Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '15

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Götürmeyin kızımı, o daha çocuk!

Götürmeyin kızımı, o daha çocuk!
 

çocuk hapishanesi


Özgecan'ın hunharca katledilmesi sonucunda, duyarlı olan insanlarımız, görsel medya, kadınlarımız, basın bir hayli ses getirdi. O yavrumuzun yaşamının henüz baharındayken yaşamdan yok olması gerçekten bir trajedidir. Lakin ben umutlu değilim gelecekten. Bir genç kızın vahşice öldürülmesi ile toplumumuzun uyanacağını düşünemiyorum.

Şimdi siz bana, "bu kanıya nasıl vardınız?" sorusunu soracaksınız. Sorun tabi, sorun ki geçmişimizin geleceğimize nasıl yön verdiğine ışık olalım bizler de...

Efendim, neredeyse benim yaşım 60'a gelmiş. Bu yaşıma gelene kadar oldukça fazla benzer haberler okudum, olaylara, adli davalara basından, görsel medyadan tanık oldum. Hala da benzer cinayetler işleniyor. Suçlular, ya akıl eksikliğinden hastanelere tedaviye gönderiliyor, ya kanıt yokluğundan özgür bırakılıyor. Veya hapishanede çürüyor, diğer tutuklularca şişlenip yaşamlarına son verdiriliyor. Ülkemizde adaletin basamakları yeni değildir; benzer davalarla merdivenler aşınmıştır.

Gelelim Özgecan olayına:

Her çocuk tacizinde, ölümünde bir hikâyeyi anımsarım. Genç kızımızın ölümü de beni çocukluğuma taşımıştır: Unutmadan baştan yazayım: Ben İstanbul’un eski semtleri olan, Kartal, Okmeydanı, Fatih, Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy, Taksim, Ortaköy semtlerinde yaşamış, büyümüş; çocukluğumu, genç kızlığımı, ergin, olgun halimi bırakmış bir kadınım.

Bundan tam 50 sene önce, yani ben 10 yaşındayken mahallemizde dilenciler dolaşırdı. Her dilenci geçişinde camları açar onların manilerini dinlerdik. Acılı ağıtlar yakarlar, sokağımıza yas çökerdi... Eğer ağıtı, söylediği manileri acıklıysa, yeni bir şeyse, sokak dolardı, adeta haber ulağı gibi olurdu gözleri görmeyen sakat dilencilerimizin maşrapası bolca bozukluklarla dolardı. Günlerden bir gün hiç aklımdan çıkmayacak bir ağıt dinlemiştim: Küçük kız HANDAN vardı. Hikâyesi şöyleydi:

    "...Handan henüz 6-7 yaşındaydı. Ana kuzusuydu. Bu kuzuya tecavüz edip boğmuşlar. İğneli beşiğe koyup kanını içmişler. Cesedinin üzerine çimento döküp betonlamışlar. Polisler küçük kızın cesedini, bodrumu olan bir evde bulmuşlar."

Handan'ın ölümü tüm sokağımızı yasa boğmuştu. Aklımızdan hiçbir zaman da çıkmadı. Nasıl çıksın ki? Henüz televizyonun ülkemize gelmediği bir zamanın çocuklarıydık bizler. Üstelik annelerimiz/büyüklerimiz de çaresiz kalıp bizi;

 "...Sakın sokağa çıkmayın, yoksa Handan gibi olur sizin de sonunuz."

"...Sakın size biri çukulata/şeker verirse almayın, yemeyin, içindeki uyku ilacıyla uyursunuz, Handan gibi seni de öldürürler," diye koruma duygusuyla evde kalmamızı isterlerdi.

     Böylece henüz gelişmekte olan aklımıza, yüreğimize korkularını ekerlerdi...

Ya gençliğimiz nasıl geçti?

Evet, genç kız olduğumuz yılları anımsarım da aklıma hala Handan Türküleri gelir. Sonra o korkutmaların bir farklı versiyonu ile benzer öğütler verilirdi bize:

 "…Erkeklere güvenmeyin, onlar zehirli yılana benzerler. Zehir akıtır, ölürsünüz!”

“…Dinimizde evlenmeden bir erkeğin elini tutmak caiz değildir!”

“…Ateşle barut yan yana durmaz!”

“…Bir kadın erkeğin elinin kiridir!”

“…Kahvelerin önünden geçmeyin... Geçerseniz de başınızı öne eğinin, kaşlarınızı çatarak geçin. Dik durmayın. Göğüsleriniz belli olmasın. Yoksa kaçırılırsınız, tecavüz edilip, organ mafyasına satılırsınız, vs."

       İşte böyle saçma sapan kaygılar ekildi körpe yüreklerimize, korkular yaşadık her sokağa çıkışımızda. Eğik yürümekle, başımız devekuşu gibi eğmekle duruş bozukluklarımız, alınlarımızda kırışıklıklarımız henüz körpeyken oluştu. Allah’tan kitaplar yetişti imdadımıza. Batı ve doğu klasikleriyle bilinçlendik. Us ve duygusal limanlarımız kütüphaneler oldu.

Peki, bir bu şekilde kemikleşen bilgilerle, olaylar karşısında karşı cinse karşı korkuyla uzak durmayı öğrenirken, erkek nasıl yetiştiriliyor? Ana / Baba evinde kadına karşı eğitilmesi nasıldır? Bu sorulara yanıtı öğretim/eğitim/davranış ve sosyal bilimcilerin yanıt vermesi gerekir, diye düşünüyorum.

        28.02.2015 tarihli Milliyet Gazetesindeki haberle irkildim. Haber kısaca şöyleydi:

“…Manisa Çocuk Hapishanesinde yetişkin genç mahkûmların, küçük çocuk mahkûmlara tecavüz edip, enselerinde sigara söndürdükleri, kameralarca tespit edilmiş. Kamera olmayan odalarda geceleri çocukların acı çığlıkları duyuluyormuş.”

Bu haberi okuyunca “Pes artık!” dedim. Hani derler ya “Sözün bittiği yer,” diye. Hayır, efendim; biz yıllardır sözün bitmediği yerdeyiz halen!

Şimdi o çocuk hapishanesi cehenneme açılan bir çukur değil mi?

Nasıl olur da buna adalet göz yumar?

Nasıl olur da küçük çocuk mahkûmlarla, daha büyük genç mahkûmlar aynı koğuşta bir arada olurlar?

Hangi mantık, tecavüz eden ile mağdur çocuğu aynı koğuşa hapseder?

SÖZ BİTİYOR MU?

Bitmiyor işte…

        Adli sicilin 2011 verilerine baktığımızda her yıl 150 bin çocuk suç işliyor. Bunlardan128 bin 856’sı erkek, 12 bin 56’sı da kız çocuğu olarak tutuklanıp çocuk hapishanelerine gönderiliyor, diğerleri hafif suç işlediklerinden –para cezası- ile özgür bırakılıyormuş. Kötü bir tablo değil mi? Sanki bu çocuklar -her yıl suç üretme makinesinden çıkar- gibi çocuklarımızı adaletin terazisine koyuyoruz.

Bizler adaletin doğru, sağlıklı işlemesini bekliyoruz. Adaletten önce okul öncesi eğitim kurumlarının bilinçli olarak işlemesi şart. Suç işleyen çocuklarımızın, esaret değil bu konuda psikiyatr desteği ile eğitilmesi, meslek edinmesi şart. Hem ana baba eğitimi, hem çocuk/genç, kadın/erkek BİLİNÇLİ bir eğitim şart. Danışmanlar, gelişim uzmanları tarafından çocukların kişisel sorunlarına çözümler üretilmelidir. Cezaevleri bu tür kirliliklerden arınma özelliğine kavuşturulmalıdır.

         Suç işlemiş çocukların eğitim ve öğretimleri sağlanmalıdır. Sanatın, sporun önündeki engeller kaldırılmalı; çocukların sınırsız erişimi olmalıdır. Aksi halde o çocuklar yaşamın penceresinden hep “potansiyel suçlu” olarak bakacaklardır.

Sokaklardan kedi/köpek toplar gibi o çocuklara “Toplama Kampı” anlayışından uzak tutulması gerekir. Aksi halde benzeri kötü haberleri okuyacağız, izleyeceğiz, acıyacağız, ağlayacağız, yas tutup, unutacağız. Yenileri yaşanana kadar…

Şimdi televizyon, bilgisayar yaşamımıza girdi. Artık her vaka anında evlerimize taşınıp, bilgi ediniyoruz.

      Türkiye Cumhuriyeti’nin polisleri tarafından sayısız işkenceye maruz bırakılan ”Manisalı Gençler Davası” nı hepimiz anımsarız. Şahsen ben unutmadım: Hala kulaklarımda uğuldar o annenin çığlığı:

 

”Götürmeyin kızımı, o daha çok küçük!”


Emine PİŞİREN

02.03.2015

 
Toplam blog
: 141
: 1282
Kayıt tarihi
: 02.11.08
 
 

Kayseri- Develi doğumluyum. İlk- orta- lise ve üniversiteyi istanbul'da bitirdim. Kültür Bakanlığ..