Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '08

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul ve En Büyük Meydan'ı

İstanbul ve En Büyük Meydan'ı
 

Kasımda ''Meydan''


Meydanlar yalnız büyük değil; küçük şehirlerin de en önemli unsurlarındandır. Kentliler, birbirlerinin varlığını, en iyi, bu alanlarda algılarlar. Aynı zamanda şehir de kendini bu mekanlarda ortaya koyar. Moskova ‘’Kızıl Meydan’’ sız; Venedik ‘’San Marco’’ suz düşünülebilir mi? İstanbul’da bir tanesi, adıyla sanıyla bilinir ve söylenir: Taksim Meydanı… Ama bu diğer büyük şehirlerinkiyle karşılaştırıldığında o sınıfa girecek büyüklük ve netlikte bir alan da değildir. Oysa yeryüzünün diğer şehir meydanlarına göre olağanüstü büyük ve hiçbir zaman daraltılamayacak bir meydanı vardır İstanbul’un : Boğaz’ın yüzeyi….

Bir tek oradan etrafa bakındığınızda şehrin tüm silüetini algılar ve etkilenirsiniz. Belki, değil muhakkak İstanbul’un büyüsünün en büyük kaynağı budur. Oradan bakıştaki izlenim sürekli değişir ve sonsuzdur. Sabah ışığında başka, akşam başkadır; puslu havada ve güneşli gün batımında başkadır. Suyun rengi her defasında değişiktir. Bazen turkuaz, bazen grimsi, bazen harelidir.

Kıyılarda, içine girdiğinizde bir keşmekeşi andıran ‘’yapılar topluluğu’’ ise, bu bakış açısından seyredildiğinde çok daha farklı bir izlenim verir; bol minareli ve kubbeli kontürün, hareketli fonunu oluşturur; gerçeğini zihninizden siler atarsınız. Birkaç dakika sonra nasıl olsa o gerçeğin içine dalacaksınızdır. Bilirsiniz ki, köprüyü geçip içine gireceğiniz bunaltıcı trafikte biraz önceki hoş izlenim uçup gidecek… Köprü geçişinin tadını çıkarmaya çalışırsınız.

Köprüden sonra otoyolda hızla ilerlerken (yavaş gitmeniz mümkün değil) yeşil alanların arasında süregitmekte olan inşai faaliyetlerin ‘’-amma da yoğun ve hızlı!’’ olduğu dikkati çeker. Anadolu Yakası’nın köprülere yakın kısımlarında nisbeten eli yüzü düzgün, lüks ve modern yapılaşma, yol ilerledikçe yerini sakil görünüşlü, gecekondu irisi çarpık çurpuk, biribiri üzerine basmışa benzeyen yapılara bırakmaya başlar. Bu ‘’yapılaşma’’ metropolün diğer şehirleri de bitene kadar sürer gider… Buna rağmen eğer otoyoldaysanız ya da, hele trendeyseniz, gözünüz bu yapıları ayıklar ve muhteşem doğayı seçer. Bir kere, hep deniz kıyısından ilerlemektesinizdir ve karşı kıyılarla birlikte peyzaj, güzeldir doğrusu!
……………………………………………………………………………………………………………………………

Yaşantımı, İç Anadolu’daki başkentten, İstanbul’a taşıdığımda ilk dikkatimi çeken, yeryüzüne bu coğrafyada doğmuş her canlının ne yapıp edip yaşamaya çalışması idi. Buna, şehrin hareketli trafiğinde rastladığım kaplumbağalar; tarihi bir yıkıntının 4. katında bitmiş ağaçlar; evinizin bahçesinden zaman zaman içeri dalan akrep ve kedi yavruları dahil… Ne kadar verimli ve bitek bir ortamdı burası…! Kaçınılmaz olarak insanlar tarafından da ‘’bu’’ anlaşılmış ve hücuma uğramıştı! İstanbul’un taşı toprağı altındı! Belki de bunu doğrularcasına artan bir arsa rantı, ne yazık ki düzensiz ve plansız bir şehirleşmeyle paralel yürüdü.

Boğaz’ın oluşturduğu geniş ‘’Meydan’’ dan bakıldığında, Tarihi Yarımada’nın meşhur silüetini, gökdelenli kalabalık yapılar topluluğu izler. Bakışınızı hiç ayıramadan çevirir, tekrar boğazın yüzeyine döner ve karşıdaki diğer köprüyü görürsünüz. Aradaki mesafe, deniz ve gökyüzü ölçekleri pek rastlanır boyutlarda değildir: ‘’Devasa’’ dır! Ama üstünüze gelmez, ihtişamını hissettirir sadece…. Derken, Anadolu kıyılarındaki yalılar ve kasrlar tepelerden inen yeşilliklerin etekucu dantelleri gibi suya değer. O yamaçlardan akan yeşillerin araları da sıkça binalarla dokunmuştur. Demiştim ya: ‘’Buradaki her canlı vargücüyle yaşamaya çalışmakta’’; yeşiller de beton yığınlarını bir şekilde aşıp kendilerini göstermektedir. Gözünüzün etrafı gezmesi belki de denizin ortasındaki zarif Kızkulesi’yle 360 dereceyi tamamlayacak, ama kesinlikle bitemeyecektir. Tekrardan aynı tura başlar ve bu zengin görsel algıyı nasıl içselleştirebileceğinizi düşünürsünüz, bir zamanların yolu buralara düşmüş olan empresyonist ressamları gibi…

Bu devasa meydan(!)dan ayrılıp, eski-yeni mekanlardan oluşan şehrin merkez yerleşimlerine daldığınızda, güncel yapılaşmanın aralarında, çok eskilerden kalma binalar, sıklıkla karşınıza çıkacak; hem bir hoşluk hem de bir iç ezikliği yaratacaktır. İstanbul sivil mimarisi genelde ahşabı kullanmıştır. Dolayısıyla tahribi kolay olmuştur. O yüzden böyle yapıların varlığı sürprizdir. Ama sıkça rastlanır.
İstanbul’un tam olarak değil, yaklaşık olarak bile, nerde başlayıp nerde bittiğini kestirmek mümkün değildir. Sınırları birleşerek belirsizleşmiş 5-6 şehrin birarada teşekkül ettiği ‘’metropol’’de, İstanbul’u, kıyıları ile sınırlarsak, yazının sınırlarını da belirlemiş oluruz ki, yazan açısından böyle bir gereksinim, evet, vardır…!
Anadolu Yakası’nın Marmara Denizi’ne yakın kısımları eski zamanların sayfiyelerine mekan olmuştur; bugün o güzel konaklar, bina ve yol yığınlarının arasında zaman zaman karşımıza çıkarak bizi heyecanlandırır.
Karadeniz Kıyısı’na yaklaşan alanlarda ise, bugünlerde yapılaşmak üzere kıyıma tabi tutulan sık ormanlar yerleşmiştir.
Boğaz’ın Avrupa Yakası’ndaki Karadeniz’e yakın coğrafyası oldukça engebelidir. Tamamen yeşilliklerle kaplı bu bölüm de epey eskilerden beri yoğun bir yapılaşma istilasındadır! Ama bu yapılaşma, su kıyısına indiğinde özel ve ayrı bir değer katar o kıyılara….ve….güzelim yalılardan oluşan dantel, bu defa bu kıyıları süsler.
……………………………………………………………………………………………………………………………………….

İstatistiği yapılmış mıdır bilmem; yapılsaydı, yeryüzünde ismine en çok şarkı yazılan kentlerin başında gelirdi yine de, sanırım: İstanbul!
Benim bildiğim en eski tarihlisi ‘’Katibim’’, en yenisi de ‘’İstanbul, İstanbul olalı…!’’ dır. Pek çok şiirin de ithaf edildiği İstanbul, en son, ‘’Nobel’li yazarımız’’ın çok okunanlarından birine de isim oldu. Sayamayacağımız kadar çok sanat eserinin ilham kaynağı olan şehrimiz, elbette boşuna bu teveccühü kazanmadı! Zat-ı ali’ leri (!) gerçekten muhteşem bir coğrafyada ikamet etmekteler….
İki denizi birleştirmek üzere sürekli hareket halinde olan ve ‘’Bosfor’’ olarak da bilinen Boğaz’ımızın, üzerinden, halihazırda, iki köprü, Avrupa ve Asya’yı birleştirir. ‘’Birleştirmeye az geldiği’’ iddiasıyla, bu iki ‘’eleman’’a yakında bir üçüncüsünü eklemeyi planlamaktadır sayın ‘’kararverici!’’ lerimiz… Mimar ve Mühendislerimizin meslek örgütlerinin tüm itirazlarına rağmen…. Eklenen her köprü ve yol, çevresinde yoğun bir yapılaşma teşekkül ettirmekte; bu da o güzelim doğanın tahribine yol açmaktadır.
Meslek erbabının söylediklerini kulak arkası etmek, ‘’kararverici!’’ lerimizin, her alanda bir alışkanlığı olduğundan, burada da farklı bir davranış umudunda değiliz ne yazık ki…
……………………………………………………………………………………………………………………………………

İnsanlar, bütün zorluklarına rağmen İstanbul’da yaşamaktan vazgeçemezler. Her nasılsa, mıknatıs etkisi yaratan bu kent, kendisine adım atanı bir daha bırakmaz; paradoksal olarak, bu durum, burada yaşamayı zorlaştırmaktadır. Ama heyhat…yapacak bir şey yok! Bu durum böylece sürüp gidecek anlaşılan… İstanbul, ‘’terminatör’’ünü büyük bir güçle çağırmaya devam edecek. Vakit varken, O ‘’geniş meydan’’dan, İstanbul’un hiç olmazsa şimdiki halini, bol bol içselleştirmek lazım… bence….

 
Toplam blog
: 93
: 1712
Kayıt tarihi
: 12.12.06
 
 

Ununu elemiş, eleğini henüz asmamış bir ''Mimar''ım. Hep özel sektörde çalıştım. Yoğun çalışma yılla..