Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ocak '10

 
Kategori
Güncel
 

İstanbul'a kar yağıyor.

İstanbul'a kar yağıyor.
 

Oldum olası, kar yağdığında ruhumu bir dinginlik sarar. 30 lu yaşlarıma kadar hep romantik tarafını görürdüm kar yağdığında etrafın. 30 lu yaşlardan sonra ise, işin maddi yönü hep bu keyfimi kaçırır. Tam ne güzel ortalık bembeyaz oldu desem, aklıma yakacak parası olmadığından dolayı burnu kızarmış, yanakları domates kırmızı olmuş fakir ailelerin küçük çocukları gelir gözümün önüne. Bilmiyorum evlendikten ve kızım olduktan sonramı hassaslaştım bu kadar ama o sevdiğim karın ve soğukların biran önce gitmesini beklerim bu sefer. Olsun , kar mikropları öldürür böylece hastalıklar azalır düşüncesiyle avuturum kendimi. Ama yine de o küçük ellerin , o küçük ayakların , o domates yanakların üşüdüğü düşüncesi yüreğimi sızlatır. Bu sefer de kendi kendime ve kadere kızarım , kardeşim niye benim o kadar çok param yok ki , tüm ihtiyaç sahiplerine yardım edeyim. İnşallah rabbim iyi bir zenginlik verirde , o ufaklıkların, ısındıkları zaman burunlarının aktığını , yüzlerinin güldüğünü ve o güzel gülücüklerin yüzlerinde daima kaldığını gösterir bana dünyada iken.

O yüzden yaz mevsimini daha başka severim. Çünkü yaz mevsiminde üşümek yoktur. Sıcak bir battaniye gibi sarar o ısınmış hava hepimizi. Gökyüzünün maviliği , insanın içine yeni umutlar doldurur.

Yaşım 38 ve ben şimdiden bu haldeysem , Allah izin verirde 70 yaşına geldiğimde nasıl olur ruh halim bilemiyorum. Bu ruh halimi film seyrederken de maalesef üzerimden atamam. Daima oynayan karakterlerin yerine koyarım kendimi. Şimdi sen elinde mendil romantik film de seyredersin diyen sesinizi duyar gibiyim. Ama yok , fazla romantizm bayar. Tıpkı aşırı şekerli reçel gibi. Dün akşam bir savaş filmi seyrettim. Film amerikan yapımı , Irak savaşı ile ilgili bir yapımdı. Irak'tan Amerika'ya gelen askerlerin ruh hali üzerine. Orada bir sahne vardı. Amerikaya dönen ve tekrar Irak'a gönderilmek istenen ama gitmek istemeyen bir askerin yaşadığı bir anıyı canlandırmışlardı. Irak'ta bir baskında , odaları araştıran askerler , yan odadan hızla çıkan ve bir elinde kalaşnikof olan ve diğer elinde kucağında 3-4 yaşlarında çocuğu olan bir adamla karşılaştılar. Bir an hepsi dona kaldı ama kucağında çocuk olan adam , çocuğu tuttuğu elindeki el bombasını askerler doğru atıp , diğer eliyle de kalaşnikofla ateş açmaya başladı. Sonuç hüsran.Adam öldü. Çocuğu öldü ve bir Amerikan askeri öldü. Zaten askerde bu anısından dolayı gitmek istemiyordu Irak'a yeniden.

Kendi kendime düşündüm. Gerçekte o çocuğun katil kim? Canını korumak için ateş eden paniklemiş haldeki asker mi , yoksa çocuğunu kucağına alıp , askerlere ateş etmeye çalışan adam mı? Biz olsak, çoluğu çocuğu güvenli bir yere saklar , sonra kahramanlar gibi savaşırız. Ama onlar çocuklarını yanlarına alıp , bir nevi çocuklarını ateşin içine atıyorlardı.

Filistin'deki gerillalar aklıma geldi. İsrail tarafına füzeyi atıp sonra roket atarı çocuğunun yattığı yatağın altına saklayanlar mı , ya da silahlarını okullara gizleyenler mi , yoksa israilli kana susamışlar mı çocukların katili. Yanlış anlaşılmasın İsrail askerlerini savunmuyorum. Onların zaten nemrutluğu ortada. Çoluk çocuk dinlemeden areş açıyorlar. Ama ya bunların bu huylarını bildikleri halde çoluğunu çocuğunu yem yapanlara ne demeli.

Zaman çok kötüleşti, maalesef zamanın tüm çirkefliğini çocuklar çekiyor.

Neyse bu insanın içini karatan konulardan uzaklaşalım biraz, zira benimde içim karardı. Ne demiştik, konuya nasıl başlamıştık, evet kar demiştik. 1987 yılında İstanbul'da epey bir kar yağmıştı. O zamanlar Kasımpaşa'da Hastane yokuşunda oturuyordum. Normalde Kasımpaşa'dan pangaltı dolmuşuna biner , pangaltına çıkara oradan da servise binerdim. O günü hiç unutmam , servis beklediğim yerde bekliyordum. Hem üşüyor , ellerimi oğuşturuyordum , hemde kar yağarken işe gidenlere bakıyordum.Servis bekle Allah bekle gelmedi. Aşağı yukarı yarım saat 45 dakika bekledimdi. sonra servis geldi , içi boş , bindim tabi.Servis şöförü Osman ağbi , okulların tatil olduğunu , kendisininde servis yoluna girmiş bulunduğunu , evime dönmemi söylemişti. İşte o an , evet işte o an , o soğuk gitmiş , yerini tatlı bir yaz meltemi almıştı dışarıda benim için. Servisten indim , kaldırma geçtim. Nasıl kar yağıyor anlatamam. Dolmuşa binmek canım istemedi. Yürüye yürüye Harbiye Ordu Evi'nin önünden Taksim , oradan Beyoğlu , tünelden aşağı Şişhane yokuşundan Kasımpaşa'ya gitmiştim. O günleri unutamam. 22 yıl geçti aradan ama hala sanki dün gibi.

Yokuştan kızakla kaymalarımız , gece saat 03:00 e kadar sürmüştü.Birde geceleyin o karda yürüye yürüye vefa bozası içmeye de gitmiştik arkadaşlarla. Ne günlerdi.

Büyüdükte kirlendi dünya. O günlerin neşesi o günlerde kaldı. Zaten insan bana göre ilk bayramlarda anlıyor büyüdüğünü , çünkü insanın hayatından ilk çıkan bayram sevinçleri ve heyecanlarıdır.Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Dünyanın sonunun geldiğini sandığınız aşklarınız , daha doğrusu aşk acılarınız , gençlik dönemi , hayatın şartlarının getirdiği metezori yeni düzenlemeler , gurbete gitmeler derken bir bakmışsınız ne kadar çok değişmiş hayatınız. Kaybettiğiniz sevdikleriniz , ölümler , ayrı kalmalar ve ufak bir tebessümle mazide kalan o güzel hatıralar.

Düşünüyorumda o zaman çok fazla paramızda yoktu ama mutluyduk. Belkide hayattan beklentilerimiz çok fazla değildi. Ama büyüdükçe dertlerde büyüyor. O zamanda geçmişe bakıp , tasalandığınız eski dertlerinizi halbuki ne kadar önemsiz olduğunu düşünüyorsunuz. En aznıdan ben düşünüyorum.

Dışarıda kar yağıyor ve ben bunları yazıyorum.Bakalım bu sefer küçük kızımla kartopu oyanyabilecek miyiz? Çünkü daha yeni farkına varıyoruz da bazı şeylerin. Heyecanlı bir şekilde bekliyoruz kar yağmasını baba kız. Birde geceleyin uyurken üstünü açmasa....

 
Toplam blog
: 116
: 735
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1994 Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat bölümü mezunuyum. Aynı üniversitede Genel İktisat Polit..