Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

aygoz Özlem Eryoldaş

http://blog.milliyet.com.tr/aygoz1

01 Ağustos '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hastahane'de her şey aynıydı..

Hastahane'de her şey aynıydı..
 

Sanki o yaşananlar benim hayatımdan bir parça değildi. Cumartesi ve pazar gününü hiç yaşamamış gibi oldum. Ne zaman mı ?
Bugün hastahane ile ilgili yarım kalan bürokratik işlemleri yapabilmek için hastahane'ye gittiğimde.
O hafta sonu sedyeyle, kolumda serumla dolaştırıldığım koridorlar yine kalabalıktı. Ve ben bu sefer yürüyordum.
Gördüklerim yine aynıydı. Tek fark ben elimde evrak takibindeydim, oradaki hastalarda sağlıklarının takibinde.
Doktorların peşinde hastalarının durmunu öğrenebilmek için koşuşanlar da sanki aynı insanlardı.
Yine sedye üzerinde yakınlarının çabasıyla yatak bulmaya çalışan hastalar,kolların da serumlar içine kan dolan, gözlerinde hastalığının verdiği endişe, korku.
Ağır işleyen bürokrasi. Hastanın yatışı kesinleşmiş, ama yatabilmesi için imza atması gereken bir sürü evrak var . O haliyle bunu yapması gerekiyor. Ağrısı, sızısı durumu pek de önemsenemiyor o an'da.
Bir de azarlanan hastalar da cabası. Kadın soruyor " ne tarafta doktor ? " cevap: "ne bileyim ben ara bul ! "
Hastalarının ameliyat dan çıkmasını bekleyen, kantin de oturmaya çalışan. İçlerine derin bir kederle çektikleri sigaranın çıkardığı dumana karışıyor du umutları.

Elinde çay bardağı ile yavaşca yürüyen hemşirenin "acil servis" de görevli olduğunu öğrendiğimde yaka kartından şaşakaldım. Ben mi çok paniğim acaba. İşi az olmak demek , az hasta olması demek herhalde. Elimde olmadan ben hızlanıverdim sedyenin üzerinde kıvranan hastayı gördüğümde. Acil servis hemşiresi gayet sakin bir şekilde "işlemlerini yapın önce" diye bağırıyordu elindeki çayı içmeye devam ederken.

Hafta sonu geldiğimden bu yana değişen tek şey benim sağlığım olmuştu. Şimdi yürüyerek görebiliyordum yaşadıklarımızı. Yanımda oturan kadının gözlerindeki yaşları saklamaya çalışmasını yüreğimde hissettim. Benim de gözlerim doldu içime aktı. Çok mu hassasım acaba bu konular da bilemiyorum. Küçücük çocuğun kırılan bacağına bakarken bacağım ağrıdı, kanayan yarasına bakarken kadının tüm bedenim kanadı sanki. Halbu ki ben hiç birini tanımıyordum, doktor da değildim.

Diş doktoru olan bir arkadaşımın dedikleri geldi aklıma birden. Lise yıllarından beri çok yakın arkadaşımdı. Diş doktoru oldu. Açtığı muayenehane'ye gidiyordum çay içmeye. Evimize de yakın olduğu için gidip yanında oturduğum hatta sekreterliğini yaptığım bile oluyordu. Diş çekimi koltuğuna yayılarak oturuyordum her seferinde. Ta ki dişim ağrıyana kadar. Bir gün ağrıyla aradım kendisini. Hemen gel dedi. Gittim. O her zaman yayılarak oturduğum koltuğa iliştim. Ağzımı açtığım da korkuyordum. O en yakın arkadaşım sanki celaldım olacaktı.

Bir süre muayene ettikten sonra bana döndü ve " Özlemciğim, lütfen benden bunu isteme. Evet ben bir hekimim.
Belki bunu yapmam hiç doğru değil ama , ben senin dişine müdahale edemeyeceğim arkadaşıma yönlendireceğim "dedi. Ağzım açık şekilde kalakaldım. Kalktım koltuktan. " Neden " diyebildim sadece. " " Bilemiyorum ama sanki senin canını acıtmak beni çok üzecek" Oysa dediğim bu arkadaşım günde en az üç ameliyata giren hiç bir şey yokmuş gibi yanıma gelip benim ile çay içmeye devam eden doktordu. " İnsan çok yakınları bu durumda olduğunda daha bir duygusal oluyor" diyebildi sadece.

Şimdi o hastahane de bunları gördükten ve arkadaşımın söylediklerini bağdaştırmaya başlayınca usumda hak verdim biraz da olanlara. Soğukkanlı olmaları gerekiyor. Ama tabii en yakınları o sedyede olsa aynı şekilde davranabiliyorlar mı acaba ? bilemiyorum.

Evraklarımı tamamlamam sadece beş dakika sürdü. Ama o an bitene kadar yaşadıklarım sanki yıllar sürmüş ve ben saniyelere sıkıştırmıştım.

Uzaklaşırken hastahane'den tüm hastalara acil şifalarımı ilettim içimden sessizce.


 
Toplam blog
: 185
: 1494
Kayıt tarihi
: 10.03.07
 
 

Yazabilmenin özgürlüğüyle... İstanbul'un bir bahar sabahında dünyaya gelmişim. Keşfetmek, anlayabilm..