Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '06

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Haydi, ince ayar düğmeleri "ON" konumuna...

Haydi, ince ayar düğmeleri "ON" konumuna...
 

Bir eğitim seminerine katıldım geçenlerde. Konu başlığımız “Sosyal Stiller / Kişilik Profilleri” idi.

Birkaç satırla özetleyecek olursam; insanların genetik olarak taşıdıkları ve sonradan edindikleri / törpüledikleri kimi özellikleri itibarıyla birkaç temel profil çizdiklerinden, belirli düşünce tutum tavır ve davranış özellikleri gösterdiklerinden söz ediliyordu bu seminerde. Ve bu göstergelerden hareketle elde edeceğimiz ipuçlarını değerlendirerek; hiç tanımadığımız hatta ilk kez karşılaştığımız insanlarla bile etkili iletişimler gerçekleştirmenin, iletişim kazalarını engellemenin mümkün olduğu anlatılıyordu.

Bu seminerin ardından, önce kendimi sonra yakın ve uzak çevremden tanıdığım, bildiğim isimleri bir bir gözümün önüne getirdim ve her birini, davranış özellikleri itibarıyla, bu sosyal stiller kadranı içersinde nereye oturtacağımı düşündüm. Sonuç enteresandı; kurduğum iletişimlerde zorlandığım, fazlasıyla sürtüştüğüm, insan zihninin tüm algıları diyebileceğimiz izlenimler ve fikirler itibarıyla aykırılıkları sıkça yaşadığım insanların çoğu, farklı ağırlıklara sahip olmakla birlikte, aynı sosyal stil ana grubu içinde yer alacak karakter ve davranış özelliklerini taşıyorlardı.

İnsanları bir anlamda kategorize eder gibi duran bu yaklaşım, ilk bakışta bana biraz antipatik gelmekle birlikte, böyle bir değerlendirmeden elde edeceğim bulguların, iş aile ve sosyal çevremdeki insanlarla olan iletişimime, bir türlü aynı frekansta buluşamadığım kimi insanlarla olan ilişkilerime bambaşka bir boyut katacağını, hiç de azımsanmayacak kadar çok uygulama alanı bulabileceğini ve “İNSAN”ı anlama prosesine büyük katkıda bulanacağını da reddedemedim doğrusu.

Sonra, düşünmeye devam ettim;

Peki, baş etmekte pek de zorlanmadığımız iletişimlerin, hatta yakın arkadaşlıklara, güzel dostluklara uzanan ilişkilerin sırrı da, bu insanlarla aynı yada yakın kişilik profili içinde bir yerlerde buluşuyor olmamız mıydı sadece? Kimileriyle bir türlü aynı frekansı yakalayamazken, kimileriyle adeta ruh ikizi olduğumuzu hissederiz. Neden bazı insanlardan hiç haz etmeyiz de, bazılarına kanımız kaynayıverir?

Kısa ya da uzun süreli, o veya bu sebepten ötürü ya da tesadüfi, kimi yakından tanıdığımız kimi uzaktan, bazen ne tanıyıp ne de karşılaştığımız, sadece varlığından haberdar olduğumuz, değişik değişik insanlar duygularımıza girip çıkarlar.

Kimileri; ilgi, beğeni, sempati, takdir, hayranlık basamaklarını tırmanır duygularımızda.

Kimileri şefkat merhamet, kimileri burukluk ve hüzün uyandırır.

Kimileri; aşk, coşku, tutkuyla doldurur yüreğimizi, kimileri öfke, hiddet, hatta nefretle.

Kimileri şevk ve heyecan aşılarken bize, kimilerinden hiç haz etmeyiz nedense.

Onlar, duygularımızın farklı raflarına, renk renk etiketlerle nasıl yerleşmekteler ? Etiketlerin rengini ya da hangi rafa yerleşeceklerini ne belirler? Bazen bir raftan alıp, diğerine koyarız onları, nasıl?

Ruhumuzda ilk göründükleri biçimiyle tüm duyumlarımızı tutkularımızı ve heyecanlarımızı belirleyen ne? En güçlü ve yetkin algılarımız yani izlenimlerimiz, önce zihnimizde mi şekilleniyor? Her şey beynimizde, beynimizin içinde başlayıp orada mı bitiyor?

Bir kayak hocası, bir gün şöyle demişti : "Önce beyin düşer, sonra yerdesin..." Bu doğru mu gerçekten?

İlişkilerimizde, karşı taraftan gelen sinyalleri algılayan beynimiz, yaşamımız boyunca, o ana kadar kaydedilen sayısız parametrenin –öğrene geldiklerimiz / ön yargılarımız / genetik mirasımız- neredeyse sonsuz olasılıklarını hızla tarayarak, bu sinyallerin hangi duygu, düşünce, tutum ve davranışlarımızı tetikleyeceğini ve bu sinyallerin sahibini hangi etiket ile hangi rafa yerleştireceğimizi belirliyor, diyebilir miyiz?

Salt bir veri işleme mantığıyla bakarsak; evet, sanırım bunu söyleyebiliriz. Ham veri, Merkezi İşlem Birimine(CPU) girer ve mevcut donanım alt yapısı ve mevcut yazılımın olanakları dahilinde, işlenmiş “output / çıktı” olarak dışarıya çıkar. Ancak, durağan bir "mevcutluk" tan söz ettiğimiz bu bakış açısıyla; esneklik, irade, hoşgörü, güven, uyum sağlama, sabır, azim, kararlılık, hırs, özen, dikkat, tahammül, ileri görüşlülük, duyarlılık değişkenlerini ve bunların ince ayarlarının gücünü ıskalamış olmaz mıyız?

Ve işte, bu değişkenler değil mi ki zaten, insan beynini salt bir CPU olmaktan öteye taşıyan, insanı; kalbiyle beyniyle ruhuyla sezgileriyle yetenekleriyle bir bütün yapan, her birini diğerinden ayrıştıran, tek ve şahsına münhasır kılan.

Bu değişkenlerin farklı ince ayarları; dışarıdan gelen sinyalleri algılama ve tepki verme prosesinin, bütün aşamalarını etkileyebilme ve değiştirebilme gücüne sahip üstelik !

İnsanlarla ilişkilerimizde; hoşgörülü bir tebessümün, tutulan bir sözün, dikkatle dinleyen bir kulağın, adil bir muhakemenin, dürüst bir iltifatın ya da ilgi dolu küçücük bir hareketin gücünü örneğin, yadsıyabilir miyiz?

Kimileri duygularımızın farklı raflarına farklı renklerde etiketlerle yerleşmiş de olsalar, rafların yerini ve etiketlerin rengini değiştiren, bu ince ayar düğmeleri olmasın sakın? Ve, "VAZGEÇEMEDİKLERİMİZ" rafına yerleşebilenler ise; kendi ince ayar düğmelerinin bir kaçını, kişisel ya da toplumsal yaşamımızda bir FARK yaratma konumuna getirebilmiş olanlar galiba.

Belki ne daha zengin, ne daha ünlü, ne bir çok ödül almış ne de yarışmalar kazanmış, ne daha kariyerli, ne daha ünvanlı, ne daha genç, ne daha güzel, ne daha yakışıklı, ne daha yetenekli, ne daha başarılı onlar. Ama biz onları bir başka severiz. Hatta belki, "rağmen" lerle severiz.

Diğerleri mi?

Bir çok “rağmen” e rağmen, ONLAR kadar sevemediklerimiz...

 
Toplam blog
: 45
: 2228
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

"Artık makine ile değil, insanla iletişim kurma" kararımın ardından IT sektöründeki kariyerimi nokta..