Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kafam karışık

Kafam karışık
 

Kafa Karışıklığı

Ne yazıyorum, ne de yazmak canım istiyor. İbrahim Tatlıses’in eski sesinden "Benim Hayatım" isimli şarkısını dinleyip duruyorum. Kendimi böyle hiç görmemiştim.

Hiç bir şeye karışmak istemiyorum, yenilgiler bir çığ gibi sanki geldi üzerime. Önce yılarca anlayamadım bir ilgi, başarılı mıydım? Başarının adı nedir ve nasıl olunur?

Ah Tanrım ben nasıl pişeceğim, yoksa pişmek acıya alışmak mı? Bu insanı olgunlaştırıyor mu?

İnsanları anlamak, kendini anlamak; insanları anlamak ve insanların bilerek ya da bilmeyerek aslında hep birbirlerine kötülük yaptıklarını ve bunun ortasının da olmadığını anlamak. Kendini anlamak ise daha acısı, zira dünyayı değiştiremeyeceğini görmüş oluyor insan.

Yıllarca yapayalnız yaşadığımızı anlamak… Kimsenin aslında seni anlamadığını anlamak… Acılarla evleniyor sanki insan ya da yalnızlıkla. Tam da Aziz Nesinin dediği gibi, yalnızlı kişileştirmiş oluyoruz belkide, yalnızlığı bir de ben ona acıyı ekliyorum.

Anlayamadım hayatı anlayamadım vesselam. Sonra birde ilişkiler başlıyor, insanlarla ilişkiler. Bu yalnızlıktan daha kötü, kendimizle başa çıkmazken, insanlarla nasıl başa çıkacağız. Ama maişet motoru yok bilmiyor, mecbursun diyor.

Yıllarca yapmadıklarımı yapıyorum, İbrahim Tatlıses dinliyorum, Ferdi Tayfur dinliyorum. Ağlıyorum ağlıyorum, lakin gözümden bir damla bile çıkmıyor. Aslında bütün hayatı unutmak, geçip giden gençliğe yanmak, yanmak istiyorum. Ama gelip benimle konuşuyorlar. Saçma sapan bir inanış var insanlarda, sanki illa birbirleriyle ilişki kurmadan yaşanmaz mış gibi davranıyorlar.

Bakıyorum sanki birbirlerini da seviyorlar, aslında hepsi acınacak haldeler.

Sonra yenilgilerim yine karşımda, ama ben yenilgiye giden yolu kendim hazırlamış bir taşra insanı olarak hayatı da başaramıyorum. Artık zaten kitap da okumuyorum.

Rüyamda hep eski sütunları görürdüm, acayip acayip şehirlerde gezerdim, hayran kalırdım o şehirlere, işte öyleyim şimdi. Daha yaşanacak yıllar varken yıkılıp gitmiş medeniyetler gibiyim. Ah kendimi nasıl toplayacağım, nasıl bu kadar abartmadan yaşayabileceğim. Nasıl sıradan olacağım.

Sıradan bir insanım diye defalarca söyledim kendime peki neden yazıyorum bunları, neden salak salak gezip duruyorum sokaklarda. Nedir aradığım. Ve çiçekler neden kokuyorsunuz güzel güzel bana. Sen erguvan ağacı kim tanıyor seni, senin kendine özgü çiçeklerinle kim savrulup duruyor Tuna’dan Fırat’a. Bir kokarca ağacının gölgesinde geçmişle neden uğraşıp duruyorsun ey yenilgilerin tufanlaştığı geçmişin adamı...

Bana bugünlerde başka bir şey oldu, aşkı keşfettim. Maşukum olduğundan değil, sadece anlamak istediğimden. Yanmak bu, pişmek, anlamak sırrı, bir derviş gibi köpeklerinin bile haramı yemediği bir Abdal! Hayret ama bunun böyle olduğunu zannetmiyordum. Demek ki insan bedenden başka bir şey, ete kemiğe bürünmek aslında insanın görüneni… Öyle ise herkesi seversin diye düşündüğümde yanılmışım, maşukumuzu ararken bedenini aramıyoruz, heyhat; Aşk kesinlikle bendenden öte bir yerlerde yaşanıyor... Demek ki Orhan Gencebay haklı, insanın insandan farkı var. İtiraf edeyim; ben hepsini aynı zannediyordum.

Öyle ise zor olan gerçekten sevmekmiş, âşık olmakmış. Âşık olursan onun bedenini arzulamazsın, istediğin belki görmektir ama bilirsin ki zaten gönülden gönüle yol gizli gizli.

Ah ne can sıkıcı bir durum insanın aşık olamıyor olması. Demek ki gerçekten seveceği kimseyi bulamıyor. Pişmemek işte bu olsa gerek. Ama aşık olmak birazda çılgınlık, yanmak yanmak, yana yana pişmek. Kimse istemez bence de. Seks ondan daha cazip, özellikle de bir hayat kadınıyla olursa, zira hesabını da sormaz. Erkek için seks bir ihtiyaç, gereklilik. Kadın için elbette öyle değil.

Zaten birbirlerini anlayamama noktası da burada başlamıyor mu?

Neticede kafam karışık benim.

 
Toplam blog
: 13
: 516
Kayıt tarihi
: 21.11.06
 
 

Ben bir özel şirkette Basın Halkla İlişkiler Müdürü olarak görev yapıyorum. İktisat ve Turizm okudum..