Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gitmek mi zor, kalmak mı?

Gitmek mi zor, kalmak mı?
 

Gitmek keşke her zaman bu kadar kolay olsa!


Fazla acıkmamıştım, hafiften midem kazınıyordu. Biraz da üşümüştüm. Böyle durumlarda çorba iyi gelir. Büyükparmakkapı Sokağında, Beyoğlu'na yolum düştüğünde gittiğim lokantaya uğrayıp bir çorba içtim. Kalktım; hesabın ne kadar tuttuğunu sordum, “iki buçuk lira” dedi, garson. Cebimde epey bozukluk vardı. Üç lira çıkarıp kasiyerin önündeki tabağa bıraktım. Kasiyer parayı alıp üstünü verecekti ki, tam o anda telefonu çaldı. Normalde öyle durumlarda müşteri paranın üstünü beklemeden bırakıp gider. Ben de öyle yapacaktım. Ama bir kere adam elli kuruşu vermek üzere elini kasaya uzatmıştı. Onun o hareketi yapması benim de gitmemi engellemişti. O kadar basit ve kısa bir hareketti ki, artan elli kuruşu almam için kasanın önünde bir-iki saniye duraksamamda başlangıçta hiç de sıra dışı bir hal yoktu. Zaten o sürede paranın üstünü beklemekten ziyade, sıcak bir yerden soğuk bir ortama çıkmaya hazırlanan birinin bilindik davranışlarını sergilemekteydim. Kabanımın fermuarını çekme, atkımı boynuma sarma falan gibi...

Lokantalarda hesap ödeyen bir müşteriyle kasadaki kişi arasında günde onlarca defa tekrarlanan bir sahnedir bu. Müşteri parasının üstünü beklerken garsonun tuttuğu ucuz kolonyayı sürer; çanta taşıyorsa onu omzuna yerleştirir; bankonun üzerindeki kürdanlıktan kürdan alır (lazım olur diye ihtiyaçtan fazla alıp cebe atmak da adettendir. Sonra onlar orada unutulur, cepten bir şey çıkarmak için el atıldığında da parmaklara batar); duvarlarda lokantanın tanıdık gazeteci-gurme torpiliyle yapılmış tanıtım haberlerinin çerçevelendiği tablolara bakar; “bakalım ben istemeden fiş verecek mi?” diye aklından geçirir; bahşiş verip vermeyeceğini kararlaştırır; o sırada kasiyer otomatiğe bağlanmış parmak hareketleriye para üstünü denkleştirip önündeki bu iş için hazırlanmış tabağımsı kaba bırakır; müşteri o parayı alır, içinden gelmişse bir miktar bahşip bırakıp çıkar. Bütün bunlar birkaç saniye içinde olur biter.

Benimki de öyle olacaktı. Ancak telefon görüşmesi uzadıkça uzadı. Adamın cevaplarından dışardan yemek siparişi verildiği anlaşılıyordu. Sınıtfta tek ayak üstünde bekleme cezası alan öğrenci gibi kasanın önünde dikilip kalmıştım. Ne gidebiliyor, ne de durduğum yerde rahat edebiliyordum. O parayı bahşiş olarak bırakabilirdim. Ama niçin bırakacaktım? Altı üstü bir kase çorba içmiştim. İşyeri ya da garson bunun için bana ek bir hizmet sunmamıştı. Zaten olması gereken şeylerdi: Çorbamı masaya bırakıp gitmişti. Kaşık, peçete, tuz, biber, birkaç dilim de ekmek; hepsi bu... Hesabı masaya istememiştim; bir çorba için ayıp olurdu. Ayrıca, bahşişte bir “yüzde on” oranı kuralı vardır. Kalan para miktarı bu kurala da uymuyordu. Hepsinden önemlisi, para üstünü kasada bırakırsam kasiyerin onu alıp benim adıma garsonların bahşiş kutusuna atacağını nerden bilecektim? O kısacık kararsızlık anında bütün bunlar zihnimden şimşek hızıyla akıp geçti.

Ben o sürede bu kadar ayrıntıyı düşünebildim ama kasadaki adamın telefon görüşmesi bir türlü bitmedi. Telefonun öte ucundakine yemek çeşitlerini saydı, porsiyonların büyüklüğünü tarif etmeye çalıştı, adres aldı. Bunları konuşması benim paramın üstünü vermesine engel değildi. Küçücük bir parmak hareketi yeterliydi. Ama o hareketi bir türlü yapmıyordu. Hiç beklemeden, parayı bırakır bırakmaz gitmiş olsam kalan paranın ne olacağını aslında pek umursamazdım. Adam hesabı almak üzere ilk hareketi yapmış olmasa zaten hiç beklemezdim. Ama bir kere süreci başlatmıştık, yarıda bırakmak olmazdı. Orada öylece kalakalmıştım. Ayaklarımın biri yürümek istiyor, ötekiyse oraya bağlanmış gibi kıpırdamıyordu. Hiç beklemeden çıksam bir jest yapmış olacaktım ama beklemekle o fırsatı kaçırmıştım. O kadar bekledikten sonra gitsem hem bıraktığım paranın bir önemi kalmayacak hem de niye bıraktım diye kendime kızacaktım. Sonradan kendimle kavga etmektense utanmayı göze alıp bekledim.

Ama kendime de kahrettim. Ne diye bozuk para vermiştim ki? Aslında bu gibi durumlarda genelde cebimde bozuk para olsa bile onun yerine bütün para veririm. O zaman da para üstü beklemek yadırganmaz. Verilen para üstünden bahşiş de bırakabilirim. Ama o gün hangi akla hizmet ettiysem çok kritik bir miktar para çıkarıp orada öylece esir olmuştum.

Üç adet madeni lira öksüz üç kardeş gibi tabağımsı kabın içinde öylece bekliyordu. Ben bankonun önünde bekliyordum. Bu arada yanımdan elinde içi yemek dolu ya da boşalmış tabaklarla gelip geçen garson yan gözle bana bakıyordu. Garsonun içinden, “elli kuruş için bekliyor, yuh!” dediğinden emindim. Bu tahmin sıkıntımı daha da arttırıyordu. Adamın telefon konuşması bitmiyordu; sanki gitmem için konuşmayı mahsusçuktan uzatıyordu. Gözlerini benden kaçırmış “hadi git, elli kuruş için mi bekliyorsun?” der gibi bir hali vardı. Bir an ahizeyi elinden kapıp karşıdaki kişiye, “uzatma ulan işte, söyle ne söyleyeceksen de zıkkımlan” diye bağırmayı da geçirdim aklımdan. Yapmadım.

Sonunda bitti. Kasiyer üç lirayı kasaya atıp üstünü verdi. Suratı asılmıştı. Elli kuruş para üstünden vazgeçemeyip bekleyen cimri bir müşteriye güler yüz göstermesi de beklenemezdi elbette! Ama içimden geçenleri bilseydi bana hak vermez miydi? Bahşiş bırakmak öyle basit bir iş değildi ki!..

Resim: http://ozzwizard.deviantart.com/art/Going-going-gone-25178096

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..