Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '14

 
Kategori
Güncel
 

Gazeteciler duygusal olabilir mi?

Gazeteciler duygusal olabilir mi?
 

Bu sorunun cevabı çok nettir: Hayır!

Bunun nedeni ise gazetecilerin toplumu haberdar etme görevini üstlenmiş olmalarıdır. Gazeteci, gazetecilik mesleğini icra eden; güncel olaylar, akımlar, konular ve kişiler hakkında bilgi toplayıp, olabildiğince tarafsız bir şekilde yayımlamaya gayret gösteren kişi olarak tanımlanmaktadır. Tabii ki her insanın dünya ve siyasi görüşüne göre farklı değer yargıları vardır. Doğal olarak da iyi ve kötüye buna göre farklı olarak yaklaşmaktadır. Ancak evrensel iyi ve kötü değerler konusunda genelde toplumlar üstü bir kabul vardır. Dürüstlük, hakkaniyet ve güvenilirlilik de bunların başında gelmektedir. Bir gazeteciden bu değerleri her ne olursa olsun gözetmesi ve toplumu bunların ışığında olaylardan haberdar etmesi beklenmektedir.

Gazetecilik her şeyden önce tarafsız bir şekilde kamu yararını gözetmek demektir.  Genel tanımlamaya göre gazetecinin bir habere, olaya, olguya, belgeye ve bilgiye dayalı yazılar yazması gerekir. Bunun için de gazetecinin güvenilir kişi olması zorunludur. Gazeteci, gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan olarak da tanımlanmaktadır.

Bu tanımlama kuşkusuz ki çok asil özellikler içermektedir. Gazeteciler de genellikle kendilerini bu gözle görmeye meyillidirler. Teoride hepsi son derece güvenilir kişilerdir ve hepsinin de güç odaklarına karşı sayısız kahramanlık hikâyesi vardır.

Yanlış anlaşılmasın, gazetecileri ve gazeteciliği asla küçümsemiyorum. Tam aksine medyanın gelişmiş demokrasilerin can damarı olduğunu düşünüyorum. Watergate skandalını anlatan “Başkanın Bütün Adamları” filmi bunun kuşkusuz ki en çarpıcı örneğidir. Ancak bu aynı zamanda hükümetlere ve güç odaklarına çalışan medyanın toplumun nasıl can düşmanı haline gelebileceğini de göstermektedir. Bu yüzden de totaliter rejimlerde özgür değil güdümlü ve tümüyle iktidar yanlısı medya, gazetecilik ve gazeteciler vardır.

Türkiye gibi gelişmesini tamamlamamış ülkelerde güç odakları ile medya arasında hep sorunlu bir ilişki yaşanmıştır. Bu açıdan iktidarlara ve güç odaklarına karşı çok acı bedeller ödemiş ve hala ödemeye devam eden gazeteciler vardır. Tersinden de medya üzerinden her devirde farklı linç kampanyaları düzenlenmiştir ve bunun da siyasi ve sivil kurbanları çoktur.

AKP daha doğrusu Erdoğan dönemi ise bambaşka bir yerde durmaktadır. Bu dönemde ilk defa medya ve daha da çok gazeteciler üzerinden muhafazakâr sağ ile liberal sol arasında bir ittifak kurulmuştur. Dünya görüşleri itibarıyla iktidarın muhafazakâr değerleriyle hiçbir ortak noktaları olmayan sol gazeteciler, entelektüeller ve sanatçılar, bu iktidarı kendi laik kesimlerine karşı savunmuşlardır. Bunu yaparken de askeri vesayete ve laik hegemonyaya karşı çoğulcu ve de özgürlükçü demokrasinin yanında yer aldıklarını söylemişlerdir. Çoğulculuğu başörtüsü ve din, özgürlükçülüğü Kürt sorunu, liberalizmi de serbest piyasa ekonomisi üzerinden sahiplenmişlerdir.

Tabii ki bu çok genel bir tanım, söz ettiklerimin içersinde hepsi de bu üç yaklaşımı birden benimsemiyordu. Bazıları için örneğin tek başına Kürt siyaseti bile yeterli bir nedendi. Bazıları da başörtüsü ve din konularına Mevlevi-modern bir bakış açısı oluşturarak yaklaşıyorlardı. Diğerleri için ise liberal ekonomi uygulamaları, İslam ile modern demokrasinin ne kadar uyumlu olabileceğinin başlı başına bir göstergesiydi.  

Yine yanlış anlaşılmasın, bunların tümünü yargılıyor değilim. Katı laik uygulamalara karşı olduğumu ben de defalarca yazmışımdır. Doğrudur, Kürt sorunuyla ilgili farklı bakış açıları edinme imkânım olmuştur. Global ekonomiye sırt çevirmenin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Tüm komşularla balayı havasında olmayı kim istemez ki.

Ancak burada devreye giren, tam da başlıkta bahsettiğim duygusallık oldu. Sol liberal gazeteci, entelektüel ve sanatçıların aslında dindar muhafazakâr kesimi pek de tanımadıklarını ve salt duygusal bir coşkuyla desteklediklerini düşünmekteyim. Tanınmamış veya yeterince tanınmayan birçok isim, bu ters köşe sol-muhafazakâr ittifak sayesinde “ünlendi”. Gazetecilikte parladı, “ağabey” olarak Başbakan’dan iltifat gördü. Köşe yazılarında vesayet gibi yeni söylemlerin hem mucidi hem de iktidar ve medyasının gözbebeği oldu.  Modern Mevlevi yaklaşımlarla sanatına sanat kattı.

Bu balayı havası sonsuza kadar sürmedi doğal olarak.

Genelde 2011 seçimlerinden sonra iktidarın ve özellikle de Erdoğan’ın aşırı güç birikimi sonucunda “zehirlenerek” totaliterleştiği ve sol-muhafazakâr ittifakın da bu yüzden çöktüğü söyleniyor. Bu bir yere kadar doğrudur, ancak en önemli neden sol liberallerin muhafazakâr kesimi ve özellikle de dindar camiayı tam olarak çözememiş olmalarıdır. Daha doğrusu tarafsız gazeteci kimliğini bir tarafa bırakarak, elde ettikleri ün ve maddi imkânlar doğrultusunda duygusal hareket etmeleridir. Sol liberallerin en büyük yanılgıları, hiç tanımadıkları bir dünyaya hep kendi değerleri doğrultusunda yön verebileceklerini zannetmeleridir. Bayram tebriki, başsağlığı mesajlaşması ve Arapça bilgisi imasıyla muhafazakâr veya dindar camiayla yeterince köprü kurdukları yanılgısına düşmeleridir. Muhafazakâr/dindar okur veya izleyici bazında gördükleri ilginin kendilerini şımartmasıdır. Uçak dostluklarının karşılığının isteneceğini unutmalarıdır.

Ne mi oldu?

Her şey aslına rücu etti. Temelde birbirleriyle ilgisi olmayan dünya görüşlerinin siyası beraberliği başladığı gibi hızla bitti. Kaderin ilginç bir cilvesi olarak, sol liberallerin birçoğunun yolu muhafazakâr kesimle kemale ermiş yaşlarında, yani özel yaşamlarının daha “sakin” bir döneminde, kesişti. Yoksa farklı dünya görüşleri, özel yaşamdaki farklı tercihler üzerinden, daha da belirgin olurdu.

Benim anlamakta en zorlandığım konu, bir gazetecinin bunca destek verdiği iktidara ve başbakanına bir anda bu kadar kin beslemesidir. Böylesi bir duygusallık hiçbir şekilde gazeteciliğe yakışmamaktadır. Galiba gazeteciliğin püf noktası, mesleği hiçbir zaman kişiselleştirmemektir. İktidar ve güç odaklarına, tarafsız meslek kimliği adına, her zaman mesafeli durabilmektir. Bu mesafeyi yalnız muhalefet değil, destek adına da sürdürebilmektir.

Ancak geçtiğimiz bu olağanüstü dönemde böylesi sağlam ve güvenilir gazeteciliği beklemek hayalden ibarettir. Mevcut anlamda gazetecilik ya ölümüne tapınma/savunma ya da ölümüne nefret/muhalefet şekline dönüşmüş durumdadır. Bunun böyle olmasında salt iktidarı suçlamak haksızlık olur. Dik durmak sadece rüzgâra karşı olmaz, asıl dik duruş egonun ve çıkarların cazibesine karşı dik durmaktır.

İkincisi konusunda ülkemiz ne yazık ki bir gazeteci mezarlığıdır - değerli istisnaları ayrı tutmak kaydıyla.

Mevcut iktidar cemaat savaşı konusunda hangi gazeteci toplumu önceden uyarabildi?

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..