Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '08

 
Kategori
Öykü
 

Kabus

Kabus
 

"kafasını yukarı doğrulttuğunda, uzun bir yılanın başıyla göz göze geldi.."


Otomobilini ormanın ıssızlığında park edip, indiğinde, şelalenin elli metre gerisinde suların akışı yine de coşkuluydu. Nehrin içine giren kim olursa olsun alabora etmeye yetecek kuvvette bir akış vardı. Okan, cesaretlendi. Ben yüzmenin kralını yaparım erkekleşmesiyle havanın serinliğine aldırış etmeden soyunmaya başladı. Tüm çıplaklığı ile dereye meydan okudu. Suyun, sakin aktığı yeri seçip, ayaklarını suya değdirdiğinde üşür gibi oldu. Biraz daha ilerlediğinde, suların boğazına yaklaştığını nefessiz kalınca fark edebildi. Ayaklarının yerden kesilmesiyle yüzmeye başladı.

Ormanın içi sessiz, bir o kadar da masal dünyasındaki gibi gizemliydi. Birazdan, bir cadının çıkıp, yankılı konuşması içten bile değildi. Yine de korkmadan olanca hızıyla derenin ortasına geldi. Sığ sular, göründüğü gibi değildi. Suların aniden yükselmesine anlam veremedi. Yoksa uzaklarda tufan mı kopmuştu. ‘Aman Allah’ım!... Aman Allah’ım! ‘Suların yükselmesi, pek hayra alamet değil’ dediğinde, taşan azgın sular, ormanın derinliğine ilerliyordu. Suların aniden alçalmasına şaşırdı. Bu olsa olsa büyük bir depremin ardındaki tusunami gerçeği olabilirdi. Peki, biraz önce yükselen sular şimdi neredeydi? Kendisini dere yatağının içinde suların birden kaybolmasıyla balçıkların içinde buldu. Yorgun bedeni, korkudan uzun uzadıya bitaptı. Bacaklarını toparlayacak gücü kendinde bulamadı. Öylece kalmayı bekledi. Bir insan sesinin yaklaşmasını ve kendisine uzanacak yardım elinin ne kadar da iyi olacağını düşündü. Olmadı. Havanın kararması da ürpertiyordu. Sis bulutlarının etrafta kötüce dolanması da neyin habercisiydi belli değildi.

Ne yapacağını bilemedi. Kurda kuşa yem olacağını artık kanıksadı. Tertemiz akan derenin suyu neden bir kanalizasyonun berbatlığında renk almıştı? Buna bir türlü anlam veremedi. Kafasını kaldırdığında, simsiyah balçık toprağın yüzünü ne hale getirdiğini az çok tahmin edebiliyordu. Bir ayna olsa, baktığında belki de kendinden korkacağını biliyordu. Halsizliğini olduğu yerde dinlenerek geçirmek istedi. Şuradan bir kurtulsam, ilk işim, fakirlere kurban adamak olacak diye yemin etti. Eşi, dostu bekledi, gelen-giden yoktu. Aksine, düşmanlar çevresinde cirit atıyordu. Vücudunda az da olsa derman bulduğunda sürünmeye başladı. Bir yılan kıvrımında hem de sinsice… Kafasını yukarı doğrulttuğunda, uzun bir yılanın başıyla göz göze geldi. Bakıştılar, çaresizliğin anlamsızlığı ile donup kaldı. Yılanda donmuştu. Solucanlar ve boka batıp çıkmış kurbağalar vıraklamalar arasında etrafını sardığında, işte şimdi benim sonum geldi. Hayır, sonum değil, zaten ben cehennemde olduğunu kabul etti. Yılan, çıkardığı dilin arasında fırlattığı zehri ile ‘ Ben şu kolunun bir parçasını yesem karnım doyar!’ İri solucan ise, ‘bana bunun dili lazım, bu kim bilir kaç kişinin canını yakmıştır…’, Yeşil rengini kaybeden kurbağa da, vıraklama sesiyle ‘ cinsel organı benim olsun, kimbilir kaç kadına uçkur çözmüştür!’ paylaşımı içinde ne yapacağını şaşıran korkudan patlayan ödü, derenin suyuna karıştığında,

“ Lütfen! Lüffen! Beni bırakın, yarın size ne yiyecekler getireceğim” söz vermesine, derenin sürüngenleri aldırış bile etmiyordu. Saldırılara durağanlığı ile bir şey yapamayan Okan, televizyon seyrederek uyukladığı kanepesinde ter içinde aniden uyanarak kurtulmuştu. “ Allah’ım neydi bu kâbus!” sözleriyle yeniden daldığında karısının horlama sesi olanca hızıyla devam ediyordu…

Ertuğrul ERDOĞAN

2002 — BURSA

erterd@msn.com

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..