Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '10

 
Kategori
Çocuk Psikolojisi
 

Herkesin çocuğu çok özel!

Herkesin çocuğu çok özel!
 

Sürekli çocuklarla çalışmaktan, çocuklara yazmaktan ve çocukça işlerle ilgilenmekten de çocukların son hali daha bir gözüme batar oldu. Yeni çocuk eğitimi modası çocukları özgür yetiştirmek, bunun sonucunda da ortada bir sürü terbiyesiz, saygısız, düşüncesiz, patavatsız, arsız velet. Bunlar büyüyüp de yönetime geçince ne olacak zaten hiç bilmiyorum. “Kenardan sarkmasana çocuğum, tehlikeli” demeye kalkıyorsun, cevabı yapıştırıyor, “Sana ne? Ne karışıyosun, sen kendi işine bak!” ve daha 4 yaşında. Annesi de oradan ne özgüvenli, akıllı çocuk yetiştirmişim, nasıl da tersledi koskoca kadını diye gururlu gururlu bakıyor. Özgüvenli değil, basbayağı terbiyesiz yetiştirmişsin işte.

Bugün okulda bir öğrencim sırtımdaki çantamın fermuarını açmış, ellerini daldırmış, içini karıştırıyor, hem de öğrenci işlerinde, bir de pişkin pişkin “Aaa sakız varmış, bana da versene” demez mi! 10 yaşında, koskoca bir öğrenci bu, Türkiye’nin en pahalı kolejinde okuyor ve öğretmeninin çantasını rahatça karıştırabiliyor, bu kadar öğrenebilmiş… Bu dönem arsız ve terbiyesiz, çevreye uyum sağlayamayan çocukların yeni bir adı var, indigo. Bunların ablak suratlı, sakin ve bön bön bakanlarına ise kristal deniyor. Herkesin çocuğu ya indigo ya kristal maşallah, ortalıkta terbiyesiz ve aptal çocuk kalmadı, bitti hepsi.

Yine benim okulda bir tane var, kesin en indigo çocuk o, geçen yıl derste çıngar çıkartıp herkesi dövüp, dövecek adam kalmayınca dersi terk edip okulda dolaşmaya çıktı, az sonra yanında bir psikolog danışman ordusuyla geri döndü. Sorun çözeceğiz ya, hep birlikte çocuğun boy hizasına gelmek için küçüldük, önünde diz çöktük, göz teması kurduk, empatik cümlelerle olumlu mesajlar vermeye başladık. “Yavrucuğum, bu sorunu nasıl çözeriz” diyorlar o da indigo indigo bakıp “hepinizi gebertirsem bu sorun çözülür” diye yanıtlıyor, bu defa sorun çözücü ekip atağa kalkıp “ama bu sorunlardan kaçmak demek olmaz mı?” dedi ve ben gerisini dinleyemedim, fazla geldi, mor bastı.

Çocuklara o kadar yüz veriliyor ki, ne yapsa haklı, ne dese yeri! Restoranda, sinemada, dolmuşta susturan bile yok çocuğunu. Herkes dinlemek zorunda ya! Bana ne kardeşim senin çocuğun konuşabiliyorsa? Benim ne suçum var? Avaz avaz bağırarak konuşurlar, anneleri de etrafa bakar gururlu gururlu, herkes oğlunun konuşmalarını duyuyor mu diye, ne akıllı çocuk diyecekler, konuşuyor çocuk! Konuşacak tabii, konuşmasa al doktora götür zaten, kazık kadar olmuş!

Zaten çocuğuna annecim, babacım, dayıcım, dedecim diyen adamdan hayır mı gelir? Kafadan kontrolü kaçırmış demek. Ya da ciddi şekilde reenkarnasyona inanıyor. Çocuğun çenesi dedesine benzemiş ya, aman herhalde Hulusi dede ölüp ruhu Rüknettincan’ın bedenine girmiş, dedeye saygısızlık olmasın…

Bağıran çocuklara devam edeyim, geçenlerde otobüse bindik. Nasıl dolu, nasıl tıklım anlatamam. Ayaktayız ama ayakta duracak bile yer yok, tek ayaktayız. İki kadın oturmuş, kucaklarında da muhtelif çocuklar. Bir tanesi hiç susmadan “arabaya binelim, dolmuşa binelim, taksiye binelim” cümlesini tekrarlıyor ama nasıl avaz avaz ve şarkı ritmiyle. Annesi de sırıtarak etrafına bakınıyor “herkes bizim indigoyu dinliyor mu” diye. Dinliyoruz tabii ama nefretle. Bu arada otobüs tamamen durmuş, son yarım saatte gıdım ilerlemiyor. Bir ara yanımızdan bir ambulans geçmeye çalıştı, sevabına çocuğu bindirsem mi diye düşündüm… Neyse… Çocuk artık sempatik bakış oranının azaldığını fark edince atağa kalktı, bağıra çağıra aklına ne gelirse aklına söylüyor. Annesi bir kere bile “sus oğlum, belki herkes seni dinlemek istemiyordur, sıkılmışlardır, kafaları şişmiştir, komik ve sevimli gelmiyorsundur, zaten ayaktalar, yorulmuş olabilirler” diye hiç düşünmediğinden, olay giderek çığrından çıkıyor. Çocuk hala sempati toplayamayınca birden yeni bir deneme yaptı avaz avaza “anne burnunda sümük var” demeye başladı. Çocuğun konuşmasından o zamana kadar pek de memnun olan anne için işler değişti, “sussana evladım”lar başladı. Ama çocuk tepki aldı ya, tam gaz devam “anne walla sümük var, rengi de…” şeklinde… Annesi ağzına yapıştı, tabii otobüs ahalisi o andan itibaren eğlenmeye başladı. Teyzesi ağzını kapatıyor, bu onun elini ısırıp devam, gözü dönmüş artık… En son şu duyuldu “anne ben senin .ötünü yerim” Burada olay koptu zaten.

Şimdiki çocuklara dikkat ettiniz mi? Her türlü faaliyette varlar. Satranç, at, buzpateni, basketbol… Hepsi piyano çalıp bale yapıyor, o standart zaten. Hepsi çok yetenekli, hepsinin öğretmeni “böyle yeteneklisini görmemiş” hepsinin “bir kulağı var, kesin konservatuara sokun”. Benim zamanımda faaliyete pek gidilmezdi. Ben buz pateni yapmak istediğimde annemlerin hiç hoşuna gitmemişti. Değil parasını ödemek veya beni oraya götürmek, ben kendi paramla gidince bile derslerim kalacak diye karşı çıkarlardı. Bir şeyler yapmak için hep uğraş vermem gerekti. Yazı yazarım boş iş diye kızarlar, paten kayar, yarışmalara giderim, iş çıkardım diye söylenirler. Konservatuara girerim, fenalık geçirirler. Şimdi birbirinden yeteneksiz, hımbıl çocuklar anne-baba zoruyla oradan oraya koşturulup duruyor.

Bu yatırımlar ve yetiştirme şekilleri hatta eğitim sistemi ileride toplumumuza nasıl dönecek, bekleyelim, hep beraber göreceğiz.

 
Toplam blog
: 4
: 993
Kayıt tarihi
: 27.09.10
 
 

Bitirdiklerim: Saint Benoit Fransız Lisesi. Marmara Üniv. İletişim Fak. Rd-Sinema-TV.Ciddiyetle ilgi..