Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mart '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Güneydoğu Anadolu araştırmaları

Güneydoğu Anadolu araştırmaları
 

Çağdaş tarım için gerekli bazı araçlar (Kilis Musabeyli Haziran 2007)


Bugün DHA Diyarbakır Muhabiri Ferit ASLAN'ın sanal ortamdaki Milliyet Gazetesi'ne düşen ''Doğu ve Güneydoğu'da kayıtlı 5 milyon 627 bin kişi Batı'da yaşıyor'' başlıklı haberi, gözlemlerime göre son kırk yılda göç anlamında neler yaşanmış olduğunu çok çarpıcı olarak ortaya koyuyor.

Prof. Dr. Birsen GÖKÇE başkanlığındaki Sosyoloji Derneği'nin 1996'daki II.Sosyoloji Kongresi'nin konusunun TOPLUM ve GÖÇ olarak adlandırılması Türkiye'deki göç olgusununa dikkat çekilmiş olması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. 20-22 Kasım 1996'da Mersin Üniversitesi'nde düzenlenen ve toplam doksan altı bildirinin sunulduğu bu konferansta İç Göç ve Dış Göç olguları yanında Doğu ve Güney Doğu Anadolu ile ilgili göç olaylarının değişik yönleri de dile getirilmiştir. Büyük bir katılım ile gerçekleştirilen bu sempozyumda ''göç olgusu'' bütün yönleri ile ortaya konulmaya çalışılmış, pek çok sayısal açıklamalar dile getirilmiş, yeri geldiğinde tartışılmış ve bazı öneriler de dillendirilmiştir. Ne yazık ki binbir emek ile yazılan bu gibi değerlendirmeler ''karşı taraf'' olarak gördüğüm devlet ya da hükümetler nezdinde hiç de önemli değildir. Bugün o yıllara doğru baktığımda; egemen güçlere göre ''bulanık suda balık avlamak'' dün olduğu gibi bugün de çok daha kârlı ve oy dönüşümü daha kolay bir yol olarak görüldüğünü anlıyorum.

Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Rüstem ERKAN, elde ettikleri rakamların Türkiye'nin diğer illerinde Kürt kökenli nüfus hakkında da bilgi verdiğini ve en fazla Kürt kökenlilerin İstanbul’da yaşadığını belirterek, şunları söylemiş:

“İstanbul'da 1 milyon 956 bin 816 kişi sözü edilen illerin nüfusuna kayıtlıdır. Bunu İzmir 491 bin 544, Adana 403 bin 209, Mersin 318 bin 92, Ankara 247 bin 162, Kocaeli 181 bin 954, Bursa 176 bin 183, Antalya 139 bin 298, Manisa 85 bin 263 ve Aydın 76 bin 780 kişi ile izlemektedir. İstanbul'da yaşayan 172 bin 28 kişi Mardin, 168 bin 12 kişi Bitlis, 160 bin 43 kişi Diyarbakır nüfusuna kayıtlıdır. İzmir'de yaşayan 126 bin 339 kişi Mardin, 61 bin 53 kişi Diyarbakır nüfusuna kayıtlı iken, Ankara'da 20 bin 705 kişi ve Bursa’da 25 bin 525 kişi Diyarbakır nüfusuna kayıtlıdır.”

''Doğu ve Güneydoğu’daki önemli illerin nüfus hareketlerini derlerken çarpıcı sonuçlara ulaştıklarını söyleyen Doç. Dr. Rüstem ERKAN, bu kentlerde nerdeyse yaşayan mevcut nüfuslarından fazlasının kayıtlı olmasına rağmen il dışına yaşadığının ortaya çıktığını söyledi. Mardin nüfusuna kayıtlı 658 bin 218, Şanlıurfa nüfusuna kayıtlı 617 bin 22, Diyarbakır nufusuna kayıtlı 558 bin 916, Ağrı nüfusuna kayıtlı 491 bin 329 ve Van nüfusuna kayıtlı 321 bin 348 kişinin kayıtlı oldukları kentin dışında yaşadıklarını kaydetti.'' (Alıntı yeri: http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1215274&Date=23.3.2010 )
1983'te Eğitimci Kenan OKAN'ın bir yazı dizisine bağlı olarak yaptığı önerisi ile GAP konulu ilk belgeselimden sonra DİYARBAKIR, MARDİN ile ŞANLIURFA illerinin tanıtımı için dolaşmış olduğumdan Güneydoğu Anadolu konusundaki olaylar ile araştırmalar hep ilgimi çekmiştir. Çocukluğumda öğrenmiş olduğum Adıyaman Kırmanççası da yöredeki ağızları dinlemek ve anlayabilmek bakımından bana çok yararlı oldu. 1985'te İhracatımızdan Kesitler adlı dizinin çekimlerine İstanbul, Antalya ile Mersin'den sonra Gaziantep ile Diyarbakır illerini de katmış; bölgenin tarım, ticaret, sanayi üretimi ve dış satım gücünü yetkililerin yaklaşımları ile duyurmaya çalışmıştım.


Ayrıca GAP ve Yarınlarımız adlı diziden sonra 1989 ile 1992 yılları arasında TRT Gap TV Sorumlusu olarak çalışma arkadaşlarım ile birlikte bölgeye yönelik tarım, kültür, arkeoloji, eğitim, edebiyat, sağlık, konar göçerlik, sanat, enerji ve spor ağırlıklı tek ya da dizi yayınlar ile yöreyi Türkiye'ye olduğu kadar bütün dünyaya tanıtmayı da amaçlamıştık.
İşte bu bakımdan Güneydoğu Anadolu'nun toplumsal olduğu kadar, tarım, sanayi, ticaret ve halkın yaşayış biçimleri ile özellikle kırsal alanlardaki üretim ilişkileri yapısı bilinmeden, artan nüfusun eğilimleri bağlamında giderek büyüyen sorunların çözümlerine kavuşmak oldukça zordur. Bu durumda kişilerin kendilerince çözümler bulacağı; ailelerin birbirleri ile çatışabileceği ya da başta topraksızlık olmak üzere terör dahil diğer bir kaç nedenden dolayı göçmek zorunda kalacakları da bir gerçektir.


Bu açıdan bir toplumun ilk en önemli yansıması diyebileceğimiz nüfus olayı ile birlikte göç etme eğilimi ve nedenleri ile göçlerin yöneldiği alanlar da büyük bir önem taşır. Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Rüstem ERKAN'ın Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerilerini derleyerek yapmış olduğu geniş kapsamlı nufus ve göç araştırması geleceğe bakış için olduğu kadar dünün anlaşılması bakımından da değerlendirilebilir. Bu bağlamda özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinde yaşayan yurtaşlarımızı ilgilendiren: Neden, nasıl, niçin, ne zaman başlıklı sorularının açıklanmasına doğru da bir adım atılmış olabilecektir.

Ne yazık ki ne Doğu Anadolu'da ne de Güneydoğu Anadolu'da TOPRAK AĞALIĞI konusunda hiç araştırma yapılmıyor. Ayrıca dil bilim ve anlam bilim içerikli etnik dil ya da ağız ve şive araştırmaları da yapılmıyor. Var olanlar ise ne yenilenebiliyor ne de hasbel kader çalışılmış olan alanlar dışındaki yerlerde yeni araştırmalar yapılabiliyor.


Türkiye'deki araştırma bütçelerinin güdük bırakılması yanında yöreden kaynaklanan başka başka sorunların varlığını da kimse inkâr edemez. Bu konuda resmi anlamda ya da yöredeki etkileşimler bağlamında bir içe dönüklük ya da peşin hükümlülük vardır diye düşünüyorum. Bu yüzden de ne yazık ki Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da toplum bilimleri bakımından ne monografik ölçekte ne de karşılaştırmalı olarak geniş çaplı arştırmalar yapılmaktadır. Kaldı ki çok yakından bildiğim bir araştırma yöre insanının eğitimsiz bırakılmışlığı yanında, yanlış bir ''bizlik'' tutum ve davranış kalıpları ile peşin hükümlülüklerden dolayı bir araştırmanın aynı köylerde yeniden yapılması zorunluluğu doğmuştur.


Bazı araştırmalarda ya da yüzeysel açıklama denemelerinde Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu'daki mülkiyet ilişkileri ile tarısal üretim, hak hukuk ve egemenlik ilişkileri için Batı'daki varlığı yüzyıllarca sürmüş olan bir örgütlenme ve üretim biçiminden dolayı, bizde de bir yakıştırma olarak ''feodalite'' denilmektedir.(Bu konudaki en temel eserlerden biri olarak Marc BLOCH (1886-1944)'un Feodal Toplum (Paris 1939) adlı dev eseri salıkverilebilir).

Ayrıca Asya Tipi Üretim Biçimi yanında Yarı Feodal Yapı anlamındaki yaklaşımlar da Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu'nun açıklanmasında kullanılan başlıca kavramlardır. Öncelikle bir aşiret kökenli olan ve yöredeki söylenişi ile ''ağalık'' toplum bilimleri açısından ''içinde aylarca bulunularak'' enine boyuna pek incelenemiyor. Sanırım bu konuda ''ağalar''dan olduğu kadar onun çevresinden de kaynaklanan büyük bir direnç var. Bu gibi tavır alışların en önemli dayanağı ise bir halk bilimcinin yıllar önce bana örnek olaylara da dayalı olarak anlatmış olduğu ''kapalı toplum'' olma özelliklerinin, kişileri sürekli olarak sır vermekten ya da bazı davranışlarını açıklamaktan kaçınmaları eğilimidir.


Bu eğilimlerin içinde ''bizlik'' duygu ve düşüncesi kadar, yüzyıllardır pekişerek yaşanan kendilerini hiç bir biçimde dışa açmamak konusundaki bilinçlenmenin de payı vardır. İçinde belirli bir oymak, belirli bir dil ya da ağız, belirli bir konar göçerlik ile çerçevesinde gelişen ''bizlik'' yapılanması, yıllar içerisinde kendine özgü ve içe dönük bir ''kimlik'' oluşumunu da yaratmıştır. Bu yüzden en yakınlarında bulunan diğer oymaklar ile geniş toplum arasında gelişen ilişkilerdeki çıkar ilişkileri ile çatışmaları da içeren yanyana yaşama süreçleri içinde; kendisini ötekilerden korunmaya dayalı savunma belirgin bir örgütlenmeyi de gerekli kılmıştır.

Unutmayalım ki Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu arkeolojik bulgular ile yazılı kaynaklara göre nice yayılmacı güçlerin akınlarına da uğramış olduğu için her bir oymak ya da topluluk Ksenofon (Attika İ.Ö.431- Korint 357)'un Anabasis (On Binlerin Dönüşü) adlı eserinden öğrendiğimize göre daha bir çatışmacı kimliğe bürünmüşlerdir. İşte kökenleri çok eskilere dayanan bu direncin ya da yörede bir türlü aşılamayan; konar göçerlik ile de bağlantılı bu çatışmacılık duvarı; yöredeki oymakların, benzer özellikteki oluşumların Arap bedevilerinde de olması yüzünden Arapça adlandırmaya göre ''aşiretler'' olarak adlandırılmalarına ve kökleşerek varlık kazanmalarına yol açmıştır. İçinde nice egemenlik süreçleri ile birlikte varlığını korumaya çalışan bu ''bizlik'' içerikli ''aşiret'' bağları; zorunlu olarak her bir topluluğun kan bağı özünde birer yönetici kesime bağlanmasına da neden olmuştur. Kendilerine ''han'', ''bek(bey)'', ''emir'' ile ''ağa'' gibi sıfatlar verilen bu kesimin varlığı tarım alanlarındaki üretimin yoğunlaşması yanında hayvancılığın ve İpek Yolu'na bağlı olarak tivaretin de gelişmesi ile güderek güçlenmiştir.

Bu bakımdan ne Selçuklu Devleti'nde ne de Osmanlı Devleti'nde bulunmayan tapusuz olarak toprak egemenliği sağlanabilmesi dünden bugüne kadar gelebilmiştir. Bugün yöredeki ''toprak ağaları''nın egemen oldukları geniş alanlar ile tapuları bakımından saip oldukları alanlar birbirleri ile çelişir. Kaldı ki özellikle ilçelerin çoğunda eski nüfus kayıtları ile diğer Osmanlı döneminden kalan Tahrir Defterleri ile Sicil Defterleri de tam olarak bugünkü Türkçe'ye çevrilebilmiş değildir. Bozova'da 1988'de belgesel çekimlerim sırasında gördüğüm Osmanlı nüfus kayıtlarının içler acısı durumu, yıllar geçmiş olsa da gözlerimin önünden hiç gitmez. İşte bu gibi nedenlerden dolayı bir araştırmanın maddi yönden desteklenmesindeki güçlüklerden başka yörede de adlandırıldığı gibi ''ağalar'' ile görüşmek ve anlaşmak zor olsa gerek.


Benim görüştüğüm bazı ağalardaki anlayışlı tavırlar yanında, her şeye rağmen direnen bir yanlarının var olduğunu da sezmiştim. Öğrendiğime göre öncelikle ağaların büyük bir çoğunluğu ne egemen oldukları toprakların ne de çevrelerinde sözde egemen oldukları söylenen köylerin resmi sahibidirler. Onların söz konusu uçsuz bucaksız toprakların sahibi olduklarına dair ellerinde hiç bir tapuları yoktur. Onlar yalnızca atalarından kendilerine intikal eden o toprakları ekip biçmek; o toprakların sınırları içinde bulunan köylerde oturanlar ile de ''ağa-kahya-elçi-maraba-çiftçi-ortakçı-yarıcı'' olarak üretim yapmak durumundadırlar. Onlar egemenlik alanları içinde bulunan hiç kimseye karışmazlar. İsteyen gelir yardım eder ya da etmez. İsteyen izin alarak ya da hiç bir izin almadan bir elçinin peşine takılarak mevsimlik işçi olarak Çukurova ile Maraş'a gidebilirler. İsteyen terör örgütüne katılmak için dağa da çıkabilir. Ne ki kendilerine bel bağlamış, büyük bilmiş bu köylülerin elmasından pirincine, unundan kurbanlık koyununa kadar ağalar sorumludur. Gerektiğinde kendilerine çok yakın olanlara ya da ihtiyacı olanlara nakit desteğinde de bulunur ağa. İşte kısaca anlatmaya çalıştığım bu ilişkiler ağı içerisindeki kimi kişiler ya tek tek ya da ailecek bir başka yere de yine izin alarak ya da hiç bir izin almadan göçebilirler.

İlk olarak DİE tarafından 1993(?)'te yapılan GAP Nüfus Araştırması'ndan sonra DİYARBAKIR'da Doç. Dr. Nusret ERKAN'ın yapmış olduğu bu araştırma çok önemli bir boşluğu dolduracaktır. Ayrıca geçen yıl MERSİN'de Doç. Dr. Yaşar ERJEM tarafından yapılan Mersin'in Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nden almış olduğu İç Göç Araştırması da Sayın ERKAN''ın araştırmasının bir başka boyutu olması bakımından pek çok anlamlı bilgiler içermektedir. 1996'dan beri Mersin'de bu alandaki çalışmalarını bildiğim Sayın ERJEM'in çok tutarlı bir yaklaşım ve titiz bir değerlendirme ile yazmış olduğuna inandığım bu araştırma sanırım bu alanında yapılmış olan ilk çalışmadır. Gazeteci Nail GÜRELİ'nin Onuncu Ses adlı köşesinde İç Göç ve Mersin başlığı ile özetlemiş olduğu bu araştırmaya göre:
''Mersin’de 23 mahallede 1022 haneye'' geniş kapsamlı bir anket uygulanır. Buna göre:
''Mersin’e göç edenlerin yüzde 68’ini Güneydoğu’dan, yüzde 15’ini Doğu Anadolu’dan gelenler oluşturuyor. Özellikle Diyarbakır, Siirt, Şırnak, Bitlis, Mardin, Adıyaman, Şanlıurfa gibi kentler başı çekiyor.
Göç edenlerin yüzde 77’si 1980 sonrasında geliyor. Mersin’i seçme nedenlerinin başında yüzde 55’le iş bulma umudu yer alıyor.
Gelenlerin yüzde 21’i engelli.''
''Kentleşmeyle birlikte hastanede doğum oranı artıyor. Ama yine de son doğumunu evde yapanların oranı yüzde 51.''
''Kadınların büyük çoğunluğu (yüzde 85) tekrar çocuk sahibi olmak istemiyor. Yüzde 82’si çok çocuk yapmaya olumsuz bakıyor. Yüzde 22’si kürtaj yaptırmış. Hamile kalmayı önleyici yöntemleri uygulayanların oranı yüzde 30.''
''Göçenlerin yüzde 47’si müstakil evde, 24’ü dairede, 23’ü gecekonduda oturuyor. Katılımcıların çoğu gecekondu sözcüğü yerine müstakil ev tanımını kullanıyor.''
''Kendilerini köylü olarak tanımlayanların oranı yüzde 66. Yüzde 49’u kendilerini çok yoksul, 36’sı yoksul sayıyor.''
''Göç edenlerin yüzde 75’i iki dil konuşuyor. Türkçenin dışında en çok konuşulan diller yüzdeyle Kürtçe 68, Arapça 4, Zazaca 2. Türkçenin her yerde kullanılma oranı yüzde 92, Kürtçenin 53. Evde konuşulma oranı ise Zazaca yüzde 80, Arapça 44, Kürtçe 42, Türkçe 2.''
''Göçün ilk günlerinde en önemli sorunların yüzdeyle sıralaması şöyle: Ekonomik 42, uyum 12, sağlık 6, konut 5. Daha düşük oranlarda iklim, stres, boşanma, hırsızlık uyuşturucu sıralanıyor. Sorunum yoktu diyenler yüzde 36.
Halen yaşadıkları sorunların başında ekonomi yüzde 42’den 76’ya çıkıyor. Hiç sorunum yok diyenler yüzde 36’dan 15’e iniyor. Uyum sorunu da yüzde 12’den 1.2’ye düşüyor. Sağlık, eğitim, konut sorunlarında ise artış var.''
(Nail GÜRELİ: http://www.milliyet.com.tr/ic-goc-ve-mersin/nail-gureli/siyaset/yazardetay/17.03.2010/1212397/default.htm?ver=60 )


Her iki önemli araştırmayı da görmediğim yalnızca gazeteya yansıyan özet bilgilere göre anladığım kadarı ile yöreden göç edenlerin ya da yörede yaşayanların; yörede ortalama %50 ağırlığı olan ''ağalık'' bağlamındaki değerlendirmelerini bilemiyoruz. Bu bakımdan GÖÇ olayının temelindeki bu FEODAL durum da irdelenmeli bence. Bu açıdan çok az olan çalışmalara rağmen Dr. Muzaffer SENCER ie arkadaşlarının 1992-1993 yıllarını kapsayan GAP'TA TOPLUMSAL DEĞİŞME EĞİLİMLERİ adlı alan araştırmasına göre:

''GAP illerindeki Feodal İlişkiler özellikle köylerin %61.8'inin ''bir ya da birkaç aşirete bağlı'' olarak varlıklarını sürdürdükleri biliniyor. Bu bağlamda ''aşiret köylerinin oranı MARDİN'de %83.3 ADIYAMAN'da %60 ŞANLIURFA'da %55.5 DİYABAKIR'da %37.5 iken GAZİANTEP'te yalnızca %16.7'dir.(Kaynak: Dr. Muzaffer SENCER 1992: s.143. Alıntı yeri: Prof. Dr. Birsen GÖKÇE CANSUYU GAP : Karşılaştırmalı Sosyal ve Ekonomik Yapı Araştırması, TC. GAP İdaresi ile Sosyoloji Derneği Yayını Ocak 2010)


Toplum Bilimci Dr. Muzaffer SENCER'in ''GAP Bölge Kalkınma İdaresi tarafından Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası'na yaptırılan araştırma, GAP alanına giren kırsal ve kentsel toplulukların bir toplumsal profilini çıkararak, Proje'nin bu yapıda yaratacağı değişmeleri dinamikleriyle birlikte saptamayı ve hedeflerine ulaşmasını engelleyebilecek sosyal faktörleri belirlemeyi'' amaçlamış.


Her toplum bilimsel araştırmanın ortaya koymakta olduğu kişilerin açıklamalarına bağlı somut ve sayısal içerikli durumlar, eğer ilgililerce gerektiği gibi anlaşılabilir ve eski yaklaşımlarını bırakarak olaylara yeniden bakabilirler ise amacına ulşaır. Bu açıdan bu önemli araştırmanın özetindeki belirgin yaklaşımlar büyük bir önem taşımaktadır. Özellikle vurgulanan ''Bu saptamalardan yola çıkarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi, araştırmanın nihai amacını oluşturmaktadır.'' açıklaması umulur ki bölgenin olduğu kadar bu bölgeden etkilenen bütün ülkemizde de gerekli tedbirlerin alınmasına yol açabilecektir.


1992-1993 yıllarını kapsayan bu araştırma Güneydoğu Anadolu illerini belirli ölçütlerden dolayı temsil ettiği düşünülen Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Mardin ile Şanlıurfa'nın ''33 köy ile 5 il merkezi ve bu illere bağlı 3 ilçe merkezi olmak üzere 18 kentsel yerleşim alanında'' yapılan araştırmada yüzyüze görüşme tekniklerinden biri olarak ''1406 anket'' uygulanmış. Bu kapsamlı araştırmanın pek çok saptaması yanında özellikle tarım, toprak, hayvancılık, üretim ilişkileri bağlamında olanlarını burda sıralamak istiyorum:
''Köylerin toplumsal yapısı genelde bölgedeki toplumal örgütlenme ve bağlılık biçimi olan aşiret ilişkisine dayanmaktadır. Köylerden % 61.8'i bir ya da birkaç aşirete bağlı hane halklarından oluşmaktadır. Aşiret köylerinin oranı Mardin'de % 83.3, Adıyaman'da % 60.0, Şanlıurfa'da % 55.5, Diyarbakır'da % 37.5 ve Gaziantep'de % 16.7'dir. Hane reislerine kendilerini bir aşirete bağlı sayıp saymadığı sorulduğunda, yaklaşık yarısı (47.3) bir aşirete bağlılığı bulunduğunu belirtmiştir. Bu bağlılık kırda % 57.2'ye yükselirken, kentte üçte bire (% 33.3) kadar düşmektedir. Bu durum kır kesiminde aşiret bağının günümüzde de önemini korumasına karşılık kentte giderek çözülme sürecinde olduğunu göstermektedir.''
''Tarımla geçinen hane reislerinin % 74.1'i doğrudan işletmecilik yapmaktadır. Başkasının toprağında yarıcılık-ortakçılık biçiminde toprak işleyenler % 9.6, kiracılık yapanlar % 1.1 oranındadır. Toprağını yarıcılık yoluyla işletenler % 0.7, kiracıya verenler ise % 0.4'tür.
Araştırma alanında işletmeler genelde küçük olduğu gibi, çok parçalıdır. Topraklı işletmelerin ancak % 26.1'i tek parça bir bütün halindedir.
Kır kesiminde tarımla uğraşan hane reislerinden kooperatif üyesi olanların oranı % 18.6, kentte ise % 16.7'dir.''
''Hane reisleri ekonomik sorunları bölgenin en önemli sorunu olarak görmektedir. Araştırma genelinde işsizlik ve topraksızlık %
42.7 ile en önde yer almaktadır.''


Değerli Meslektaşlarımı bu çalışmasından dolayı kutlarım. İç Göç olayı çok önemlidir. Bir yönü ile de GÖÇ olmadan gelişme olmaz. Ne ki bu gibi göç olayları; kişilerin sağlık, eğitim, barınma, düzenli gelir sağlanabilmesi gibi çağdaş uygulamalar ile desteklenmez ise göçülen alanlarda pek çok rahatsızlıkların doğacağı hatta suçluluk oranlarında belirgin bir yükselmenin de yaşanacağı unutulmamalıdır. Son yıllarda bu gibi sorunların giderek daha bir kendini hissettirdiğini özellikle kitle iletişim araçlarında görüyoruz. Ne yazık ki güvenlik güçlerinin İnsan Hakları kuralları dışına çıkarak uyguladıkları bazı davranışları yanında, karakollara başvuranlar ile ilgili olarak düzenlenmesi gereken ayrıntılı bir bilgi dökümünün yürürlükte olmaması bu konulardaki olası araştırmaların içeriklerini çok kısırlaştıracaktır.

Ayrıca bu konuda eğer var ise (bana göre belgesiz ve dayanaksız) bazı bilgiler geniş toplum ile paylaşılmadığı için çözüme yönelik gerekli etkileri sağlayamamaktadır. Devlet arşivlerinde saklanmakta olduğunu düşündüğüm bu gibi ham bilgilerin, çağdaş çözümleme için yeterli olamayacağı da çok açık. Buna ''sümen altı etmek'' ya da şimdilik ''üstünü örtmek'' diyebiliriz. Bu yüzden de ivedilikle yapılması gereken değerlendirmeler ile ''polisiye'' çözüm önerilerinin çok bilinçli olarak, bir başka bahara bırakıldığını sanıyorum. Eğer böyle ise bunun da çağdaş devlet anlayışı ve İnsan Hakları ile nasıl bağdaştırılabildiğini anlamak gerçekten çok güç. Kaldı ki polis eğitimindeki toplumsal bilimler eğitiminin noksanlıkları yanında güvenlik güçlerinin çalışma alanlarındaki görevliler arasında yeteri kadar ne bir sosyolog ne bir psikolog ne de sosyal çalışma (hizmetler) uzmanı vardır.


Bütün ülkemiz her bakımdan araştırılmalı ki içi boş siyasi sloganlar ile yıllarımızı harcayan makam sahipleri; bu gibi araştırmalara bağlı olarak nice toplumsal, kültürel, hukuki ve ekonomik çözümler için gerekli eğitim öğretim, görevlendirme ve eşgüdüm tedbirleri alabilsinler. Umudumuz budur. Ne yazık ki siyasiler oy avcılığı yanında değişik içerikli ''rantlar'' peşinde koşarken topraksız, ezilmiş, yıpranmış ve üzgün milyonlarca yurttaşımız da GURBET YOLLARI'na düşüyor. Yörede kalanların kapalı toplum özellikleri süredururken göç ederek Batı'ya gelenler de değişimin sancısını ve ekonomik sıkıntıları yaşıyorlar.


Son günlerde ivedilikle gündeme oturmuş bulunan Anayasa Değişikliği Paketi, bana göre milyonlarca Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu insanının istihdam, sağlık, eğitim, konut edinme, temiz içme suyu içebilme, toprak mülkiyeti ile çiftçi eğitimi konularına öncelik vermekten çok uzak bulunmaktadır. Çünkü ne yazık ki siyasilerimiz alt yapıdan, bölgesel çaptaki çağdaş ilişkilerden ve mülkiyete dayalı hukuk düzenlemelerinden çok; birbiri ile ilintili ve bazı atamaları da içeren üst yapı örgütlenmesini düzenleyebilmek çabası içerisindedirler.


Gelecek yazımda Sosyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Birsen GÖKÇE Hocam ile değerli toplum bilimci arkadaşlarımın büyük çabaları ile 2007 yılında bütün GAP illerini kapsayan alan araştırmalarına dayanılarak yazılmış olan ''Bölgesel Kalkınmanın Cansuyu GAP'' (XLII + 417 sayfa. GAP İdaresi Yayını Ocak 2010 Ankara) adlı eseri tanıtmak istiyorum.

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..