- Kategori
- Edebiyat
Franz Kafka ve Milena

alıntıdır
Franz Kafka’nın günlüklerindeyim iki akşamdır. İnsan her duyguyu nasıl böyle enine boyuna yaşar? O yaşamış. Hüznü, kıskançlığı, öfkeyi, bunalımı, aşk’ı…
Milena’ya eşsiz mektuplar yazmış. Ve onunla birlikte diğer önemli isimlerin aşkları, “Dâhiler için mutlu aşk yoktur” isimli kitapla belgelenmiş.
Louis Aragon'la başlayan kitapta, Beethoven'dan Oscar Wilde'a, Van Gogh'dan Rilke'ye, Leonardo da Vinci'den Mevlânâ'ya, Virginia Woolf'tan Karl Marx'a uzanan geniş bir yelpaze çıkıyor insanın karşısına.
Kavuşamayan aşklar işleniyor. Dâhiler ise dâhice seviyor karşısındakileri. Dizelere öyle bir yansıyor ki bu aşk, her satırı kazınıyor hafızlara.
Mektuplaştığı dört kadın arasında en ciddi ve önemli olanın Milena Jesenska olduğu söylenmekte.
(…)
Milena'yla mektuplaşmaları önce bir arkadaşlık gibi başladı, daha sonra tutkulu bir aşka dönüştü. Fakat Milena evli olduğundan bu mutsuz ve imkânsız aşk Kafka’yı derin acılara sürükledi. Mektuplaştıkları üç yıl boyunca sadece iki üç kez görüşebildiler ve bu görüşmeler Kafka’yı üzmekten başka bir işe yaramadı, yine de onun yaratıcılığını olumlu yönde etkilediği rahatlıkla söylenebilir. Daha sonraları edebiyat tarihinin güzide eserlerinden biri sayılacak olan "Milena'ya Mektupları”nda Kafka şöyle dile getirir durumunu;
"En çok seni seviyorum diyorum ama gerçek sevgi bu değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki..."
***
Nişanlılığı süresince Felice Bauer ile tam üç kez ayrılıp barışmış. Evliliğe bahane olarak ise hasta olduğunu öne sürüyormuş. Halbuki günlüklerinde evliliğin bir burjuva bağı olarak gördüğünü söylemiş.
Demek temelinde yatan neden buymuş. Milena’yı tanıması ile duyguları tamamen imkansız bir aşk’a sürüklenmiş. Yıllarca süren mektuplaşmada yalnızca birkaç kez yüz yüze görüşme gerçekleşmiş. Ama Kafka’nın aşk’ı dendiğinde akıla ilk gelen isim olmayı başarmış Milena. Hatta Franz Kafka yaşamını yitirince mektupları yayınlanması için arkadaşına veren de Milena’dan başkası değilmiş.
Hiç kavuşmayan aşklar, önemini kaybetmeyenler olarak yıllarca aynı yenilikle duruyor. Günlüklere düşülen notlar oluyor bazen, hiç söylenmemiş şarkı melodileri oluyor, en güzel hayaller oluyor.
Ama aradan ne kadar zaman geçerse geçsin; hala ilk gün olduğu gibi özelliğini koruyor.
Olmayacağını bilse de içinde her şeye rağmen saklı tutabilmek midir sevgi?
Sevdiği mutlu olsun diye duygularını yalnızca içinde biriktirerek, onu yılda bir kez görerek yaşamı tüketmek midir?
Ya da!
Şimdi gittikçe bencilleşen düzene baktığımızda her kalp çarpıntısının adını “aşk” koymak haksızlık değil midir bu insanlara?