Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '09

 
Kategori
Öykü
 

Hastayım, yaşıyorum...

Hastayım, yaşıyorum...
 

Ya onun ya da benim evimden gelmişti, artık hatırlamıyorum ama galiba büyük geldiği için taşımaktan, katlamaktan bıkıp kesmiştik bu battaniyeyi Tuncay'la.

Üç tane daha kullanışlı yavru battaniyemiz olmuştu ve Tuncay hepsine önü arkası karışmasın diye ‘kelle-paça’ gibi şeyler yazmıştı.

Günün birinde bir sebeple onun ya da benim hayatıma giren bir genç kız tarafından evde ne varsa yıkanmış olacaktı.

Şimdi hasta yatağımda ‘kelle’ yazısı arıyorum üzerimdeki battaniyede ve bu bana hiç komik gelmiyor.

Zaten...

Silinmiş ‘kelle’ yazısını bulsam da çok faydası olmayacak galiba.

Galiba iki tarafı da kokuyor battaniyenin.

Sağlam bi rutubet kokusunun ne menem bir şey olduğunu hatırlıyorum yeniden.

...

Üşüyorum, sırtım ağrıyor, kulaklarım uğulduyor.

Vakit gece yarısını çoktan geçtiği halde şehrin gürültüsü bitmiyor henüz. Her ses, her hareketlilik kulaklarıma dev şelaleler akıtıyor.

Üst katta bir çocuk koşuşturuyor, saat ‘zamanın kendisi bizzat benim’ dercesine anlamsızca tıkırdıyor ama yalan söylüyor.

Sonunda devrildin işte ‘goca yörük’.

‘istediğin kadar ağrı, kendin bilirsin’ diyorum sırtıma, doğruluyorum ‘ahh’ diye bi gazel okutup tekrar yatırıyor beni.

Çocukluğumun hastalıkları geliyor aklıma.

Doğup büyüdüğüm ahşap evde herkes okula giderken, uzun uzadıya günlerce yatıp tavandaki kerestelerin hayvan gözlerine baka baka berbat hayaller kurduğum çok olurdu.

Annem yüz kere dokunurdu alnıma, babam bir – iki kere.

Ama baygın bile olsam tanırdım onun ellerini.

Onun emekçi, şefkatli, yorgun elleri aramızdan ayrıldığında henüz çok küçük olmalıydı benim ellerim.

Hayat dediğin üzerime gelen soğuk bıçaklardı ve ben küçük ellerimle onları az tutmadım Şarampol’ün arka sokaklarında.

...

Telefonumun sesi yükseliyor odada.

Yarı zamanlı çalıştığım resmi kurumun yöneticisi arıyor ‘geçmiş olsun’ demek için.

Sağolsun...

Ama bu adam çok yoruyor beni.

‘azizim, üstadım, manidardır efenim... ‘

Sırf geleneksel Türk müziği tutkunu olduğu için böyle konuşması gerektiğini mi düşünüyor acaba?

Gerçi böyle yapmamam lazım.

Beni ‘iyi tanıdığını’ sanmıyorum üstelik onun için çok değerli, vazgeçilmesi zor bir personel de değilim ama yine de beni arayıp ‘geçmiş olsun’ diyecek kadar kibar, duyarlı biri.

Ben ise konuşurken kullandığı üsluba kızıyorum için için.

‘Kafanı kaldır camdan bak, devr-i lale’nin çoktan bitmiş olduğunu göreceksin ey muhterem amirim’ diyesim geliyor bi ara.

Bütün fakirler gibi bunu söyleyemeyecek kadar efendi bi insanım neyse ki...

...

2) İyi bi terlemek için gerekirse hamama gitmeli, sırtımdaki gitarcı ağrısı için bir şeyler yapmalı, ayağıma su torbaları falan koymalı ve iyileştikten sonra evdeki bütün battaniyeleri yıkamalı, olmazsa ne varsa atıp yenilerini almalıyım.

Doğruluyorum tekrar, ağrı mücadelesine devam etse de inadım karşısında çaresiz kalıyor önce, neredeyse ağlayarak elbiselerimi giyiyorum ve tam ayakkabımın ilkini giymek üzereyken ağrı tekrar düşürüyor beni.

Kapıyı kapatıp, doğrulmaya çalışıyorum ama başaramıyorum.

‘neredeyse’ değil sahiden ağlıyorum bu defa.

Elim telefona gidiyor, sonra vazgeçiyorum ambulans fikrinden.

Son değişikliklerden bu yana SSK primleri konusunda tam anlamadığım bir şeyler var ve seyrek bıyıklı halden anlamaz veznelerin canıma okuma ihtimalleri yüksek.

Kokulu battaniyeme tekrar sokulup uyumaya çalışıyorum.

Gözyaşı, ateş, ağrı gibi bütün insanca tuhaflıkların arasında kaybediyorum kendimi.

...

3) Uyandığımda tertemiz nevresimler içerisinde, büyük bir odun sobasının huzur verici tıngırtısı içinde buluyorum kendimi ve alnımı okşayan elin sahibi küçük yeğenimin tebessümünü görüyorum.

Etrafıma konuşlanmış olan annem, ağabeyim, kız kardeşim ve yengem bana biraz içerlemiş gibiler ama yine de iyileştiğim için mutlu görünüyorlar.

‘Okan amcam uyandı’ diye çınlatıyor ortalığı Lara.

‘kalk rakı içeceğiz’ diye takılıyor abim.

Annem ateşime baktıktan sonra küçükken babaannemin bana ‘sarı inat’ dediğini anlatıyor yengeme.

‘Ölüyor olsa söylemez, iyiyim der kapatır telefonu’ diyor.

Belli ki birkaç gündür bir çizgi daha eklemişim annemin güzel yüzüne.

Yanı başımda özel bi hastanede çekilmiş filmler, ilaç poşetleri görüyorum ve utanıyorum orda öylece yatıyor olmaktan.

Ne oluyor ki...

Ne olacak;

Hayat yoklukla sınandığım onlarca hikayeye bir yenisini ekliyor sadece.

...

Sırtımdan geldiği için ellerimle durduramadığım bu son bıçağın yarası, saplayanın tahmin bile edemeyeceği kadar fazla acıtıyor canımı.

Yattığım yerden 1 plan yapıyorum her şeyi biraz daha normalleştirmek için. Sonra kalkmaya çalışıp yeniden düşüyorum.

Okan Ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..