Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Temmuz '09

 
Kategori
Anılar
 

Hukukçu Ahmet Güçsav'a dair bazı görüşler (4) Abdülkadir Güler

Ahmet GÜÇSAV, meslek itibariyle bir hukukçu ve aynı zamanda bir avukat idi. Siyasal, toplumsal, kültürel çalışmaları ve yazıları sırasında hukuk konusunda da bir çok yazılar kaleme almış ve gerektiği yerlerde bir hukuk adamı olarak bazı eleştirilerde bulunmuştur. Örneğin 22 Aralık 1978 tarihinde Söke Ekspres Gazetesinde yayınlanan HUKUKTA ETKİNLİK başlıklı yazısında şunları okuyoruz:

“Günlerden bir gün, Türk köylüsü kente gelir. Alışverişti pazarlığa girer. Satıcı birçok konularda ‘<ı>kanun şöyle, kanun böyle’ deyince köylü yurttaş bunun açıklamasını ister. Kentli tüccar da ‘<ı>İşte, der, <ı>yetkili kuruluşlar tarafından çıkarılır, işlere düzen verir ve yasak ettiği şeylerde de ceza getirir.’ Köylü yurttaş dayanamaz ve ‘<ı>Bunun tanımını<ı>[1]<ı> ben yapayım.’ der ve söze şöyle başlar: ‘<ı>Bizim bildiğimize göre kanun kırk telli bir sazdır. Usta eller bu tellerde ahenkli bir ses çıkarır. Fakat eller iyi değilse her tel, ayrı ses verir.

Türk köylüsünün gerçeklere uygun bu tanımı hayret uyandırmıştır. Gerçekte kanun ‘<ı>kurallara uygunluk’ anlamına gelir. Ona saygı gösterilse toplumun davranışları ahenkli olur. Aksi halde herkese göre bir anlam ve davranış yolu çıkar ki bunun sonu kargaşalıktır. Kültür düzeyleri birbirlerine yakın olan insanlarda anlaşmak kolaydır. Bir şey ya karadır ya ak. Ya doğrudur, ya eğri. Bunun tartışmasını yapmak (temelden ayrılmak) anlamına gelmez. Yasaların yorumunu herkes değil, işlek kafalar ve hukukçular yapabilir. Mantık ve muhakeme[2] bir çözüm yolu ise de yeterli değildir. Olayları değerlendirmede çeşitli etkenlere yer vermek gerektir. Suç işleyen bir insan bunu niçin ve neden ve hangi sebeplerle oluşturmuştur. Hukukçular her şeyden önce bir ruhbilimci olmak ve toplum sorunlarına çeşitli açılardan bakmak zorundadırlar.”[3]

Tabiî bunlar rahmetli Ahmet GÜÇSAV’ın hukukla ilgili görüşleridir. Katılırsınız veya katılmazsınız. Bu ayrı bir konudur. Aradan 16 yıl geçtikten sonra yine Ahmet GÜÇSAV Yeni Söke Gazetesinde HUKUK DEVLETİNDE HUKUKSUZLUK başlıklı makalesinde özetle şunları yazıyor:

“... Bazı demokrat ülkelerde milletvekilleri için <ı>dokunulmazlık hakkı yoktur. Demokrasilerde herkes eşit haklara sahip olduğuna göre, milletin hizmetinde olan bu gibi kişilere ayrıcalık tanınmaz. Kaldı ki bunların çalışma dairesi parlamentodur. Görev yapmak için Meclise muntazam gitmek, yasama ve denetleme görevlerini eksisiz yapmak şarttır. Aksi halde bu görevden atılacaklardır. Çünkü içtüzük vardır. Anayasa da bunların çalışmalarına yön vermiştir.

Doğrusu çok yazık. Kimi kimden şikâyet edeceğimizi bilemiyoruz. Türk basınında bazen çok ağır tenkitler çıktığı halde aldıran yoktur. Bugün testiyi kıran da bir, götüren de birdir. Hatta bir milletvekili “<ı>istifa ettim” dediği halde 226 kişi toplanıp “<ı>kabul edilmiştir” demedikten sonra bu sayın zat, istifa etmiş sayılmamakta ve milletin kesesinden astronomik rakamlı aylığını almaktadır.

Demek ki memleket ne hâle gelmiştir, bilemiyoruz. Cumhurbaşkanı da sessiz kaldığına göre işlerimiz Allah’a kalmıştır, diyoruz.”[4]

AHMET GÜÇSAV ve ADALET

Avukat Ahmet GÜÇSAV, yerel basında yazdığı makaleleriyle bir hukuk adamı olarak adalet konusundaki görüşlerini, fikir ve düşüncelerini açık olarak ortaya koymuştur. Örneğin Yeni Söke Gazetesinde kendi köşesinde 17 Ocak 1994 günü Adalet Üzerine yazmış olduğu görüşleri tam altı gün devam etmiştir. Bu yazılarından bazı bölümleri aynen yazarak buraya almakta yarar görüyorum. Bu suretle Avukat Ahmet GÜÇSAV’ın adalet konusunda neler düşündüğünü ve neler istediğini burada özetle öğrenmiş olacağız. Adı geçen yazılarını sunuyorum:

“Çoğu zaman ve genellikle, “<ı>Adalet mülkün temelidir.” deriz. Bundan maksat, adaletin devlet ve millet hayatında bir temel taşı olmasıdır. Adalet olmayan yerde huzur, güven, dirlik ve düzenlik de olmaz.

Koskoca Cengizhan bile “<ı>Ülkeler kılıçla alınır ama adaletle yönetilir.” demiş ve kendisi bile bu adalet kılıcına boyun eğmiştir. Fatih Sultan Mehmet olsun veya öteki büyük devletler ve imparatorluklar olsun, hep adaletle egemenliklerini sürdürmüşlerdir.

Ünlü hukuk bilgini Paskal bile, “<ı>Geç kalan adalet, adaletsizliktir.” demekle bu kutsal kavramın çabukluk ve isabet “<ı>denklik” istediğini söylemiştir. Öyle ya üç ayda bitecek bir davayı hakim üç yılda bitirirse o memlekette adalet yok, demektir. Bu bakımdan hakimlerimizin büyük bir özveri ile çalışması ve geç kalan adaletten rahatsız olması gerektir. Başka türlü, bu yüce mesleğin saygınlığını ayakta tutamayız.

Hakimlik çok hassas ve yüce bir meslektir. Bu bakımdan mahkemelerin bağımsızlığını “<ı>hakimlerin keyfî ve sorumsuz davranışları” şeklinde anlamak doğru değildir. Dünyadaki bütün milletler geç kalan adaletten ve sorumsuz davranışlardan yakınmaktadırlar. Bu bakımdan hakimlerimiz programlı çalışmak ve zaman israfını önlemek zorundadırlar. Sözgelimi haftada 150 davası olan bir hakim ‘<ı>ki genelde böyledir’ her gün duruşmaya çıkarsa, bu günde 30 dava eder ki öğleye kadar rahatlıkla biter. Öğleden sonra da karar yazar, varsa keşif yapar ve en önemlisi ertesi günün 30 dosyasına göz atar. Böylece şikâyet konusu olan uzun talikler ‘ertelemeler’ ortadan kalkar. Eski gelenekler yerine oturur. Oysa bugünkü uygulamada bazı yanlışlıklar görüyoruz.” [5]

“... Ayrıca yargıdaki zaman kaybı da önemli bir sorundur. Sözgelimi adlî tatil ve son yıllarda icat edilen yılbaşı dosya devirleri gibi işler de en az on beş günlük bir zaman almaktadır. Hakimlerin programlı çalışması, yani her gün duruşmalara çıkıp talikleri kısaltması, öğleden sonraki zamanlarını karar yazmak veya varsa keşif yapmakla geçirmesi pratikte büyük faydalar sağlayacaktır. Fakat nedense, bu gibi konulara, özellikle adlî tatilin kaldırılmasına üst düzeydekiler zaman zaman değindiği halde hayata bir türlü geçirilememiştir.”[6]

“... Hakimlerimiz de sistemli bir çalışma ile mahkemeler de akşamı bulmazlar. Ellerindeki dosya sayısını haftanın beş gününe göre ayarlayıp karar ve keşifler için ayırdıkları zamanı öğleden sonraya alırlarsa kendileri de rahat etmiş olurlar. Günde 60-70 dosyanın altında ezilmezler. Avukatlık kurumundan da onlara geniş imkânlar tanımakla yararlanabilirler.

Kırk beş yıllık meslek hayatımda bu kurallara uyan ve saat gibi çalışan hakimleri çok gördüm. Bundan 40 yıl kadar önce İzmir’de avukatlık stajı yaparken Muhittin Fermanlı adlı bir yargıcın, duruşma sırasında avukatları öne alıp, salondakileri de incitmeden, onları işlerine göndermesi şaşılacak bir olay sayılırdı. Sonra, Sayın Fermanlı; ‘Efendim, bu gençlerin daha bir çok işleri var, zamanlarını harcamayalı.’ derdi; sanki etraftan özür dilerdi. Bunun gibi, dairesine, görev zamanında yarım saat önce gelen, dosyaları tekrar gözden geçiren ve içlerine küçük küçük notlar koyan canı tez hakimlerimiz de vardı.

İzmir’de, Ticaret Mahkemesinde staj görürken bir Recai Seçkin vardı ki, ben hayatımda bu kadar muntazam çalışan bir yargıç görmedim. Sonradan Sayın Seçkin, Yargıtay Başkanı olmuştu. Buna benzer örnekler pek çoktur. Bizim burada belirtmek istediğimiz şey, saygıdeğer hakimlerle mahkemelerde davası olan vatandaşlar ve avukatlar arasında iyi ilişkiler kurulması, karşılıklı güven ve saygının yaratılmasıdır... “[7]

...“Bir örnek vermek gerekse, bundan bir iki yıl kadar önce Kuşadası Asliye Ceza Mahkemesinde başarılı olan ve Sulh Cezalara da bakan bir hakim, Bakanlıktan gelen bir emir üzerine Sulh Cezayı bırakmış ve Sulh Hukuka geçmiştir. Oysa mahkemelerde başarılı olmak, biraz da kendi dalında yetişmiş olmağa bağlıdır. Ayrıca hukuk ve ceza bölümleri ayrı ayrı derin konulardır. Kuşadası’nda Sulh Hukuk Mahkemesine de bakan yargıç, bu yeni dalda bir hayli bocalamış ve kararları genellikle Yargıtay’dan bozularak gelmiştir. Buna benzer örnekler çoktur. Ve vatandaşa dokunmaktadır. Üç aylık bir dava üç yılda zor bitmektedir. Hele ‘mahkeme kapılarında sürünme’ deyimi millet vicdanını derinden yaralamaktadır.

Belirtmek istediğimiz acı gerçek şudur. Mahkemeler, yani bağımsız yargı, siyasal bir gücün etkisinden kurtulmalıdır. O zaman, yargının tarafsızlık ilkesi daha iyi işleyecek ve adalete, bakanlığın gölgesi düşmeyecektir.

...Şu anda elimde, eski hakimlerden Hasan Basri Erk’in 672 sayfalık ‘<ı>Meşhur Türk Hukukçuları’ adlı kitabı vardır. Böyle bir eseri takdirle karşılarken bunu bütün hukukçulara iki defa okuması için salık veririm. <ı>Çünkü, iki kez okunmayan bir kitap, kitaptan sayılmazmış...”[8]

AHMET GÜÇSAV ve ANAYASA

Bir hukukçu olan Avukat Ahmet GÜÇSAV’ın hukuk ve adalet konusundaki görüş ve düşüncelerini biraz önce okuduk. Ahmet GÜÇSAV, Anayasa Değişirken başlıklı yazılarını yine Yeni Söke Gazetesinde tam altı gün ve altı makale halinde yazmıştır. 19 - 25 Ocak 1995 tarihleri arasında tam altı yazı yazmış ve bu konudaki görüşlerini Yeni Söke Gazetesi okuyucularına ve kamuoyuna sergilemeye çaba göstermiştir. Sevgili Ahmet GÜÇSAV’ı anlatmaya çalışırken onun bu değerli fikir ve görüşlerini bir kez daha ortaya koymak istedik. Yeni Söke Gazetesinde yer alan yazılarından birkaç bölüm sunuyoruz:

ANAYASA DEĞİŞİRKEN

Demokrasilerde seçim, milletler için yeni bir ümit ve ufuk demektir. Çünkü seçimlerde söylenen sözler güven verici ve güven artırıcıdır. Bir millet demokrasiye gönül verince, seçtiği insanların da bu gönlü doldurması ve yeni ümitler vermesi gerekir. Özellikle iş başında bulunan partiler zamanla milletten kopunca her seçim, ülkede yeni görüşler ve düşünceler yaratmaktadır. Memleketini seven insanlar vekillerinden olumlu olarak çok şeyler beklemektedir. Bunların milletle kaynaşması ve onların dertlerine ortak olması gerektir. Vekil ve asıl ilişkileri ne kadar düzgün olursa demokrasinin çarkları ona göre işleyecektir. Hemen her il, seçtiklerinin başarısı ile övünç duyacak ve onları baş tacı yapacaktır. Fakat gelin görün ki, seçimlerde yurttaşın ayağına kadar gidenler ve onlardan oy isteyenler, seçildikten sonra değişmekte, özellikle aylık ve ödenekler ve zamlar konusunda ‘<ı>tavandakiler tabanı göremeyince’ ülkede bir bunalım yaratmaktadırlar. Vekiller asılları unutmakta, asıllar da bir hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Bu yüzden demokrasi yara almaktadır. Ülkede, geçmiş yıllarda olduğu gibi aranmaktadır. Oysa bu gibi hareketler, demokrasinin sağlıklı biçimde işlediği ve devlet çarkları istenildiği gibi döndüğü ülkelerde hayal bile edilemez. Şimdiye kadar böyle girişimler olmuş ise bunun sebebi siyasî kadrolardır, sanıyoruz.

Bugün, sanki her derde deva imiş gibi, Anayasa değişikliklerinden söz edilmekte ve bunun için partiler arasında bir uzlaşma sağlanamamaktadır. Her parti, ülke çıkarları bakımından ayrı telden çalarsa demokrasilerde uyum yani çok seslilik kaybolur. Yapıcı değil, yıkıcı oluruz.” [9]

“...Bizce halkın nabzını tutan, kamuoyu ve vicdanına önem veren hükû­

[1] Metinde “tamamını” yazılıdır.

[2] Metinde “mahkeme” yazılıdır.

[3]Ahmet GÜÇSAV, Söke Ekspres, 22 Aralık 1978

[4] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 27 Nisan 1994.

[5] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 17 Ocak 1994.

[6] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 18 Ocak 1994.

[7] Ahmet GÜÇSAV, Yeni söke Gazetesi, 20 Ocak 1994.

[8] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 21 Ocak 1994

[9] Ahmet GÜÇSAV, Yeni Söke Gazetesi, 19 Ocak 1995

 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..