Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '07

 
Kategori
Hayvanlar Alemi
 

Hikmet Ağbi ve kuşları

Hikmet Ağbi ve kuşları
 

Size Hikmet Ağbi'den söz edeyim mi?

Bizden yaşça 7-8 yaş anca büyüktü. Ama nedense, bizde çok daha büyükmüş gibi bir izlenim uyandırmıştı. Sanki 15-20 yaş gibi filan...

Onların evi ile bizim ev arasında bir ev vardı. Bizim evin bahçesinden onların evinin bahçesi görünürdü. Evlerinin sırtı bizim tarafa dönüktü. Sadece tuvalet penceresi v.s. gibi küçük pencereler bizim eve bakardı. İki katlı bir evdi. Adana'daki tüm evler gibi çatısız; belki üzerine kat çıkılır umudu ile demir filizleri bırakılmış, sıvası yapılmış ama boyanmamış sıradan bir ev.

Damda, gösterişli bir çardak vardı. Ve aşağıdan uzayıp gelmiş, gür yaprakları ile çardağın her yanını kaplamış bir asma. Bu asma her zaman bir kavga nedeniydi mahallemizde. Komşu kadınlar taze asma yaprağı toplarlar, Hikmet Ağbi'nin annesi Katibe Teyze de onlara söylemedik laf bırakmazdı. "Neden topluyorlarmış!... Babalarının malı mıymış!.." Halbuki asmanın yaprakları o kadar boldu ki, her gün çuvallarla toplasalar bitmezdi. Katibe Teyze, sanırım bu asmanın sahibi olma ayrıcalığını kullanmak istiyordu. Çünkü mahallede başka hiç kimsede, böyle, yaprakları taze ve damarsız asma yoktu.

Hikmet Ağbi kuş hastası idi. Güvercin beslerdi. Damda üç tane dolabı vardı. Tahtadan yapılmış, bildiğimiz dolap! Her dolap dikine iki, enine ise altı-yedi bölüme ayrılmıştı. Her bölmede bir güvercin bulunurdu.

Hikmet Ağbi sabah erkenden kalkar, daha yüzünü yıkamadan, altta çizgili pijaması, üzerinde atleti ile dama çıkar, kuşlarını salardı. İçlerinden dört-beş tanesini seçer, uçurmaya başlardı. Kuşlar biraz yükselince, ucuna bir bez bağlı uzun kamışı eline alır sallar, sallar sallar... Mavi gökyüzünde artık gözle seçilemeyecek yüksekliğe ulaşan kuşlara dalar giderdi. Resmen transa geçerdi o anda!

Kuşların kafi miktarda uçtuğuna karar verdiği anda, parlak* çeker; parlak çekmesi ile birlikte gökyüzünde kaybolan kuşlar birer mermi gibi inerlerdi aşağıya. Sonra kuşları yemler, inerdi eve.

İner inmez de, Katibe Teyze'nin sinirli bağırıp-çağırmaları karşılardı onu:

"Allah belanı kaldırsın!.. o kuşları getirdin, evin betini bereketini kuruttun!.. Bedduasını alıyoruz o kuşların!.. Bırak şu mübarek hayvanları!.. Günah, günah!.. Hadi benden korkmuyorsun da, Allah’tan da mı korkmuyorsun!.."

"Ya anne yaa!.. Başlama sabah sabah ya!.."

Hikmet Ağbi hiç dinlemezdi bile Katibe Teyze'nin söylediklerini. İçeri gider, üzerini değişir çıkardı evden. Doğru bakkala gider, bakkaldan bir pide alır içine birkaç parça tulum peyniri koyar, kahvaltısını orada yapardı. Bakkal Mehmet Ağa da alışmıştı artık bu duruma... Hemen bir su bardağına çay hazırlayıp getirir, koyardı Hikmet Ağbi'nin önüne.

Hikmet Ağbi ilkokuldan sonra okumamıştı. Bir süre bir kaportacının yanında çırak olarak çalıştı. Sonra bir marangozun. İyi futbol oynardı. Bir ara futbolcu olmaya karar verdi. Yetenekliydi ama istikrarsızdı. Bir süre sonra ondan da bıktı.

Tek bıkmadığı alışkanlığı kuşlardı.

Marangozda çalışırken, belki elli tane kuş yuvası yapmıştı tahtadan. Evin damının kenarlarına asmıştı hepsini. Serçeler tamamının içini doldurmuş, tahta yuvalardan salkım saçak ot, ip sarkar olmuştu. Hikmet Ağbiler'in evinin çevresi, her zaman kuş cıvıltıları ile doluydu.

Hikmet Ağbi her sabah, güvercinlerin bakımını bitirdikten sonra, çevreden topladığı ne kadar bayat ekmek varsa, hepsini ıslatır, o tahta kuş yuvalarının üzerlerine dökerdi. Bir anda çevredeki tüm serçeler toplanır, büyük bir iştahla yerlerdi bu ekmekleri. Hikmet Ağbi ise ne büyük bir mutlulukla izlerdi onları!.. Onun yüzündeki ifadeyi görmeden anlamak, anlatmak imkansız.

Hikmet Ağbiler'in bir akrabası vardı Almanya'da. Bir yaz onlar geldiler. Bu akrabaların, yetişkin, Hikmet Ağbi ile aynı yaşlarda bir kızı vardı: Halide.

Halide ile Hikmet Ağbi'nin arasında bir şeyler oldu. Gece gündüz birlikte geziyorlardı. Hikmet Ağbi'nin ayakları yere değmez olmuştu.

Çok değişmişti Hikmet Ağbi çok! Artık bazı sabahlar dama çıkıp güvercin uçurmaz olmuştu. Laf olsun diye dolapların kapağını açıyor, kuşları yemliyor; Hemen geri kapatıyordu hayvanları. Hatta bazı günler yem bile vermediği oluyordu da, annesi Katibe Teyze yemliyordu kuşları söylene söylene. Serçeler ise iyice unutulmuştu!..

Sonradan öğrendik; Hikmet Ağbi ile Halide evlenmeye karar vermişler. Bir ay geçmedi, her şey olup bitti. Düğün filan yapıldı, bitirildi. Halide ve ailesi Almanya'ya dönerken beraberlerinde Hikmet Ağbi'yi de götüreceklerdi.

Hikmet Ağbi gitmeden önce mahallenin tüm çocuklarını çağırdı. Güvercinlerin hepsini dağıttı birer-ikişer.

Bana düşen güvercinler ise, en iyi uçanlardı!.. İstemedim. "Bana kuş yuvalarını ver" dedim. Verdi. Hatta bizim evin damına kendi taşıdı tek tek. Ve yerleştirdi. Artık ben besleyecektim serçeleri.

Hikmet Ağbiler giderken, tüm güvercinleri uçurduk. Arabaları mahalleden çıkana kadar baktı, gözlerini ayıramadı gökyüzünde nokta kadar kalmış kuşlardan.

Kuşlar kaldı, Hikmet Ağbi gitti.

Hikmet Ağbi her yaz gelir, geldiğinde, kuşlarını kontrol ederdi. Oysa Hikmet Ağbi'nin kuşlarının üzerinden kaç nesil gelip geçmişti! Ama olsun. Bizce tüm kuşlar, Hikmet Ağbi'nindir. Kaç yıl, kaç nesil geçerse geçsin.

*Parlak çekmek: Güvercinler havada uçarken, beyaz (beyaz olmayabilir de) bir güvercini kuyruğundan tutup, yukarı doğru sallayarak, uçan güvercinleri aşağıya çağırmak.

* İllüstrasyon: Sefa Sofuoğlu

 
Toplam blog
: 118
: 1658
Kayıt tarihi
: 20.06.06
 
 

70'li yılların sonlarına doğru (1977 veya 1978... Belki de 1979...) tüm zamanların efsane dergisi..