Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın kendisi 10. bölüm

Hayatın kendisi 10. bölüm
 

Resim alıntıdır. "Geçmişten gelen ziyaretçiler"


“Anneler hisseder güzel kızım.”

Yanaklarının al al olduğunu duyumsadı Handan.

“Eee… Anlat bakalım. Nasıl karşılaştınız?”

Handan Emirgan Korusunda yaşadıklarını anlattı bir bir annesine. Emel’den bahsetti sonra. Kızını dinlerken yıllar öncesine gitmişti Züleyha. Özgür’in kısa boylu, tombulca annesi gelmişti gözlerinin önüne. Mahalledeki tüm kadınlarla neredeyse kardeş gibi yakınlaşmışlar ama Türkan ile bu yakınlığı bir türlü sağlayamamışlardı. Mesafeliydi hep Türkan. Kendini çeker, kasılırdı nedensiz. Bakışlarından tedirginlik verici bir ifade yayılırdı Züleyha’nın bedenine. Kendi kendine gülümsedi. Söyleyecekleri bitince sustu Handan.

“Peki… Şimdi… “diyerek kızının gri gözlerine baktı.

“Anlamadım.”

“Onu görünce ne hissettin? ”

“Bilmem…”

“Hhııı…”

“Yani… Sevindim tabii ama hepsi bu. Hatta telefonumu bile çok ısrar ettiği için vermek zorunda kaldım.”

“Anladım kızım” diyerek kıpırdandı Züleyha.

“Şu yastığımı düzeltir misin biraz?”

“Tabii.”

“Biraz dinlenmek istiyorum Handan. Çok yoruldum.”



………..

Aradan geçen iki hafta içinde taburcu olmuştu Züleyha. Komşuları bir bir ziyaretine geliyorlardı. Gelirken de elleri hiç boş olmuyordu. Ya bir şişe süt, ya yeni pişmiş kekler, börekler. Ne çok seviliyordu Züleyha. Yavru ceylanının yeniden yuvalarında olması en büyük mutluluğuydu Yusuf’un. Nasıl da üzerine titiryordu karısının. İşte her şey yoluna giriyordu yavaş yavaş. Karısı yanı başındaydı. Kısa soluklu da olsa kızları ile aralarındaki gerginlik son bulmuştu. Eski huzurlu, mutlu günlerindeki gibi yuvalarından kahkaha sesleri duyulmaya başlamıştı yeniden.

Handan nereden bilebilirdi ki o sabah işe gittiğinde onu nelerin beklediğini. Hafta başından beri onunla uğraşıyordu Haydar. Yazdığı yazıları olur olmaz noktalama işaretlerini bahane ederek defalarca bozuyor, yeniden yazmasını istiyordu. Beş yıllık dosyaları tek tek incelemesini ve rapor hazırlamasını istiyordu bir taraftan da. Bunaldığını hissediyordu Handan. Son zamanlarda yaşadıkları ister istemez derinden sarsmıştı ruhunu. Ruhunun iyileşmeye ihtiyacı varken üzerine eklenenler de tuzu biberi oluyordu. Bir de Güler’in başına gelenler… Sibel anlatırken tüyleri diken diken olmuş, bu adamdan korkmaya başlamıştı. Her an tetikteydi. Odasına çağırınca sırtından soğuk terler boşanıyordu. Mümkün olduğunca uzakta durmaya çalışıyor, bu ahlaksız adamın hareketlerini kontrol altında tutmaktan işe konsantre olamıyordu. Haydar bir dediğini iki bazen üç kere tekrarlamaktan sinirleniyor, avurtları öfkeden şişiyor, sıtma görmemiş sesi gittikçe yükseliyor, ağzından tükrükler sıçrıyordu. İşte bu yüzden Handa odadan bir an önce çıkmak için can atıyordu.

Dosyaların içine gömülmüş bir haldeyken çalan telefonun sesiyle irkildi.

“ KLM Turizm. Buyurun.”

“Handan Hanım ile görüşecektim.”

“Buyurun benim.”

“Özgür ben.”

Bir an için gitti geldi bu ismi duyunca Handan.

“Ne yapıyor arkadaşım?”

“Hiç… Çalışıyorum işte. Sen… Sen nasılsın?”

“İyiyim. Yalnız öğle yemeği teklifimi kabul edersen daha iyi olacağım…”

“ Şey… Ben gerçekten çok yoğunum.”

“Öğlen yemek yemeyecek misin yani? Ben… Hayır, cevabını kabul etmiyorum.”

“Başka bir gün söz… Bitirmem gereken işler var. Tost falan atıştırıp çalışmayı düşünüyorum.”

“Çok çalışma arkadaşım sürmenaj olacaksın valla. Lisede de böyleydin sen… Çok çalışkan ve hırslı.”

Gülümsemesine neden olmuştu bu son cümle Handan’ın. Demek o günler silinmemişti Özgür’ün zihninden de.”

“Ama ben… Aşağıdayım.”

“Ne?”

“Hadi bekliyorum seni. Saat yarımı çoktan geçti.”

“Hay Allah.” dedi Handan. Köşeye sıkışmış gibiydi.

“Handan… Orada mısn? Sen aşağı inmiyorsan… Ben geleyim yukarıya…”

“Yok… Yok… Geliyorum ben.” diyerek kapattı telefonu. Şimdi bir de” iş varken misafir ağırlıyorsunuz, kadın gününe çevirdiniz burayı” diye azarlanmak istemiyordu durduk yerde üstelik durum bu kadar da kritikken.

……………….

Dikiş makinesinin başına oturdu Züleyha. Hastanede olduğu sürece siparişler birikmişti. Söz verdiği günde yetiştiremediği etek, elbise, bluzları eline almıştı. Zetina dikiş makinesinin başını canlı bir varlıkmış gibi okşadı Züleyha. Ne çok özlemişti dikiş dikmeyi. Yusuf daha tam iyileşmediğini, bir süre daha dinlenmesi gerektiğini söylese de iyi olduğunu ve yatmaktan çok sıkıldığını, bir işe yaramak istediğini söylemişti Züleyha. Yusuf anlamıştı karısını, ne derse desin ikna edemeyeceğini. Zaten ne zaman hayır diyebilmişti ki yavru ceylanına.

Bir melodi gibi dinlemeye koyuldu gazetesini okurken dikiş makinesinini ta

tıkır tıkır sesini.

…………………

Derin derin soludu yosun kokusunu Handan.

“Hava ne güzelmiş meğer. Bütün gün iş yerinde havadan haberim olmuyor.”

“Bir de çıkmak istemiyordun.”

“İşler yüzünden.” diyerek duraladı Handan.

“Benimle yemek yediğini… Emel duysa… Hiç çekinmiyor musun birlikte görülmekten…”



……………..

Makine tıkırtılarının arasından çalan kapının zilini duydu Yusuf… Kalktı oflaya poflaya yerinden. Komşular da hiç rahat bırakmıyorlardı. Tamam seviliyorlardı mahallede ama dinlenmelerine de fırsat vermiyorlardı. Bir biri, bir diğeri.

“Yine yemek getirdi şüphesiz Zehra Bacı “diye düşünerek kapıya doğru seyirtti.
………………………….

“Emel… Yok canım… Bir şey demez O.”

“İlginç…” derken önündeki domates suyunu yudumladı Handan.”

“Nişanlı olacaksın ve sevdiğini kıskanmayacaksın…”

“Ben nişanlıyız demedim. Sözlü gibiyiz dedim… Yani çıkıyoruz sadece… “

“Annemde sevdi Onu demiştin.”

“Eee. Ne var bunda?”

“Ailenle de tanıştırdığına göre… Ciddi olmalı ilişkiniz..Hem hayatımın aşkını buldum demiştin…”

“Can kulağıyla dinlenmişim demek ki… Ve… Görüyorum ki cümlelerim hedefine ulaşmış…”

“Anlamadım…”

“Hepsi dikkatini çekmek içindi. Hayatımın aşkını buldum derken… Ben karşılaşmamızı kast etmiştim…”

Kızaran yanaklarıyla kaldırdı başını Handan. Duyduklarının yanlış olup olmadığını anlamaya ihtiyacı var gibiydi. Kızın dalgınlığından yararlanarak uzandı elini kavradı Özgür.

“ Ben… Bir tek seni sevdim Handan. “derken kızın şaşkın bakışlarından ayırmadan gözlerini devam etti cümlesine.

“Seni hiç unutmadım Handan… İstanbul’a dönüşüm boşuna değil. Senin hakkında küçük bir araştırma yaptığımı itiraf etmek zorundayım.”



……………..

Kapıyı açınca donakaldı Yusuf. Yıllar öncesinde bıraktığı bir adamla burun buruna gelmayi hiç beklemiyordu doğrusu.

“Bekri…”

“Ya Bekri… Benim…”

İkisi de sustu bir süre.

“Handan… Evde mi? Diye arandı Bekri.

“İşte kızım “dedi Yusuf “kızım” kelimesinin üzerine basa basa.

“İçeri buyur etmeyecek misin amcaoğlunu.”

“Tabii. Buyur.”

İçeri gireni görünce Züleyha, bir anda kesildi dikiş makinesinin sesi. Olduğu yerde donakaldı. Kocasının gözlerini aradı gözleri. Korkuyla bakıştılar.

“Selam sabah yok mu yenge. Ne de olsa Tanrı misafiri sayılırım.”

Hoş geldin Bekri. Hayırdır inşallah gelişinin sebebi.”

“Hayır diyelim hayır olsun”.

“Otursana Bekri.” diyerek karısının yanına yöneldi Yusuf.

“Yıllar sonra ta Keşan’dan kalkıp İstanbul’a gelişin pek hayra alamet olmasa gerek ha Bekri.”



“Kızımı… Handan’ı mı göresim geldi.”

Acı acı gülümsedi Züleyha.

“Handan bizim kızımız Bekri.”

“Gerçeği inkâr edemezsin yenge.”



“Gerçek mi... hangi gerçek? Siz değil miydiniz Handan’a bakamıyoruz, bir boğaz eksik olsun diye yetimhane köşelerine terk eden.”

“O zaman öyleydi şartlar.” Diyerek bıyıklarını burdu Bekri.

Karısı, yavru ceylanı daha yeni yeni iyileşiyordu.

“Kalk Bekri. Biz kahvede konuşalım “diyerek kardeşinin kolunu kavradı Yusuf.

“Züleyha hastaneden çıkalı daha iki hafta oldu.”

“Yusuf’um gitmeyin. Burada meraktan öldürmeyin beni. Ne konuşulacaksa burada…”diyerek oturdu yerine cümlesini tamamlayamadan.

“İyi misin yavru ceylanım?”

“İyiyim “diye işaret etti eliyle.

“Geçmiş olsun yenge.” diyerek kıpırdandı yerinde…

“Ayşe’de çok hasta. Handan’ı sayıklayıp duruyor. Kızımı dünya gözüyle görmeden ölmek istemiyorum diyor da başka bir şey demiyor.”

“Zavallı Ayşe… Nesi var?”

“ Kolon kanseri.”

…………………


Handan gururu okşanmış bir şekilde dönmüştü iş yerine. Duydukları içini ısıtmış, yüreğini ışıldatmıştı. Bulutların üzerinde parmaklarının ucunda dans eder gibi dönmüştü iş yerine ama bu mutluluğu kısa sürmüştü. Olayın gelişimine kaptırıp da kendini zamanı unutmuş ve yaklaşık bir, bir buçuk saat geç kalmıştı iş yerine... Pek tabii bu fırsatı yakından değerlendirmişti Haydar.

Bulutların üzerinden yeryüzüne çakılması, masasının üzerindeki sarı zarfı açtığında olmuştu Handan’ın. İş yerine habersiz geç geldiği için savunmasını istiyordu Müdür Bey.

Titreyen ellerinin arasındaki yazıyı yeniden, yeniden okudu Handan.

“Allah kahretsin. Şimdi ne yapacağım ben.” diye söylendi kendi kendine.

by PAPATYA 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..