Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '07

 
Kategori
Eğitim
 

Garip bir hesaplaşma

Derginin yönetim merkezine uğrayınca, yazı kuruldan geçen yazımın bu aykı sayıya konulduğunu öğreniyorum. Yanıma birkaç sayı alıp, çantama koyuyorum. Heyecanımı açığa vurmamak için, hemen çıkıp, katta bekleyen asansöre biniyorum. Asansörde benden başka kimse yok. Çantamı hızlıca açıp bir dergi alıyorum ve hemen çantayı kapatıp, hızlıca sayfaları karıştırmaya başlıyorum. Yazımı bulamayınca, “Beni yine atlattılar, herhalde” diyerek, kısa bir ara duraklıyorum. Sonra, bir kez daha derginin sayfalarını karıştırmaya başlıyorum. Fakat bu kez dergiyi, son sayfalardan başlayarak değil, baş sayfalardan dikkatlice gözden geçiriyorum. Üçüncü yapraktan sonra, yazımın başlığını sayfanın başında görünce derin bir nefes alıyorum ve dergiyi tekrar çantaya yerleştirip binadan dışarı çıkıyorum.

Ağır adımlarla yürüyorum Hacettepe’ye doğru. Zaten derse epeyce zaman var. Biraz yolda zaman geçirsem ne olur ki. Yürürken, “Bugüne kadar az yazımı geri çevirmediler. Bu yazıyı baş taraflara koyduklarına göre, bu iyi bir yazı olmalı. Bu demektir ki, artık eğitimle ilgili düşüncelerimi başkaları ile paylaşabileceğim. Gazi Eğitim’e başlama amaçlarımdan birincisi, hem de en önemlisi gerçekleşiyor galiba” diyorum ve ağır adımlarla yoluma devam ediyorum.

(Bu yazıyı yazmanın ilginç bir hikayesi vardı. Yazacaklarımla ilgili notları bir misafirlik sırasında almış, aynı gece, kimse olmayan bir eve bekçilik yapmak için gönderildiğimde yazıyı tamamlamış ve Sait Faik’in “Yazmazsam deli olacaktım” sözü ile ne demek istediğini galiba o gece anlamıştım.)

Okula ilk gelen öğrenci benim. Diğer arkadaşlar da gelince, sınıfa doğru yürüyoruz. (Bu arada Safinaz da geliyor.) Sınıfa girip oturarak sohbet etme yerine, ayakta durarak konuşmayı tercih ediyoruz nedense. Sohbet koyulaşınca, dergilerden birini çantamdan çıkarıp, bir arkadaşa veriyorum. Arkadaş, dergiyi şöyle bir çevirip yazımı görünce, “Bu dergiyi niçin bana verdiğini anladım, havan batsın” diyor, gülümseyerek. (Doğrusu bu cevabı beklemiyorum, ondan. Çünkü O benim gözümde, espiri niyetine de olsa, böyle sözleri söylememesi gereken bir hanım efendi.) Biraz sonra, Hoca da geliyor ve birlikte sınıfa giriyoruz. Derse başlamadan önce, Hoca’ya da bir dergi veriyorum ve gelecek derste yazımı eleştirmesini istiyorum. Hoca, “Peki” diyor ve dergiyi çantasına yerleştiriyor.

(Hoca ilk dersimize, elinde bir kutu lokum ile gelmiş ve bize dağıtmıştı. “Hocam neden lokumlar çok küçük?” deyince, “Olur ki hepinize yetmez, hepinize yetsin diye küçük taneli lokum getirdim” demişti. Taneler küçük olduğu için, artan lokumlar ikinci, üçüncü kez bize dağıtılmıştı. Bu durum, benim öğrenciliğimde karşılaştığım ilk uygulama idi. Dikkatimi çeken ikinci farlılık ise, Hoca, tahtaya ad ve soy adını yazarken, sol elini, bir süre sonra kılavuz kitapları yazarken sağ elini kullanmıştı. Demek oluyordu ki, Hoca çift elli idi. Üçüncü dikkatimi çeken durum ise, mesleki geçmişinden hiç bahsetmeyince, “Ben sizin, öğretmenlik yönünüz dışında bir de yöneticilik –Milli Eğitim Müdürlüğü- yönünüz olduğunu biliyorum”, deyince, “Attılar efendim, ben bugüne kadar ondört tane görev değiştirdim. Bunların hiçbirisinde kendi iradem söz konusu olmadı. Başka bir deyimle, hiçbir görev için dilekçe vermedim. Görevlere ya terfien atandım, ya tenzilen” demişti.)

Geçmesini sabırsızlıkla istediğim hafta bitiyor ve gelmesini sabırsızlıkla beklediğim gün geliyor. Bu kez sınıfta bekliyoruz Hoca’yı. Hoca, derse başlamadan önce, çantasından dergiyi çıkarıyor ve bana uzatarak, “Bu yazının bir boyutu eksik. Siz müfettiş olacaksınız. Bir konuda karar vermeden önce, tarafların tümünün görüşlerini almanız gerekir” diyor ve yazıda bir de yazım hatası gösteriyor. Hoca’nın söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum ve boş gözlerle teneffüse kadar Hoca’ya bakıyorum.

Dergideki yazımda, bir ilde, iki okulun yıkılarak yerlerine işhanı ve turistik otel, bir okul bahçesine de pasaj yapılmasını eleştirmiştim. Aradan on yıldan fazla bir süre geçmişti.Yazının sonunu da, Sait Faik’in ünlü bir hikayesinin sonu olan “ Biz yeşillikleri ve alanları çok gördük. Sizin için kötü olacak çocuklar. Benden hikayesi” diyerek, bitirmiştim.

Derse ara verdiğimizi zaman Hoca, “Sözünü ettiğiniz kararları alan, o yıllardaki Milli Eğitim Müdürü bendim. Okullardan birinin öğrencisi çok azaldığı, diğeri şehrin merkezinde kaldığı için yıktırdık ve buraları. Özel İdareye dörtyüz küsur milyona satarak, aldığımız parayla ihtiyacımız olan yerlere derslik, lojman ve okul yaptırdık. Vali Beyin başta, ‘Bu kadar parayı nasıl harcayacağımız?’ konusunda bazı tereddütleri de oldu. Fakat biz, bir değil, iki yıllık bina sorunumuzu çözerek, para harcama konusunda Vali Beyin tereddütlerini giderdik. Biliyor musunuz, bu uygulamanın en büyük zararı bana dokundu. Çünkü, Müdürlük lojmanı bu okulların birindeydi ve ben oturduğum lojmanı yıktırarak kiralık eve taşındım”, diyor.

Bu açıklamadan sonra, garip bir mahcubiyet duygusuna kapılıyorum. Fakat, söylediklerimde samimi olduğumu bugün de söylemek istiyorum. Hele hele okulların satılarak, yerlerine iş hanları yapılmasını bugün de savunmuyorum. Okulların satışından elde edilecek paralarla eğitim yerleşkesi-eğitim sitesi, yapılması gibi gerekçeleri de, haklı görmüyorum. Çünkü bu binalar mimari yapılarıyla, artık bir tarihi değer olup -küçük de olsa- bahçeleriyle şehirlerin akciğeri konumundadır. Buralar, kültür merkezleri, sağlık ocakları, devlet daireleri, sivil toplum kuruluşları olarak pek ala değerlendirilebilir. "Benden söylemesi".

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..