Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '14

 
Kategori
Edebiyat
 

Güngör Tekçe’nin imbikten süzülmüş şiirleri “Geçerken” de

Güngör Tekçe’nin imbikten süzülmüş şiirleri  “Geçerken” de
 

Güngör Tekçe şakacı, takılgan (muzip), söz ustası bir şairdir. Yerginin dilini ustalıkla kullanır. Kimseyi alaya almaz; ama alaysılamalı dokundurmadan da geri kalmaz. Sevecenliğin, hoşgörünün, sevginin ıslığı da yakışır diline. Derinine varınca ince sızıyı, hüznü, acıyı da duyumsatır size. 

İkinci Yeni’nin başlangıç yılını 1955 olarak alırsak, Güngör Tekçe 18 yaşındadır o tarihte. Şiir tutkunu bir gençtir. 1956 yılında ilk şiirleri, şiir çevirileri Varlık Dergisi’nde çıkmaya başlar. 1964 yılına dek şiir çalışmalarını sürdürür. Kendini öne çıkarmaz, her yere şiir göndermez, ün peşinde koşmaz, kitaplaşma gibi bir derdi de olmaz. Kendine özgü bir sesi, tınıyı yakalamak, şiirini dik tutmaktır amacı. 

Güngör Tekçe 1965’te TRT İstanbul Radyosu’nda metin yazarı-programcı olarak başlar, çok sayıda programa imza atar. 1973’te İzmir Radyosuna Tiyatro Şubesi Müdürü olarak atanır. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 1991’de düzenlediği Kadın konulu şiir yarışmasında en uzun şiiri “Kadınistan”la  mansiyona değer görülür.  

İlk şiir kitabı “Sabah mısın” (Broy Y. 1994) Tekçe’nin dost  imzasıyla 1996 yılında ulaştı bana.“Sabah mısın” adlı kitabında yer alan şiirler 1956-1994 arasında yazılmış, demlenmiş şiirlerdir. 38 yılda 55 şiir.. Kalıcılığın ölçütü bağlamında bakarsak, Güngör Tekçe’de niceliğin değil niteliğin öndelendiğini görürüz. 

İlk kitabı “Sabah mısın”dan sonra “Büyüklere Kuşlu Mektuplar” ve “Kuşlu Mektuplarım Döndü “adlarında iki çocuk kitabı okurla buluşur. Tekçe bu iki kitabıyla sanki “çocukların çok çocuk, büyüklerin de çok büyük olmadığını”  anlatmak ister gibidir. Sözcükler dünyasına yeterince egemen olamayan çocukların dili olmayı düşünür ve bunu da başarır. 

Şiire erken başlayan, çeviri şiirleriyle dikkat çeken, şiirle biçimlenen bir şairin kitaplaşmak için 30 yıl beklemesi, 58 yaşını bulması ilkin şaşırtır insanı. Ancak o geç kitap yayımlamaktan şikâyetçi değildir, eksiklenmez bundan dolayı. “Hiç çıkmasa ne olurdu?” diye sorar kendine.  Nasılsa belli başlı birkaç dergide şiiri yayımlanıyor, bundan sonra da yayınlanacak, kitap çıkarmasa da olur mu? Olmaz! “Desem ki, ben dalgın bir adamım, tek tek şiirlerimi unuturum, gözümün önünde topluca dursun diye giriştim bu işe, inanmaz kimse değil mi, o zaman ben de az çok inandırıcı bir yanıt arayayım: doğrusu karım radyo oyun yazarı, çevirmen Güray Tekçe’nin desteği, daha doğrusu  iteklemesi olmasa yan gelip yatardım yine.” (1)  İyi ki yan gelip yatmamış, iyi ki şiirin zorlu, sıkıntılı, incelikli yokuşunu tırmanıp gelmiş bugünlere.

“Neden kitap yazar insan?  Umut!” O yüzden her yeni kitabına bu umutla bakar Güngör Tekçe; “kendisini, çevreyi, doğayı, evreni sorgulayarak, gücü yettiğince hesaplaşmaya girişerek, yeni siperler kazarak, sonra düpedüz yürüyerek ya da koşarak, olup biteni gözlemleyip düşünerek” yürünen bir umut yolculuğudur bu.     

Az yazan, öz yazan, seçici davranan bir şairdir Tekçe. Çok şiir yazıp çok dergide görüneyim, daha sık kitap çıkarayım gibi bir derdi yoktur. Kendine saklı, yalın, duru; ama sesinin tınısı güleç, inandırıcı, dik duruşlu. “Birinci Yeni şiirinde çocuk ilk defa sokağa çıktı. Sokağını, mahallesini keşfetti. Gecelerini yine evde geçiriyordu ama, sokakla da tanıştı. İkinci Yeni ise, bağımsız, renkli, şaşırtıcı bir şiirdir. Ve artık o çocuğu kimse tutamadı. Arada bir eve uğrar oldu. Birinci Yeni şiirisokağını, mahallesini keşfe çıktı. İkinci Yeni ise alanı çok genişletti.” (2)

Onun ses, doku yakınlığı duyduğu şairlerden önceliği Cemal Süreya alır. Bu yakınlığa, dostluğa İkinci Yeni’nin başı çeken diğer şairleri Turgut Uyar, Edip Cansever, Ece Ayhan da eklenir daha sonra.

İçinde taşıdığı o şakacı, takılgan çocuğu, çocuk saflığını korur. Yıpratmaz, örselemez. “Ön yargılardan, kültürel kalıplardan, değerlerden sıyrılıp salt o dünyayı görmek” ister. Haylaz, ama zeki, akıllı bir çocuğun algısı, sezgisi, gözüyle bakar dünyaya. 

2001 yılında yayımlanan ve aynı yıl “acıyı yüreğinde duymuş “ bir şair olarak algıladığı, yakınında duyumsadığı Cemal Süreya ödülüyle de taçlandırılan “Seğiren” yayımlanır. Güngör Tekçe“Seğiren” kitabında şakacı, takılgan sesini daha sık duyurur, şiirini boyutlandırır, işlevselleştirir. 

Tahsin Şimşek’in “dikine sözler”, Selçuk Oğuz’un “sözece”diye anlamlandırdığı aforizma tadındaki “Dokunuşlar” kitabı  2009’da şenlendirir şiir dünyamızı. Penceremizin camını tıklatan serçeler gibi küçük fiskelerle dokunur duygu penceremize. Düşündürür, şaşırtır, şirin gülümsemeler kondurur dudaklarımıza.

Tekçe sabırlı şairdir aynı zamanda. Aradan geçen dört yıl sonunda yeni kitabı “Geçerken”le (3) uğrar şiir mahallemize. Sanki geçerken takıldıklarını, eksik bıraktıklarını, özlediği sözlerini söylemek ister gibidir.“Nedir şiir / Rastlaşırlar tanımazlar diğerini  / Şair uçar  / Şiir yürür bir karınca hızında” (s.34).  “Bir karınca hızında” çalışıp emek verdiği şiirleri, özenle ve titizlikle hazırlanan ve sofraya konulan, tadı  damağınızda kalan yemekler gibidir “geçerken”deki şiirleri Tekçe’nin. İnce elenip sık dokunmuş… Arıtılmış,  damıtılmış, durulanmış… 

Ikış tıkış bir kitap değil, hepi topu 34 yeni şiiri var bu kitabında.Bir telefon konuşmamızda söylediğine göre   son 12 yılda biriktirdiklerinden oluşan taze şiirler bunlar. Üç yıla yakın süredir yeni şiir yazmadığını da söylersem, dedikodu olmaz değil mi?  Sözünün yerini bulması, doğru algılanması ona yetiyor gibi. Şairine özgü şiir diliyle yazılmış; ama bir çırpıda söylenmiş gibi değil. Başlarken içindekini kolay dışa vurmayan bir havayı sezdiren, dizelerinin arasına kendini gizleyen bir ruh haliyle.

Güngör Tekçe’nin “Sabah Mısın”dan  “Geçerken”e dek  uzanan 20 yıllık  süreçte yazdıklarında kargaşaya, kavgaya, gürültüye rastlamazsınız. Yaşama olumlu bakar. Amacı kısa yaşama bir işaret koymak, renk katmaktır. Düşünce bağlamında, duygudaşlıkla yaklaştıkları olaylar, kişiler olur; ama saldırmaz, bağırmaz, çağırmaz, incitmez. Canı çeker “duvara bir çentik atar, bahçedeki gülü devindirir”. Sessizliğin de “müthiş gürültücü” olduğunu söyler,” dünyanın sonu olmadığını” vurgular; sonra da “sözcükler arasında” sessiz, kendisiyle konuşur gibi  dolaşmaya başlar.

Eğer siz de Güngör Tekçe’yle dolaşmak isterseniz, onun takıntılarına, merak ettiklerine  tanık olursunuz. Üstelik bir ad bulmaya çalışır takıntılarına “sorarlarsa ne derim” diye dertlense de.  Kendince yanıtı hazırdır: 

Her şey paketlenmiş ve sunulmuştur

Yine de izin vardır küçük takıntılarına

Hayatın neden bittiği gibi

Neden başladığıyla (s.8)

Sorusu bitmez, sorgulama sürer. Bunlar takıntı mı, saplantı mı, burgaç mı diye varsayımlar üretir. Hemen  omuz silkip geçmez.Yüz yaşındaki ağacın dallarını “küçük ölümlerle” beslediğini bildiği için, daha yüz yıl yaşayacağına dair umudunu açığa çıkarır.

Şiirlerine dalmışken, ara ara Behçet Necatigil’le bir ses yakınlığını duyumsarsınız. Elbet bu Necatigil öykünmesi, etkilenmesi değil; bir sezgi, ses ve dil dostluğu, duygudaşlık gibi algılanabilir, diye düşünüyorum. 

“Yerli yerinde mi her şey  

Hangi rafa yerleştireceksiniz beni  

Gelirlerin giderlerin köşesine mi  

Tozlarımı aldınız mı”

(S.12) 

Sesleriniz  

Hoyrat densiz  

Davetsiz

O kadar mı yalnızsınız?

(s.18) 

İmgeden gerektiğince, yeterince yararlanır, ama imgeci bir şair değildir. İmgenin şiirde abartılmadan kullanılmasından yana görünür. “İmgeleme, simgeleme, devekuşu kurgulama” şiirinde (s.38) takılarak, şakalaşarak, biraz da gerçek payını sezdirerek   söyler düşüncesini: 

Ah nasıl bir aşktı o  

Boğuyordunuz severken  

Saç baş karmakarışık  

Zor kurtuldu elinizden  

Hâlâ titremede şiir ”

 (…)

Sayenizde tüm sözcükler kendi evinde kiracı  

(s.38)     

“Geçerken” de şiir yoğunluğu, şiir kalabalıklığı yoktur; ama şiirin tadı, coşkusu, gülümsetme ve düşündürtme olgusu, sözcüklerin aydınlığı duyumsanır. Güngör Tekçe’nin yaşam oyunundan geçerken ki anımsamaları, şakalaşmalarıdır sanki. Yaşanılan süreç sona ermeden, geçip giderken içinde kalanları söylemek isteyen bir rint gibidir. Tuhaf adamdır  Güngör Tekçe; dalgındır, takıntılıdır; ama farklıdır, şair adamdır.“Zâfir Konağı’nda  Bir Tuhaf Zaman”ın içindedir biraz da.  Kitabın arka kapağında yer alan şiirinden O eski konakların nazenin tenlerine / Ürpererek doğuyor gün” diye seslendiğini duyar gibi olursunuz.  “Söndürmeyelim hiç ışıkları” diyesidir; çünkü geleceğe dair kaygısı vardır, “aydınlık doğmuyor gün”  diyerek de  açığa vurur sesinin rengini.

Güngör Tekçe’nin dikkat çeken bir özelliği de şiirin tek bir sözcük fazlalığını kaldırmayacağına olan inancıdır. Şiirin çapaktan, çıkıntıdan ayıklanmasından yanadır. Bu titizliğini önceki kitaplarında olduğu gibi “Geçerken” deki şiirlerde de sürdürür. O, ” hücrenin çekirdeğiyle konuşabilecek” şairi özler, sözcüklere karşı saygılı olmayı yeğler.

Son söz: İyi ki benim de 1977’de haberci olarak atandığım İzmir’de TRT’de 1998 yılına dek aynı çatı altında çalıştık, gecikmiş de olsa dost olduk, şiiri paylaştık. Şimdi Bodrum’da TRT’den emekli ama şiire emekçi bir şair olarak yaşamını sürdürüyor. Şiirimizden Güngör Tekçe’ler eksik olmasın diyorum.

  

(1)  Güngör Tekçe’yle Söyleşi, Deliler Teknesi, Mart-nisan 2012, Sayı: 32

(2)  Deniz Durukan’ın G.Tekçe’yle söyleşisi,  Cumhuriyet  Kitap, 22 Şubat 2001

(3)  Geçerken, Güngör Tekçe şiirleri, Kanguru Y. Nisan 2013,  48 sayfa
 

 

 

 

  

 
Toplam blog
: 178
: 1483
Kayıt tarihi
: 01.06.08
 
 

1946 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde doğdum. İlkokulu aynı ilçede, ortaokulu Ceyhan’da, li..