Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '19

 
Kategori
Felsefe
 

İnsanın Sevdiği İşi Yapması

‘Her işin bir gereği vardır’ denir ya, oysa tersine, her işte senin bir gereğin vardır.

Bu şu demektir; insanın sevdiği işi yapması mutluluksa, insanın üstlendiği işleri kendine göre kurması aynı anlamda mutluluktur.

Siz kendinizi işe uydurursanız acı, işi kendinize uydurursanız keyif alırsınız.

Ancak, şu da var ki işi kendinize uydurmanız, işi ana noktasından saptırmanız ya da bozmanız derecesinde olmamalı.

İnsanın sevdiği işi yapması mutluluk diye bazı insanlar böbürlenerek anlatırlar, kendi yaptıkları işin sevdikleri iş olması babında. Ancak bu söz gerçekçi gelmiyor. Çünkü dünyada milyon tane iş var. Her insanın yaptığı işi sevmesini beklemek, sevmediğinde bunun mutsuzluk üreteceğini böbürlenerek söylemek pek hoş ve doğru değil.

Yukarda dediğim gibi, mesele ne iş yaptığın değil, nasıl yaptığın ve işe kendini değil, işi kendine kurmak ya da planlamaktır aslolan.

Böyle baktığımız zaman, ne iş yaparsan yap, bu sana mutluluk verir.

Peki, sevdiği işi yapmanın mutluluk olduğu böbürlenişinde doğruluk payı yok mu?

Başka bir böbürleniş daha vardır, onunla bağlantı kurarak ilerleyebiliriz. İnsanlara sorulduğunda ya da sorulmadığında belki, geçmişte yaptıkları yaşadıkları hiçbir şeyden pişman olmamayı bir böbürleniş içinde söylerler.

Oysa her insan milyon tane hayatın potansiyelini taşır, körlemesine yaşanmış bir hayatta geriye doğru baktığında bazı şeylerin başka türlü olmasını istemekten daha doğal bir şey olmamalı.

Sonuçta, böbürlenme kalıpları çoğaltılabilir. Bu insanların toplumsal taklit ve tekrar özellikleri. Böbürlenmek, tekrarlar toplumsal gerçeklikler bunları yok sayamayız. Nitekim bunlarla insanlar sudaki kayığın kürekleri misali kendilerini ileriye doğru çekiyorlar. 

İnsanın her ne yapıyorsa yaptığı işi kendine göre ve iyi bir şekilde yapması mutluluksa, belli içerikteki bir işi, kendine göre ve iyi bir şekilde yapması da mutluluk. Burada söylenebilecek fark, belli içerikteki bir işi, kişinin kendine göre ve iyi şekilde yapması ona coşku ve buna bağlı olarak yaratıcılık imkanı verebilir.

Çağımızda, kişisel böbürlenişler, genel toplumsal böbürlenişlerle de bağlantı içeriyor.

Örneğin, çağımızda, uzmanlaşmak, başarılı olmak, üstün olmak, üst gelir tüketim grubunda olmak, bunun için çalışmanın kutsanması, bunlara göre oluşmuş değerler sistemi sözkonusu. Bu betim çok daha genişletilebilir, ama bu kadarı da yeterli olabilir. Bu değerler sistemi, insanın gündelik yaşam tarzını, ihtiyaçlarını, başkalarıyla ilişkilerini, aşkı, iyiyi, sevgiyi, kötüyü vs. her şeyi bir şekilde genel çerçevede belirler. Hiçbir değer sistemi evrensel değildir. Çağına göre bunlar kurulur, bireyler de bunlara göre hayatlarını yönetirler. Bu ortam da, kişilerin sudaki kayığı gibidir. Yaşam için kaçınılmaz tabi.

Şimdi bu açıdan, eleştirel olarak baktığımızda, çalışmanın ve uzmanlaşmanın kutsandığını görüyoruz. İnsanların bütün hayatlarını, bireyselliklerinin şişirildiği, (sen harikasın, sen biriciksin, sen her şeyin en iyisine layıksın, sen hayır demeyi bilmelisin, olumsuz her şeyi dışarda bırakmalısın, hayata olumlu bakmalısın -bunların hepsi zırva) sınırsız tüketim ve başkalarına üstün gelme içerikli başarısı duygusuyla kışkırtıldığı, tek tip bir yaşam tarzı yaşadığını görüyoruz. Bir insan bütün hayatını aynı tarzda yaşıyor. Bütün hayatı boyunca, örneğin aynı mesleği yapıyor. Buna soruyorsun, diyor ki geçmişimdeki hiçbir şeyden pişman değilim çok harikayım, yaptığım işi çok seviyorum çok mutluyum.

Sen öyle san. Çünkü toplumun çağın baskı aygıtlarının taşıyıcı bireyi olarak orada konuştuğunu düşünüyorum. Gerçek değil, bir zırva sistemini üretiyor ve yayıyor.

Her kim ki size hayatta şöyle yap böyle yap buna inan vs. vs. diye bir vaazda bulunuyorsa, emin olun bir zırva sistemi kuruyor ve sizi soyut olarak hapsediyor.

Hayatı, bildiğiniz gibi, tamamıyla kendinize uyarlı olarak yaşamak, hiçbir basmakalıbı ciddiye almadan yaşamak en iyisidir. Bunu rol olarak değil de, içsel olarak yaparsanız, hayatı sadece kendinize ait kılabilirsiniz.

Hayatımızda yaşadığımız duygular, tüm soyut hayatımız, çağımızı kuşatan toplumsallığın dikenli telleri içindedir. Ne kadar toplumsalsanız, o kadar bu teller ruhunuza batar, ama ne kadar az ve öz iseniz, toplumsal hayatın dikenli tellerinden o kadar uzak yaşarsınız.

Bunu söyleme edimini de, söylemin kendi mantığı içinde bir tür zırvalama olarak görmek mümkün, ama görebildiğim en günahsız zırvalamadır. Çünkü dediğinden kaçınmayı söyleyerek, aslında kendini de yok ediyor. Bu da, aslında düşünmenin bir problemi değil, dilin bir problemi.

 

7 Haziran 2019

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..