Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '09

 
Kategori
Deneme
 

İnsan kendini yalnızca insanda tanır

İnsan kendini yalnızca insanda tanır
 

Keskin köşelerimizle hayatın içinde kendimize yer bulmaya çalışıyoruz.
Ama dünya, yanardöner bir top olup, köşeleri olmayan bir küredir. Ve bir kürenin içini karelerle dolduramazsınız.

Bu yerküre içinde, yer bulabilmemiz için illaki yuvarlak köşelere sahip olmamız gerekir. Bunu çok erken fark etmiş olsaydık, köşelerimizle bile kendimize bir yer bulabilirdik. Karpuzun göbeği gibi en güzel yerine, tam ortasına koyardık kendimizi dünyada. Ama ortalar çoktan alınmış, en güzel yerleri satılmış. Bizlere ise köşeler kalmış sadece. Yuvarlak köşeler...

Kare kare iterek kendimizi dolaşıyoruz etrafında.
Hiçbir zaman sığamayacağımız yuvarlak yerlere sığmaya çalışıyoruz köşelerimizle.
Ya bir yerlerimizi kanatıyor ya da acıtıyoruz keskin kenarlarımızla birilerinin canlarını.
Günler günler geçiyor ve itme kuvveti ile bir yerlere ulaşamayacağımızı anlıyoruz.
Zalim yuvarlak dünya, ben seni böyle kabul ettim, dön dur top gibi, ama sen de beni köşelerimle sevmeye başlasan artık diye, iç çeke çeke iteliyoruz kendimizi.
Dünyanın ne olduğunu anladıkça umutlar da eksilmeye başlıyor ve tek bir şey söylüyoruz durmadan;
Keşke bir köşeli daha olsa yanımda ve birbirimizi ite ite varsak şu tepeye…
Yuvarlak bir dünyanın, köşeli bir kareyi anlamasının, ne kadar güç olduğunun farkındalığı gibi, bu isteğin de zor olduğunu kabul ederek, en dik yokuştan yolumuzu seçip, çıkmaya çalışıyoruz kendi iç gücümüzle tepeye doğru. Ben yoluma devam edeyim. İkinci bir kareyi bekleyecek kadar zamanımız yok bu dünyada. Duramam yerimde, yaşamaya itelemeliyim kendimi. Belki, benden önce başka kareler de vardır, durup beklemekten sıkılan ve bu yokuşa çoktan tek başına çıkmaya başlamış. Belki de onlara yetişmeliyim…

İtele…
İtele…
İt…

Yıllar yıllar sonra…
Onca yol ve taş acısıyla, en tepede ne birini yakaladım, ne de biri tuttu köşeli kenarımdan dik açısıyla…
Ama sonunda tepede, top dünyayı seyri âlem yapıp, keyfime baktım.
Güneşin doğuşu, güneşin batışı…
Sadece bu bile yaşamaya değer dedim kendi kendime.
Dünya toptu ama güneş kararlı, tutarlı bir altın ateşti.
Her gün aynı zamanda doğan ve her gün aynı muhteşemlikle batan bir alevdi.
Saygı duyulası bir güzellik…
Dünyayı bir yana bırakmıştım. Güneşimle beraber köşelerim bile mutluydu artık.
Köşelerimi her zamankinden daha çok seviyordum.
Güneş ışınları köşelerimi parlatıyordu.
Köşelerimde atıyordu beni ben yapan kalbim.
Güneş köşelerimi parlatıyordu.
Bir gün güneşin batışını izlerken, bir çiçek gördüm tepenin eteğinde.
Güneşin batışındaki renk cümbüşü ile daha da güzeldi renkleri. Çekiciydi. O kadar çekici ve güzeldi ki, sadece orada durup kalamazdı. Koparmalıydım ve benim olmalıydı. O kadar güzeldi yani…
Benim olmasını, elimden tutmasını isteyecek kadar güzel…
Oysaki tek kelime bile etmemişti, birkaç saniye bakmıştık birbirimize.
Milyar yaşında olan bu küre döndükçe, milyar defa karşılaştığı bu sahne, o an benim hayatımda dünyayı durduran bir andı.
Bu kadar çabuk etkilenmem imkânsızdı. Bir şey olmalıydı onda. Beni bu kadar çabuk kendisine çektiğine göre. Vardı bir şey kuşkusuz, bu tepede, bu güneş ışınlarının sarhoşluğuyla…
Eğildim koparıp almak için, ama uzanamadım. Bir adım daha attım aşağıya. Uzandım ama yine olmadı. Bir adım, bir adım derken toprak kaydı ayaklarımın altından. Başladım tepe taklak yuvarlanmaya. Ne olduğunu anlamadan hızla aşağı doğru yuvarlanıyordum.
Son bir kez daha baktım çiçeğe ama artık onu da göremiyordum.
Yuvarlandım, acıyla…
Yuvarlandım artan bir hızda…
Etrafımda taşlar vardı, kimi zaman kahkahalarla gülüyor kimi zaman bana batıyorlardı.
Batıp çıkıyor, acıtıyor ve gülüyorlardı.
Taşlar…
Ben tutunamıyordum hiçbir şeye.
Durduramıyordum kendimi.
İlk defa pes ettim.
Tutunamadım köşelerimle hayata.
Tepeyi, güneşi ve çiçeği düşündüm son kez…
Gözümü kapattım.
Bıraktım kendimi acıya…
Ne kadar zaman geçti hiç bilmiyorum.
Yıllarca kendimi ite ite çıktığım o tepeden belki de birkaç saatte yuvarlana yuvarlana aşağıya inmiştim.
Yuvarlana yuvarlana…
Yuvarlandıkça köşelerim yumuşamıştı.
Yuvarlandıkça köşelerim kalmamıştı.
İte ite yaşamaya çalışırken ben, itecek köşelerim yoktu artık.
Hayatın ortasında top gibi kalmıştım yusyuvarlak.
Ufacık bir rüzgar esse ben o tarafa kayıyordum.
Köşem yoktu artık, isteyen herkes dokunabiliyordu bana.
Nereye koysam kendimi sığıyordum kolayca.


Yuvarlana yuvarlana yaşamaya çalışırken, beraber olduğumuz insanlarla kendimizi çözeriz.
Goethe der ki; İnsan kendini yalnızca insanda tanır.
Kimi zaman köşelerimiz iyice sivrilir, kimi zaman köşelerimizi törpülemeyi öğreniriz.
Nasıl bir insan olduğumuzu bilir, ne yapıp ne yapmayacağımızdan eminizdir. Teoride her şeyi çözeriz. Ama pratikte?
Asla yapamam dediğimiz bir hareketi, gün gelir biriyle beraber gözümüz kapalı tereddütsüz yaparız.
Asla söylemem dediğiniz bir söz, gün gelir biriyle beraberken ağzınızdan dökülür gider.
Yaşadıkça yeni kişiler tanırız. Yeni hayatlara gireriz. Başka hayatlarla yollarımız kesişir. Ve yuvarlana yuvalana köşelerimizi kaybederiz.
Yuvarlana yuvarlana yaşar gideriz.
Kendimizi ne kadar tanıdığımızı sansak da yaşarken öğreniriz.
İçimizdeki “ben” o kadar derindedir ki, onu tek başımıza çıkarmaya gücümüz yetmez ve kendimizi bir başkasında tanımaya başlarız.
Ruh ikizimizi ararken, kendimizden benzerlikler aramakla başlarız. Ona baktığımızda aynadaki ruhunu görmek isteyecek kadar benzerlikler, aynılıklar bekleriz.
Bazen buluruz da…
Ama zaman geçtikçe, benzerliklerden çok, eksiklikler gözümüze batmaya başlar. Kendimizdeki eksiklikler de ortaya çıkar ayna yansımasında.
Karşımızdakinin eksikliklerinin, aslında içimizdeki boşluk olduğunu anlar ve kendimizden uzaklaşamayacağımız için, arkamıza bile bakmadan birlikteliğimizi bitiririz.
Belki de esas ihtiyacımız olan tek şey kendimizi tanıma isteği olabilir mi?
Ruh ikizi, sevgili ya da eş değil de esas istediğimiz tek şey “ben” i bulmak olabilir mi?
Bunun uğruna başka insanlara ihtiyaç duyuyor olabilir miyiz acaba?
Sevgi, aşk, birliktelik hikâyelerindeki ana amaç “ben”i keşfetmemiz için kullandığımız aynalar olmasın sakın?
Kendimizi tanıyana ve esas istediğimiz şeyin ne olduğunu anlaya kadar kaç yansıma daha göreceğiz aynada?
Ya da bir gün kendimizi gördüğümüzde tanıyabilecek miyiz hiç tereddüt etmeden?

Kim bilir…

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..