Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '12

 
Kategori
Deneme
 

Hayal Penceremden içeri

Hayal Penceremden içeri
 

Sıcacık yatağımda açıyorum gözlerimi güzel güne. Güneş yeni doğuyor, dokunuyor gözlerime ama kamaştırmıyor. Bu saatte uyanmayı seviyorum, doğayla beraber kucaklıyorum böylece günü. Acıkmışım, midem benden önce ayaklanmış sanki. Kibar kibar sinyaller gönderiyor beynime, “öncelik sırası benim” dercesine. Çatı katındaki odamdan aşağı doğru iniyorum. Merdivenler de benimle güne başlarcasına gıcırdıyor ben üzerlerine bastıkça. “Günaydın” diyorum gıcırtılarına cevaben, iniyorum sıcak evimin alt katına. Evet, çok sıcak bir ev burası. Her yanı benden bir parça, öyle içten, sevimli bir ev. Onu sıcak bulmam bu yüzden. Keyif köşemde yine yünden şalımı bırakmışım dün gece, üzerinde de merakla okuduğum kitap duruyor, o uyanmamış sanki henüz. Ben diğer köşeye doğru ilerliyorum, mutfağımın bulunduğu tarafa doğru. En sevdiğim yer burası desem, bilmem gücenir mi diğerleri... Aslında mutfak diye ayırt etmem çok doğru olur mu, pek de emin değilim. Zira, merdivenlerin son basamağından adımımı attığımda tüm bu kat bir bütün karşımda. Odalar yok, kolonlar, duvarlar yok bölmeleri ayıran. Salonum da burası, hobi odam da, mutfağım da. Bense en çok boydan boya camla kaplı olan mutfak tarafında oturmayı seviyorum, özellikle de gündüzleri. Yemek yediğim masa, camın hemen önünde. Oturuyorum oraya, gölü seyrederek kahvaltımı yapıyorum her sabah. Aşığım bu göle, sadece birkaç adım var aramızda. Ve ben bu sabah da, öncelikle ona bir günaydın demeden oturmayacağım kahvaltımın başına. İlerliyorum cama doğru, buradan doğru bahçeye çıkmak ne büyük keyif, şanslı olduğumu hissediyorum. Camdan kapının üzerindeki kolu çeviriyorum sağa doğru, sürgülü bölmeyi ittiriyorum sonuna kadar. Bir rüzgar çarpıyor yüzüme, serince. Sandalyenin üzerindeki hırkayı alıyorum üzerime, adımımı atıyorum bahçeye. İçime çekiyorum taze havayı, ciğerlerim coşku seline kapılıyor adeta. Bir daha istiyorlar, ben de bir daha çekiyorum ve bir daha... Sonra öğrendiğim birkaç meditasyon hareketini yapıyorum. Esnetiyorum vücudumu, kemiklerimi açıyorum, onlar da rahatlıyor bir güzel. Ayılıyor her hücrem. Bu dakikalar karşılığında bana güzel bir gün geçirteceklerine söz veriyorlar sessiz coşkularıyla.

Mutfağıma dönüyorum, sağlıklı bir kahvaltı tabağı hazırlıyorum kendime. Biraz peynir, birkaç tane zeytin, birkaç küçük de domates koyuyorum tabağıma. Zeytin ve domateslerin üzerine inceden zeytinyağı döküyorum, üzerlerine de biraz kekik. Bir de portakal suyu sıkıyorum, koyuyorum onu da masaya. Dünden kalma ekmekler vardı ekmekliğimde, onlardan da üç dilim alıp kızartıyorum hafif. Yumuşacık oluveriyorlar, hem de çıtır çıtır. Oturuyorum masama. Unutmadan, bir de müzik açıyorum şöyle sakin bir şeyler. Önümdeki manzarayla beraber eşlik etsin istiyorum, pek de iyi geliyor. Oturuyorum masaya, müzikle uyumlu başlıyorum keyifle yemeye.

Çok uzun sürmüyor, lakin çok zevk alıyorum bu basit kahvaltıdan. Doyduğumu hissediyorum, kalkma vaktidir deyip kaldırıyorum tabağımı, bardağımı. Şöyle bir sudan geçiriyorum, koyuyorum musluğun yanına kurusunlar diye. Ardından iş başına oturma vaktidir artık diyorum, alıyorum elime orta sehpada duran bilgisayarımı. Bahçeye doğru ilerliyorum, oturuyorum çınar ağacımın yanındaki koltuğuma. Bilgisayar sehpamı da koltuğa yanaştırıyorum, ve hazırım artık yazmaya. Bakalım nerede kalmıştık? Görüyorum, yüz yirminci sayfaya gelmiş romanım. İşler iyice karıştı hikayede, iyice karıştırmak için koyuluyorum tuşlara basmaya. Sıra sıra dökülüyor kelimeler, burada yazmayı seviyorum.

Boynumun ağrıdığını hissediyorum bir zaman sonra. Saate bakıyorum, nasıl da geçmiş vakit. Öğleni bulmuşum, karnım da hafif acıkmaya başlamış sanki. Sinyalleri duyuyorum yine uzaktan. Kaydediyorum yazdıklarımı, ayaklanıyorum. Kasabaya inmeli bir şeyler yemek için. Üzerimi değiştirmeye gidiyorum. Bakıyorum dolabıma, en son giydiklerimi seçiyorum. Şık giyinmeyi çoktan unuttum, en çok da bu halini seviyorum bu basit kasabanın. Saçlarımı da açıyorum, biraz nefes alsınlar. Anahtarımı alıyorum, biraz bozuk para ve de bir hırka. Kışı bile yumuşacık buranın, bu pofidik hırka sımsıcak tutuyor beni. Çıkıyorum dışarı, kilitliyorum kapımı. Bisikletime doğru ilerliyorum, açıyorum onun da kilidini. Ne çok seviyorum böyle bisikletle gidip gelebilmeyi. Çevirdikçe pedalları, hızlanıyorum, rüzgarı daha çok hissediyorum yüzümde. Sonra biraz üşüyünce yüzüm, sabitliyorum ayaklarımı, yavaşlıyor bisikletim. On dakika sürüyor kasabaya varışım. Seviyorum burayı, herkes tanıdık. Nurettin Amca’nın dükkanına doğru giderken selam veriyorum sırayla Gülten Abla’ya, Faruk Abi’ye ve bizim muzur Kerem’e. Sonra varıyorum durağıma, “Merhaba Nurettin Amca” diyorum, sesim yüksekçe. “Hoş geldin kızım” diyor, “Geç otur şöyle, mantı mı çekti yine canın?” Nasıl da bilir beni, gülümsememle Necla Teyze’ye seslenmesi bir oluyor. “Hanım, bizim kıza bir tabak mantı yapıver.” Pek tonton Nurettin Amca, hepsini çok severim ya, onun yeri bir başka bende. Ben gülümseyerek ona bakarken, o da başlıyor sabah gelen turistlerin tuhaflıklarını anlatmaya. Tam beraber gülüşürken birileri giriyor içeri, belli yabancı bunlar da buralara. Benden izin istiyor Nurettin Amca, “tabi” diyorum, bir de o günkü gazeteyi rica ediyorum eğer varsa. Şanslıyım, gazetemle beraber mantım da geliyor. Bir lokma yemek yiyip, bir cümle haber okuyorum.

Bir saat geçiyor herhalde üzerinden. Pek bir doydum bu sefer, karnımı tutup bir of çekiyorum. Kapatıyorum gazetenin sayfalarını, katlayıp koyuyorum masanın üzerine. Yemeğin ücretini de masaya koyuyorum, ayaklanıyorum gitmek üzere. Nurettin Amca köşedeki masadan el sallıyor bana, yine sohbete tutuşmuş belli ki yeni konuklarıyla. Hiç bitmiyor anlatacakları. Çıkıyorum ben dışarı, bisikletimi almadan göl kenarına ilerliyorum. Biraz yürüyüş yapmak istiyorum, burada düşünmeyi seviyorum. Adımlarım hızlandıkça kafam da daha iyi çalışıyor sanki. Hikayeme odaklıyorum aklımı, dizi dizi fikirler yığılıyor ardı ardına. Bir yandan yürüyorum, bir yandan onları izliyorum göz perdemin arkasından. Sonra bakıyorum çok hızlılar, önümdeki banka oturmaya karar veriyorum. Yerleşiyorum tahtadan banka, biraz gölü, biraz onu çevreleyen dağları, biraz da aklımdaki fikirleri izliyorum. Bu defa daha yavaş. Bu dinginlikte her şey daha net sanki. Hayat, doğa, zihin ve diğer her şey. Ermişçesine kalkıyorum ayağa, geldiğim yolu geri yürüyorum. İçime dolan güzellikler için bir kez daha ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum. Aklım hür, bisikletimin yanına varıyorum. Başlıyorum yine pedalları çevirmeye, evime doğru yol alıyorum.

Geliyorum evime, açıyorum kilitli kapımı ve doğru bahçeye geçiyorum. Açıyorum yine bilgisayarı, yazıyorum bir nehirde akıp gidercesine. Yine saatler geçiyor. Güneş batmasa, farkında bile olmam akşam olduğunun. Ama güneşin gidişini fırsat bilircesine bir serinlik çöküyor üzerime. Anlıyorum ki artık kalkma vakti, giriyorum içeri, kapatıyorum camdan kapımı. Çok acıkmadı bu sefer karnım, atıştırmalık bir tabak hazırlıyorum kendime. Masaya doğru yönelecekken kasabada elime tutuşturdukları broşürü görüyor gözlerim, elime alıp salonumun ortasındaki halıya oturuyorum. Tabağımı da sehpaya koyuyorum, bir yandan atıştırırken bir yandan göz atıyorum broşüre. Bir festival yapılacakmış üç hafta sonra. Bahar festivaliymiş adı, herkes davetliymiş. Hoşuma gidiyor, eş dost herkes katılır bizim kasabadan muhakkak. Burada yaşamak güzel, şehir hayatını hiç özlemiyorum. Bunu düşünürken son lokmamı yediğimi fark ediyorum. Güzel oldu, akşam yemeği için ideal bir porsiyon. Tabağımı yıkıyorum yine, sabah yıkadıklarımın yanına ekliyorum kurusun diye.

Ve gün sonu keyfi. Dün gece bıraktığım keyif koltuğumda kitabım ve yünden şalım beni davet ediyor yine. Yaklaşıyorum yanlarına. Kitabı elime alıp şala sarınıyorum sıcacık, başlıyorum bu defa okumaya. On, yirmi, otuz sayfa... En sevdiğim yazarlardan bu kadın, “acaba benim yazılarım da böyle okunur mu?” diye iç geçiriyorum. Üçüncü günün sonunda bitiriyorum kitabı, içimde bir hüzün. Öyle girmişim ki dünyasına, orayı bırakmak zor geliyor, çıkmak istemiyorum. Bu gecelik hayallerimi süsleyecek yine kahramanları ama yarın kendi dünyama döneceğim biliyorum. Kalkıyorum yerimden, çıkıyorum merdivenlerden yukarı. Dağınık yatağımda katlanmamış pijamalarım duruyor, alıyor geçiriyorum üzerime. Sonra uzanıyorum yatağıma, cam tarafına dönüyorum. Başka başka hayallerle kapıyorum gözlerimi güne, tebessüm eden dudaklarım eşlik ediyor uykuma. Kimsin sen diye soruyor rüyamda bana ait bir izdüşüm. “Ben mi?” diyorum, “Ben hayallerindeki senim...” 

 
Toplam blog
: 13
: 942
Kayıt tarihi
: 18.07.12
 
 

Gezmeyi, görmeyi, keşfetmeyi seven, balık burcuna ait olduğundan hayallerinden vazgeçemeyen, bir ..