Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '11

 
Kategori
Eğitim
 

Hakkari'de bir mevsim

Yazarı: Ferit Edgü 

Özet 

Kızılderili Büyücü: -“Bir savaşçı için düş demek gerçek demektir. Düş gücüyle verir kesin kararını ve ona göre davranır. Ya seçer alır, ya da def eder. Elindeki araçlardan kendini başarıya ulaştıracakları seçer. Onları kullanır…” 

Genç Etnolog: -“Don Juan Matus, düş ile gerçek arasında bir ayrım yoktur; demek istediğin bu mu?” 

Kızılderili Büyücü: -“Hiç kuşkusuz, düş gerçeğin ta kendisidir.” 

Genç Etnolog: -“Yani şu anda yaptığımız kadar mı gerçek?” 

Kızılderili Büyücü: -“İlle de bir karşılaştırma istiyorsan, daha da gerçek derim. Düş görmek, düşlemek, bir güce sahip olmak demektir. Elindeki bu güçle değiştirebilir insan. Gizli kalmış nice şeyi bu güçle bulup ortaya koyabilir. Dilediği her şeyi denetimi altında tutabilir…” Carlos Castenda

Yabancılar Arasında Bir Yabancı 

Yazar kendisini bir denizci olarak nitelendiriyor ve bir kaza sonucu mu yoksa bir sürgün olarak mı geldiğini düşünüyor. Dillerini bilmediğim, hayat tarzlarına pek alışık olmadığım bir yerdeyim. Gökyüzüne yakın bir dağ başında. Önemli olan, önemli de değil, gerçek olan, tek gerçek olan buydu. Yani yazarın burada anlatmak istediği gerçeği kendisinin orda olmasıdır. 

Gereği Düşünüldü 

Doğan günle beraber benim ne yapacağım belli oldu. Köylülerle, arada aracı olarak konuştuk ve ben onların çocuklarına bilmedikleri dili öğretecektim… Ama nasıl öğretecektim, bilmedikleri dili? Muhtar, -kendisi aynı zamanda çevirmen olur- başla, gerisi gelir, dedi. Ve önümdeki kapıyı açtı. İçerisi karanlık, içerde bir pencere açtı ve bir fare kaçtı. Yerler pisti, çocuklarla temizleriz, dedi muhtar. Bana da, bu bildiğin dili okutursun, yazmasını öğretirsin, hep iyi şeyler öğretirsin. Çünkü bizim çocuklarımız, bütün çocuklar gibi iyidir. Sonra bir de hesap yapmasını öğretirsin. Sen bu kadarını yapsan, yeter. Hem duamızı alır hem de sevaba girersin, dedi muhtar… Başarıp, başaramayacağımı bilmiyorum. Muhtar, başarırsın dedi, diyor ve başlıyoruz bu işe… 

Sınıf 

Zil çaldı. Çocuklar odaya doluştular. Pantolonları yırtık, entarileri renk renk yamalardan oluşan, burunları akan, aktıkça burunlarını çeken ya da ellerinin tersiyle silen, gözleri fıldır fıldır dönen, boyuna kendi dilleriyle bağrışan, başka bir dilden soru sorduğumda cevaplamayan, sorulu gözlerini korkuyla gözüme diken, başka bir dilden konuştuğumda ağızlarını bıçak açmayan, saçları makasla kırpılmış oğlanlar, uzun saçlı, saçlarının dibi bit ve sirkeyle dolu kızlar, ayaklarında taşıt lastiklerinden kesilip biçilmiş ayakkabılar olan, hiç birinin ayağında çorap olmayan, giderek bazılarının ayağında ayakkabı bile olmayan, yani yalınayak, ama karlar üstünde yalınayak, mosmor ayaklı yalınayak çocuklar. Hiçbirinin önünde kalem, defter, kitap olmayan çocuklar, tam yirmi bir tane… On altısı erkek, beşi kız doluştular odaya. İlk kez görüyorlardı böyle bir odayı. Çünkü ilkin odayı sınıf haline getirmek için çalıştık. Tahtaları yan yana koyup, kara boyayla boyadık, oldu bir kara tahta. Bulduğumuz kereste parçalarını, birbirine paslı çivilerle ekledik, oldu sıra… 

Kentte 

Kente vardım. Kent de büyük bir köy. Yağmur yağıyordu. Bata çıka hükümet konağını buldum. Kapıdaki görevliye, “Ben Pir Köyünün yeni öğretmeniyim. Bana yardım edecek birini arıyorum, ” dedim. Kapıdaki görevli, “Burada bana kimsenin yardım etmeyeceğini” söyledi. Ama yine de göster, dedim. Gösterdiği yöne doğru gittim. Kapıda T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI HAKKÂRİ İLİ MİLLİEĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ yazılı odaya girdim. Odada iki kişi vardı. Biri uyukluyor, diğeri ise gazete okuyordu. Gazete olanla konuştu ve liste yapması gerektiğini öğrendi. Ve şimdi yaparım, dedi. Uyumakta olan memur uyandı ve kâğıt verdi. Aldı, bugün git, yarın gel, dedi. O ise, kendisinin bugün gideceğini, söyledi. Gülüştüler, uyuklayan kalktı ve tanıştılar. Kendisinin lisenin Felsefe-Sosyoloji-Mantık öğretmeni olduğunu söyledi. O dönmek istese de, ilk otobüsün iki gün sonra olduğunu söyledi. Devlet ihtiyaçlarınızı hazırlarken, siz de kendinize kışlık ihtiyaçlarınızı alın, dedi. Gidip alış verişi yaptı… 

Daha sonra kitapçıya gitti. Kitapçı, seçtiği kitapları onun önüne koydu. Kitapçının Süryani olduğunu öğrendi. Bir de harita aldı ve kitapçıdan ayrıldı. Hana doğru yola koyuldu. Hana vardı. Bir yabancı onu valinin çağırdığını söyledi ve onla beraber valinin yanına gitti. Vali onu tanımak istediğini söyledi ve de uyarmak. Ama niçin uyarıldığını anlamadı. Tekrar hana döndü ve odada üç kişi daha vardı ve orda kaldı. Ve devletten alacağı şeyleri alıp, yola koyuldu. 

Bir gece uyandığında, dışarıdan birilerini geçtiğini gördü ve onların peşinden gitmişti. Muhtar işaret etti ve kazıldı. Yeteri kadar olduktan sonra, ellerinde sarık olan ölü bebeği mezara koydular. Ama hepsi olağan bir iş yapıyor gibiydi. 

İlk Ders 

Çocuklar odaya doluştu. Onlara kitaplarını, defterlerini verdim ve okul açılışını yaptık. Ve kapıya bayrağı çektik. Çocuklara silgilerini pek kullanmamalarını söyledi. Yanlış bir şey de yazsalar silmemelerini söyledi. Çünkü ben de öyle yapıyorum. İleride bir gün yaptığım yanlışı görmek için. Günü geldiğinde düzeltmek için. Hadi bakalım, benim size öğreteceğim dilden bildiğiniz kelimeleri yazın, dedi. Anladınız mı, dediğinde, hepsi bir ağızdan, na, dediler. Tekrar anlattı ve birinci sınıftakilere resim yapmaları için boya verdi. Daha sonra, onlar yazdıktan sonra tek hepsini inceliyor. Amacının, anlaşmak için ortak bir dil bulmaya çalışmak, hangi sözcükleri kullanıyorlar, onarlı bulup, ona göre eğitim vermek. Toplam elli sözcük tespit ediyor ve bu kadar daha öğrenseler, insan olana yeter, diyor. Yarın bir de onlara, anlamlarını bilip bilmediklerin soralım, diyor. Ders bitti, gün bitti. 

Akşam oluyor ve bir yabancı yerden iki tane mektup geliyor. Getiren kişinin adının Halit olduğunu öğreniyor ve daha sonra diğerleri geliyor. Bir tanesi, çocuğuyla ilgilendiği için teşekkür ediyor. Öğretmen şaşırıyor. Sadece daha önce de çocuklarının ölüp ölmediğini soruyor ve üç çocuğunun öldüğünü öğreniyor. Öğretmene, neden öldüğünü ve hastalığının ne olduğunu, soruyorlar ama öğretmen bilmediğini, söylüyor. Daha sonra gelen iki mektubu da okuyor. Biraz da kendimize dönelim diyor ve kara kaplı deftere büyük harflerle şunları yazıyor: 

1. HER ŞEYDEN ÖNCE OLDUĞUN YERİ İYİ BELİRLE. HARİTA ÜZERİNDE İŞARETLE. 

2. KİMSİN, BUNU BİL. NEYİN SAHİBİSİN, BUNU BİL. 

3. DÜŞLERİ BIRAK, GERÇEKLERE BAK. (Unutayım mı denizleri, eski sevgilileri, eski sözcükleri, dünü, yarını?) 

4. YALNIZLIK YASAK. 

5. KENDİNE BAŞKA YURT ARAMA. 

6. YENİ BİR DİL ÖĞREN. YENİ BİR DİL YARAT KENDİNE. 

7. BURASINI ÖĞREN. BURASINI BİL. BU İNSANLARIN DİLİNİ. BURANIN İKLİMLİMİNİ, BİTKİLERİNİ, HAYVANLARINI, KURTLARINI, SİLAHLARINI ÖLÜMLERİNİ. 

8. TANRI’YA OLAN İNANCINI YİTİRDİNSE, İNSANLAR İNAN. TANRI’YA GÜVENİN YOKSA İNSANLARA GÜVEN. 

9. BAŞINA NE GELİRSE GELSİN, NERDE OLURSAN OL, YAŞAMAYI SÜRDÜRMEYİ BİL. 

10. GEREKSİZ SORULAR SORMA. 

İşte benim de artık “on emir”im var, diyor ve sıkışınca ona bakarak motive olabilirim, diyor. Artık alışıyor buranın yaşamına, uyum sağlıyor. Otlu peynirine, çayına, yufka ekmeğine… 

Bir öğle sonu, başka bir köyden bebek ölüm haberi geliyor. Daha sonra başka köyden iki ölüm haberi daha geliyor. Hepsi birbirine benziyor. Muhtar geliyor ve ona köye gidip bakmalarını söylüyor. Anlamıyorum, dese de bizden iyi anlarsın, diyor. Görüp geçirmişsin, diyor. Hem de çantanda derman var, diyor. O bende ilaç yok, dese de gidiyorlar. Durumu kente bildirelim diyor. Ben yazayım, sen götür diyor ve yazıyor. Ama muhtar yerine, başkası götürüyor. (İsmi Ramazan). 

Bu ara okulda çocuklara yalnız resim yaptırıyor, sözcükler verip cümle kurduruyor. Birinci ve ikinci sınıflar hasta çocuk resmi yapacak. Üçüncü sınıflar tahtaya yazdığı kelimelerden cümle kuracak. Dördüncü sınıflar bulaşıcı hastalıklar hakkında anlattıklarımdan akıllarında ne kaldıysa yazacaklar. Hadi bakalım, dilediğiniz kadar bağırın, çağırın, gülün, eğlenin, ama verdiğim ödevleri unutmayın. Yanınızdakilere bakabilirsiniz ama yanınızdaki gibi yapmayın resminizi, yanınızdakilere benzemesin yazdıklarınız. 

Dışarı çıkıp tekrar içeri giriyor ve defterlere bakmaya başlıyor. Mesela verilen sözcük, hasta, kurulan cümleler: –hasta çoğ, -hastala ölüyo, -bebeler hasta, toktor yok, ilaç öretme. Bir diğer sözcük, ölüm, sözcüğü. Kurulan cümleler: -herkes ölür, -hasta ola öle, -toktor yok ölüm va, -benim kardeş öldü, -kurt köpek yedi. Dördüncü sınıftakilerin defterleri. Konu: Bulaşıcı hastalıklar. Yazılan yazılar: -Ahmedi kardeş hasta, yok aşı yok, toktor yok, sabu yıkanmaz, evden ele geçer bulaşıcı hastalık, çocukla bebele ölür bulaşıcı hastalık. 

İkinci ders dersimiz Aritmetik. Bir kaç kişiye sayı saydırıyor. Daha sonra başka birinin hem sayması için, hem de saydığını yazması için öğrencilerden birini tahtaya kaldırıyor. Hem sayıyor hem yazıyor. 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 101 durduruyor ve bu ne diyor öğretmen. Öğrenci de on bir, diyor. 

Öğretmen, yirmi bir yaz, diyor, 201 yazıyor. Otuz bir yaz, diyor, 301 yazıyor. Böyle devam ediyor. Diğer çocuklara dönüyor ve doğru mu, diye soruyor. Hepsi, doğru, diye bağırıyor. Yüz, yaz, diyor, 100 yazıyor. Yüz bir, yaz, diyor, 1001 yazıyor. Daha sonra o anladım diyor. Söz konusu yanlışlık değil, başka bir mantık diyor. Görevim gereği bu mantığı değiştirmem gerek ve hem öğretiyorum, hem de öğreniyorum, diyor. Ve ders bitiyor. 

Kente kâğıdı götüren kişi dönüyor ne olduğunu soruyor. Giden kişi, kâğıdı elimden aldılar, diyor. Ve ses çıkmadı, diyor. Daha sonra bir dilekçe daha yazıyor ve muhtara sen git, diyor. Ve muhtar gidiyor, dört gün sonra dönüyor. Ve yollar açılır açılmaz bir sağlık ekibi gelecek, diyor. Valilik, “Ona söyle, bir daha bakanlığa yazı yazmasın, ne istiyorsa bizden istesin!” diyorlar. Ve günler geçiyor. Bebeler ölüyor ama gelen giden yok. Daha sonra yola koyulup, Ramazan’la beraber sekiz günde varıyorum. Kitapçıya gittim ama kitapçı kaçmıştı. Neden kaçtığını sordum. Çıkarıp kitaplarını yakmışlardı ve o da buralardan gitmişti. Daha sonra vali çağırdı ve “Sen yazarsın” demek diyor. Baksana ne güzel dilekçeler yazıyorsun. Her şey yerli yerince ama hiçbir işe yaramayan dilekçeler (Vali çok neşeli, alaycı bir tavır.) Niçin yazıyorsun, diye soruyor vali. O da, kendimi kurtarmak için, diyor. 

Daha sonra karlar erimeye başlayınca, biz de çamurlarda çocuklarla dolaşırken, muhtarla beraber kravatlı biri geliyor. Sonra öğreniyor ki, gelen müfettiş. Müfettiş, kışın nasıl geçtiğini, soruyor. O da, bebeleri gömerek, biraz ağlayarak, biraz gülerek, çok düşünerek, diyor. Ama güç olmadı, diyor. Müfettiş, biz sizin buradaki yaşama dayanamayacağınızı düşündük, diyor. Müfettiş, buraya alıştığınızı söylemeyeceksiniz, değil mi, diyor. O da, yok, diyor. Müfettiş, buraya çok yararlı olmuşsunuz, tatil günlerde bile okulu açmışsınız, muhtar söyledi, diyor. Çocukların okuyup yazdıklarını ve bizim dilimizi konuştuklarını söyledi muhtar, diyor. O da, olabilir, ben de onların dilini konuşuyorum, diyor. Ama kimsenin bilmediğini söylüyor. Müfettiş önümüzdeki hafta sonunda, okulu kapatabileceğini, söyledi. Karlar eridi, artık özgürsünüz, diyor. Daha sonra muhtarın evine giderken, sessizliği bozmak için, o muhtarın çocuğuna, sonu olmayan bir şey söyle, diyor. Çocuk da, sayılar, diyor. Müfettiş tebrik ediyor, aritmetiği de öğrettiği için. 

Günler geçti, haftalar geçti ve karlar eridi. Müfettiş geldi, okulu kapa, dedi ve bize yol göründü, diyor. Bu arada çocuklar okumayı öğrendiler, saymayı öğrendiler, hesap yapmayı öğrendiler, dünyanın döndüğünü öğrendiler, bulaşıcı hastalıklardan korunmayı öğrendiler, hastalık yapan mikropları öğrendiler, temizliği öğrendiler, diş fırçalamanın gereklerini öğrendiler, kentleri-denizleri-asfalt yolları öğrendiler, nasıl yönetildiğimizi öğrendiler, diyor. Kendisi de karada yaşamayı, dağ başında bebeklerin, ölümünü görerek çıldırmadan yaşanabilineceğini öğrendim, diyor. Sonra çocuklara şöyle diyor: Belki birçok şey öğrendiniz ama bunları unutun, size Hayat Bilgisi dersi verdim ama hayatın gerçek bilgisini siz başka yerlere gittiğinizde, askere gittiğinizde öğreneceksiniz, diyor. Unutmayın ki, kitaplarda yazılanlar, okullarda öğretilenler, her zaman doğru değildir, diyor. Biz sizin gibi yaşamayız, siz farklısınız ve daha kuvvetlisiniz, diyor. Hepiniz sınıfı geçti, hadi dağılın, diyor. Kimse çıkmayınca biz de son dersi dışarıda yapalım, baharı muştulayan kar çiçeklerini bulalım, diyor ve dışarı çıkıyorlar. Gidişimiz hüzünlü olmasın diye türküler söylüyorlar ve ders bitiyor. 

Ertesi sabah, katır geliyor ve yükleniyor eşyalar. Çocuklar okulun bahçesinde toplanmış, bayrağı direğe çekmiş, bağırıyorlar ama ben bakmıyorum. Köy gözden kayboluyor ve Halit yolu değiştiriyor. Bir ırmak ve ırmakta bir tekne gösteriyor. Ve “senin teknen” diyor. Onu tamir ettik, senle gidelim ve bin ona git, diyor. Öyle de oluyor ve bilinmeze doğru yola koyuluyor. 

Yıl: 1976, Kandilli. 

Sonuç olarak, ben bu romanda, “Nerede olursan ol, hayat sana, bazen sen yönlendirmesen de bazı şeyler sunar. Kişi bunu nasıl, en iyi hale getirebilir, ona bakmalı ve hayatını ona göre idame ettirmeli, tüm olumsuzlukları geçip, ortamın şartlarına ayak uydurmalı ama kendi koyduğu kurallardan taviz vermemelidir. Çünkü insan kendini gerçekleştirdiği ölçüde mutlu olabilir. 

 

 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..