Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Her Dem Hayallerimi Süsleyen Biricik Tatilim

Her Dem Hayallerimi Süsleyen Biricik Tatilim
 

“Benim tatilim nasıl olmalı?” sorusunu sorarak bir takım yanıtların peşinden koşmak hiç ama hiç hoşuma gitmiyor. “Hayallerim” desem daha mı iyi olur acaba? Evet… Sanırım “Hayallerim” demek daha doğru bir ifade olacak. 

Bu gün yine zihnimi kurcalayan bir “mevsimler” hadisesi gündemime oturdu. “Ben hangi mevsimi daha çok seviyordum acaba?” Ve bu zihin kurcalama hadisesi sonrasında, yaz aylarını ne denli sevdiğimi bir kez daha keşfettim. Hayır, yanlış anlamayın, ben her mevsimin koyu kıvamda sevicisiyim ama ne bileyim işte, yaz ayları daha bir cazip, daha bir çekici geliyor bana… Tiril tiril bir güneş, masmavi ve pürüzsüz bir gökyüzü, etrafta hanımeliler, portakal çiçekleri ve hanımelilerden, portakal çiçeklerinden etrafa yayılan büyüleyici kokular... Ve pek tabii ki insanın ruhunu dinlendiren rengârenk begonviller… Belki de yaz mevsimine olan ilgime neden olan şeyler bunlar olsa gerek. Hanımeli, Portakal Çiçeği, Begonvil ve masmavi bir gökyüzü… 

“Antalya’da yaşıyorsun ya, daha ne istiyorsun işte?” diyen arkadaşlarıma nispet olsun diyemeyeceğim. Bir turizm kentinde yaşamak ve hele hele bir seyahat acentasında yönetici pozisyonunda görev yapmaksa işiniz, vay halinize… “Tatil mi?” O da ne? Hiç tatil yapmayan birisi değilim ama nedense yaz aylarının o cafcaflı sıcağında, gerim gerim gerinerek tatil yaptığım zaman çok azdır. Ve bu sebeptendir ki, “Benim tatilim nasıl olmalı?” sorusunu değiştirip “Hayalimdeki tatil nasıl olmalı?” sorusuna yanıt aramam daha iyi olacak. Nasıl olsa, şu yazın tiril tiril zamanlarında, şöyle dolu dolu bir tatil yapamayacağımdan dolayı, en azından hayallerimi ortalık yere döküp saçsam hiç fena olmaz. 

En nihayetinde ben öyle otel tatilcisi formatında bir tip değilim. Kurulu saat misali, önüne sunulan o koftiden yemekleri yemekten ve eline tutuşturulan bir havlu eşliğinde, şezlonga kurulup, alık bir vaziyette etrafa göz atmaktan hiç haz etmiyorum. Ama nafiledir ki, zaman zaman bu hiç sevmediğim, hiç olmak dahi istemediğim ortamda zorunlu sebeplerden ötürü bulunmak durumunda kalıyorum. Benim için bir tatilden ziyade, bir sıkıcı zamanlar süreci olarak zihnimdeki yerini alıyor o anlar. Ve işte anlayacağınız benim hiç hayal etmediğim bir tatil anlayışına küçük bir paragraf ayırdım. Bu paragraftan anlaşılacağı üzere, benim tatil hayalim bir yerlere çakılı kalarak yapılan bir tatil formatının ötesinde. Ben bol miktarda gezmeliyim. Yanımda eşim ve kızımla birlikte… Ve en çok da Antalya’nın batı istikametine doğru hafif hafif yol almalıyım. Ve birkaç günü mü, Adrasan koyunda, hemen denizin dibinde İsmail Bey ve saygıdeğer eşi Fatma Hanımın pansiyonlarında geçirmeliyim. Sabah daha gün ışırken soluğu Akdeniz’in serin sularında alıp, saatlerce yüzmeliyim… Ve sonrasında ılık bir duş sonrası, Adrasan koyuna nazır güzel bir kahvaltıyla güne devam etmeliyim… Kitap yok, gazete yok, internet yok… Etrafımda oturan ve tatil yapmakta olan o birkaç aileyle tanışıp, havadan sudan konuşmalıyım. Ve akşama doğru bir kez daha denizin tadını çıkarmalıyım. Ya sonra? İşte günün belki de en özlem duyulan anına adım adım ilerliyorum. Akşam saatleri deniz faslını bitirdikten sonra, yine ılık bir duş, kısa bir uyku ve ardından akşam yemeği… Güneş adım adım batmaya yüz tuttuğunda, Sinemis Pansiyonun denize nazır masalarından birisine kurulup, önümüze gelecek olan ızgara balık, yeşil salata ve roka, peynir, kavun ve pek tabii ki rakı ile günün tadındaki doruğu yakalamalıyım… Güneş batarken, eşimle karşılıklı kadehlerimizi tokuşturup, güneşin batışını seyre dalarak, akşamı karşılamalıyım. Gece yarısına birkaç saat kala, rakı kadehlerimizi ve rakıya eşlik eden mezelerimizi de yanımıza alarak, denizin tam da dibine konumlanacak masamızda, dalgaların o ince sesiyle birlikte geceyi dolu dolu sürdürmek… Ve kasetçalardan yükselen o güzelim Yunan ve Rum ezgilerine kulak kabartmak. Evet… Dolu dolu Yunan ve Rum ezgileri dinlemeliyim o denizin tam da dibinde. Ve ara ara şiirler süzülmeli dudaklarımın arasından… Ve o anların hiç bitmemesine dair dileklerimi sunmalıyım ortalık yere… 

Ve ikinci gün… 

Aynı şeyleri bir kez daha tekrarlamalıyım. Sonra mı? Yola devam… Batı istikametine doğru ağır ağır, keyifle ilerlemeliyim. Kumluca-Kaş arasındaki koylarda keyfimce denize girmeliyim. Her koyda bir saatlik yüzme seansları sonrasında akşama doğru Kaş’ta noktalamalıyım günü. Yine güzel ve şirin bir pansiyonda kısa bir dinlence sonrası, Kaş sokaklarında eşimle ve kızımla birlikte keyfimce dolaşmalıyım. Ve yine bir akşam yemeğinde ızgara balık eşliğinde rakı yudumlamalıyım. Gece yarısını az bir şey geçtikten sonra, soluğu yatakta alıp, devrisi gün erkenden kalkarak batı istikametine doğru yola devam etmeliyim. Sabahın o nadide serinliğinde Kaputaş plajının ince kumunun üzerine kendimi atmalıyım. Birkaç saatlik yüzme seansının ardından, Kalkan’da soluğu alıp, denize nazır bir noktada sade bir kahvaltıyla güne devam etmeliyim. Ve işte bu güzel günün devamını Patara’da sürdürmeliyim. Patara, Lkyalıların başkenti… Patara’nın şirin pansiyonlarından birisine yerleşip, soluğu sahilde alarak, o incecik kumların üzerinde uzunca bir şekilde yürüyüşe çıkmalıyım. Dalgalarla oynayıp, ince kumların üzerinde yuvarlanmalıyım. Akasyaların aralarında dolaşırken bol bol fotoğraf çekmeliyim. Ve akşam saatlerinde alınacak ılık bir duş sonrası, kısa bir dinlencenin ardından, Patara’nın şirin restoranlarından birisinde rakı ve birbirinden değişik mezeleri tadmalıyım… Gece alınacak güzel bir uyku sonrasında, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Ölüdeniz’e doğru yelken açıp, o günü tekne üzerinde Ölüdeniz koylarını dolaşarak geçirmeliyim. O koy senin, bu koy benim misali, her koyda bol bol yüzüp, Kelebekler Vadisi’nin resimlerini çekmeliyim. Akşam yemeği sonrasında, Ölüdeniz sokaklarında keyfe keder gezip, hafif bir müzik çalan salaş bir meyhanede soluğu almalıyım… Rakı, peynir ve kavunla geceyi yarılamalıyım. Ve sabah erkenden hafif bir kahvaltı sonrasında, Fethiye Koylarını dolaşmaya çıkmalıyım. O koylarda kızımla birlikte dolu dolu denize girip, yüzmenin doruğuna çıkmalıyız. Eşim de bol bol fotoğraflar bizi… 

Ya sonra… 

Dalyan, Marmaris, Datça, Bodrum… 

Ve geriye dönüş… Hepsi bu… Çok şey mi? 

 

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..