarlar.

- Sen de tabii bize oy vereceksin!

- Niçin vereyim?

- Kapıcılık ettiğin şu apartman yok mu, onu sahibinin elinden alıp devletleştireceğiz.

- Pekiyi o zaman benim aylığımı kim verecek?

Solun oy isterken seçtiği jargonun halka pek hitap etmediği, daha o zamanlardan belliymiş yani. İçinde dini motifler olmadan sonuca varamayacaklarını anlamaları için, daha çok uzun yıllar gerektiğini bile bilmiyorlarmış henüz. 

Sık sık değindiği bir konu da, Cumhuriyetin kurucusunun karma ekonomiden yana olduğudur. Atatürk, ''Devletin kendisi iş yaparak veya yerli yabancı özel teşebbüsü koruyuculuğu ve kontrolü altına alarak, sınıf kavgası da yaratmayacağı bir güdümlü ekonomi sistemine inanmıştı'' dedikten sonra,  

''Devlet yapar. Şahsi teşebbüs yapar. Yabancı sermaye yapar. Türkiye'yi hep beraber kalkındırırız'' derdi, diye de ekler.

Misak-ı Milli sınırlarına çekilmeyi çok doğru bir adım olarak ifade eden Atay, Enver Paşa ile Mustafa Kemal arasında, 1. Dünya Savaşı sırasında geçen bir konuşmayı da Atatürk'ün ağzından aktarır,

Enver Paşa bana, Osmanlı'yı yeniden diriltmek ve eski topraklarına sahip olma hayalleri ile, ''Sana bir alay veririz, İran sınırını geçince müslümanları peşine taka taka, çığ olup Hindistan üzerine inersin!'' dedi. Ben de bunun üzerine kendisine, ''Yoo, sizden niçin bir alay asker alayım? Kendim İran'a girer, çığ olup Hindistan'a girer ve zaferimi de kimseye borçlu olmam'' dedim.

'Sayım' başlıklı yazısına baktığımızda, Cumhuriyet'in kuruluşunun ardından 1927'de yapılan ilk nüfus sayımında 13 milyon olan nüfusun, 1940-1945 arasında 2. Dünya Savaşı nedeniyle 5 yılda sadece % 10 artışını dikkate almazsak, her sayım döneminde bir öncekine göre % 20 hatta % 25'lik artışlarla, 1965'te 31 milyonun da üstüne çıktığını görürüz ancak,

'Nicelik mi nitelik mi?' diye bugünün diline mealen çevirebileceğimiz, kaht-ı rical'i de öğreniriz. Osmanlı aydınları, devletteki asıl derdin adını kaht-ı rical  koymuşlardır ki bu, 'nüfus azlığı' değil, 'adam' kıtlığı demektir, hani şimdilerde adam gibi adam denilen cinsten...

Falih Rıfkı Atay'da benim en çok şaşırdığım nokta, 'Rusya takıntısı'dır. Daha doğrusunu söylemek gerekirse de Sovyetler Birliği ve onun rejimine karşı, tüm politik saygı sınırlarını aşarak koyduğu tavırdır ilginç olan.   Çar dönemini bile savunur ve Türklere Çar zamanında milliyetçi bir baskı olmadığını, özgürce yaşadıklarını söylerken, Sovyetler Birliği devrinde ise kendi dillerinde konuşamadıklarını, kendi alfabeleri yerine de Kiril azbukasını kullanmak zorunda bırakıldıklarını anlatır durur. 

Kurtuluş Savaşı sırasında, kuzey komşumuzun yardımlarının ulusal mücadelemize olan katkısının payını da çok iyi bilen biri olarak Atay'ın bu saplantısını anlayabilmek, gerçekten de çok güç.

Yine de ben buraya Atay'ın Sovyetler Birliği hakkında doğru olduğunu düşündüğüm bir yorumunu, nefretle kullandığı bir çok cümlesinin yerine almak isterim;

Rusya'nın Komünizm denemesi, 'maddi' ve 'manevi' karşılığını beklemeden ve almadan insan yaratıcılığını işletecek bir faktör keşfedememiştir. 

Hindistan'ın kutsal saymasından dolayı, ineklerin ne etinden ne de sütünden faydalanamadığı, fakat yokluktan dolayı da aç çocuklar için, Fransa'dan süt tozu ithal ettiğini, dinsel bağnazlığa somut bir örnek olarak anlatır.

Bu durumun günümüzde de örneklerini görmüyor değiliz. Kendi kültüründe kadın erkek ilişkisi yaşamamış ya da inancına göre alkolü hep 'yasak' bellemiş insanımızın, bir gün yolu Rusya'ya düştüğünde, ilişkilerini gönlünce yaşayan kadınları kolayca damgalaması ve alkol kullanan herkesi,  misafir gelenin kendisi olduğuna dahi bakmaksızın yargılaması da, aslında aynı bağnazlığın ve tutuculuğun günlük hayata yansımasından başka bir şey değil.

Milliyetçi bir ortamdan Rusya'ya gelenler de, nedense akıllarından bir türlü tarihteki Osmanlı-Rus savaşlarını ve artık iyice suyu çıkmış olan ''Rusların sıcak sulara inme sevdası''nı atamıyor, sonuç olarak da düşman gibi yaşadıkları insanların, ne sevgisini ne de güvenini kazanamadıklarından, ticari başarı elde etmeleri de imkansız hale geliyor.

Oysa çocukuğunda bir yerlerde ''Rakı şişesinde balık olsaydım..'' dizeleri kulağına çalınmış ya da Nazım'ın gözünden Moskova'yı görmüş, Kızıl Ordu Korosu'nun bir marşı kulağında kalmış, eski bir Rus filmindeki sarışın bir kızla platonik aşk yaşamış birisi ise, insanları yargılamadan oldukları gibi kabullenip, başarıya da ulaşmakta çok zorlanmayabiliyor.

Hiç bir zaman bir ülke ve insanları hakkında olmaması gereken önyargının, Falih Rıfkı Atay'da varoluş sebebini bilemiyorum ancak, bunun çok sağlıklı olmadığı ayrıca Rusya hakkındaki düşünce ve eylemlerini de olumsuz etkilediğini, yazılarından bile kolayca anlamak mümkün.

Her şey bir kenara, Falih Rıfkı Atay okumak, aslında gerçekten de her zaman çok bilgilendirici olmaktadır. Atatürk'ün en yakınlarında olup, o günleri, Meclis'in havasını, yurdun değişik yerlerindeki insanımızı ve olayları, kimi zaman şaşırarak kimi zaman da üzülerek, ama hep bir şeyler öğrenerek okuyorsunuz.

Mesela çok merak ediyorum, bu yazıyı okuyanlar arasında, Haydarpaşa'daki mendireğin taşlarının Kınalıada'dan getirildiğini bilen kaç kişi var acaba? Hatta denir ki İstanbul'un surları da bu Kınalıada'dan getirilen taşlarla yapılmış, Sultan Abdülhamit zamanında da Ada'da taş ocağı açılması ve işletilmesi de yasaklanmışmış...Bunlar hep Atay'ın kitaplarındaki satır aralarında keşfedilmeyi bekliyor.

Atay'ın kitaplarını, satırların altını sürekli olarak çizip notlar almadan, bazı cümleleri tekrar tekrar sindirerek okumadan elden bırakmak asla mümkün olmuyor. 

Falih Rıfkı'nın, zamanında Rusya'ya karşı kurtulması gereken önyargılarının benzerlerini, bazılarımız da kendisine karşı bırakır ve o şekilde okurlarsa, insanın kendisini inanılmaz keyifli bir tarihin içerisinde hissetmemesi işten bile değil.

Aslında kitapta yeralan anıları benim burada yazdıklarımdan okumak yerine, insanların kitabı satın alarak kendilerinin okumalarını dilemekle beraber, en azından doğrusu çok anlamlı bir tanesini yazmadan da bitirmek istemiyorum.

Atatürk’ü kaybettiğimiz 10 Kasım 1938’den 11 Kasım 1938'e, yani bir gün süreyle Cumhurbaşkanlığı makamına da vekâlet eden ve aynı zamanda İsmet İnönü hükümetlerinin Maliye Bakanı da olan Mustafa Abdülhalik Renda, 'dindar' bir insandır, Ramazan ayında bir akşam iftar vaktine yakın bilgisine ihtiyaç duyulur. Çevresindekiler Atatürk'e, ''İsterseniz hemen çağırtalım efendim'' derler ancak Atatürk, mütevazılığı ile halkın gönlünde taht kurmasına yol açan ve dine de saygılı bir insan olarak, ''Mustafa bey oruçludur, kendisini şimdi rahatsız etmeyelim'' der.

Bugünlerde, seksen sene öncesine dönük olur olmaz, hiçbir gerçekliği olmayan eleştiriler yapanlara karşı güçlü argümanlarla çıkabilmek için mutlaka okunması gereken kitaplardan birisi, Kurtuluş.

Son sözüm de, yazarın bir sözü olsun, ''Eşeğe ters binerek yarış yapıldığı vardır ama o bir alaydır, yoksa hiçbir toplum gerileyerek ilerleyemez.''

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..