Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kalbiniz ne için çarpıyor?

Kalbiniz ne için çarpıyor?
 

"Her yerde kar var…

Çıksan köşeden şöyle, şarkı söylerim böyle… "

Türkçe sözlerini Fecri Ebcioğlu’nun yazdığı, bir zamanlar Adamo’nun söylediği şarkıyı fonda dinliyoruz. Ajda veya Nilüfer yorumu, hepsi çok güzel…

Bu hafta, bu ay, bu sene nasıl geçti?

Günlerce koştunuz, yoruldunuz, şehir üstünüze geliyor, çok konuştunuz, insanlardan bıktınız, sinirlendiniz, keşke iki nefes arasında ilave bir rahatlama soluğu daha olsa diyorsunuz. Doktora gidecek vakit yok, tansiyonla arkadaşlık, çarpıntıyla flört ediyorsunuz, ya da güzel veya yakışıklı karizmatik birine aşık oldunuz…

Hangisi? Kalbiniz ne için çarpıyor?

Kalbimiz neye benziyor acaba? Hediye paketlerini süslediğimiz, bir zamanlar ağaç kabuklarına çizdiğimiz, kenar süsü yaptığımız, sevgimizi ifade etmenin en kestirme yoluna sembol olan kalbimiz kendi yumruğumuz büyüklüğündeymiş. Göğüs kafesimizin ortasındaki o minicik şey, yaşantımızı sürdürmemiz için ha babam de babam bizim için aralıksız çalışıp duruyor. Benim kalbim şöyle çalışıyor, sanki bir serçeyi alıp şefkatle içime saklamışım ve sürekli kanat çırpıyor. Düşünsenize minik bir serçe benim yaşamamı, çalışmamı, düşünmemi kısaca hayatımı sürdürmemi sağlıyor. Boyutlara bakınca çok acayip görünüyor!

Hatırlar mısınız çocukken acele ederiz büyümek için, ikişer ikişer çıkarız merdivenleri. Ne büyük marifet! Çocukları izlerken nereden bulurlar bu enerjiyi diye hayret ediyoruz bizler büyüyünce. Bir zamanlar hepimiz çocuktuk, öyle değil mi? Ben de ikişer ikişer sekerek koşardım. Sonra halk oyunlarında bu koşma şeklinin çok faydasını gördüm. Bir an önce büyümek için koşmak istiyordum. Sonra unuttum bu merakımı, onun yerini yaşımın gerektirdiği başka koşmalar aldı. Her yıl başka bir heyecan için çarptı kalbim. Sonra yeni gelen seneler ve tabii ki yaşın gerektirdiği başka heyecanlar sardı bedenimi. Heyecan dedim ya sakın ömür boyu aşk duygusuyla yaşadığım anlaşılmasın. Neyse ki ömür boyu yaşanmıyor. Yani uzun yaşamak istediğim için böyle diyorum. Yoksa aşkın gücüne karşı konulamadığını bilirsiniz elbette. Çarpılırsınız adeta, akıl bir yerlere gizlenir, çıkmasını hiç istemezsiniz, öyle ki yemek yemez, uyku uyumazsınız yine de sağlıklı yaşarsınız hem de ayaklarınız yerden kesilmiştir, uçarsınız adeta, yani uzay yürüyüşü gibidir.

Neyse yine de ömrümüz boyunca yeni tutkular, farklı aşklar yaşarız, değil mi? Yeniler, eskiler, kaybedilenler, bulunanlar, öfkeler, sevinçler, acılar, üzüntülerle macera devam edip gider.

Hayat, yeryüzünün oluşumu gibi aşkla ya da her nasıl olur bilinmez, zorlu bir frekansın ardından oluşan nûr topunun dünyaya gelişidir bence. Güneşten kopan ateş topu dönerken soğumaya başlar, çoook çok uzun zamanlar geçer, öyle soğur ki üstünde bazı şeyler oluşur. Soğuması ile yeni canlıların yaşamasına gün doğar. Dağlar, tepeler, denizler, ırmaklar, ağaçlar, dinazorlar, kuşlar, balıklar, kaplanlar, maymunlar, insanlar, çiçekler, böcekler, tırtıllar, kelebekler ve daha neler neler…

Aslında her gece uykuya dalıp her doğan günle yeniden doğuyoruz. O sırada dünya, evrenin boşluğunda hızla dönmeye devam ediyor. Evrende hızla dönen yeryüzünün umurunda bile değil, üstünde yaşayan canlılar. O koca yuvarlağın üstündeki diğer canlılar bu dönüşün hızlı mı yavaş mı olduğuna kayıtsızlar. Oysa biz, insanlar, zamanın hızlı geçmesini isteriz, bazen de onun dönüşü ağır gelir kimimize!

Şimdi bu sürat ve ağır dönüş sırasında yuvarlanıp giderken, tekrar soruyorum, kalbiniz ne için çarpıyor?

En çok hangisine gitmeyi istiyorsunuz, doktora mı, aşkınıza mı? Ilgaz Hoca’yı görmek insanı havalara uçurmaya yetse bile ikisine de gitmeyin derim ve ikisine de ihtiyaç duymamanızı dilerim.

Yelkenleri yeni ufuklara doğru açmanızı öneririm. Ama oturduğumuz yerden yelkenleri nasıl açacağız ki? Dediniz galiba. Ne yazık ki paraya kıyıp önce bir yelkenli almanız gerekiyor. Hayır, şaka yaptım tabii ki. Hani fonda müzik dinliyoruz ya işte onun gibi hayalinizde bir yelkenli yaratalım. Bu yelkenli, çocuğunuz, aileniz, arkadaşınız, çiçeğiniz, böceğiniz, ayakkabınız, çantanız, masanız, patronunuz, işiniz, vs. olabilir. Unutmayın, yelkenliyi Siz kullanacaksınız. Her gün yola çıkmadan önce sanırım rüzgârın ve deniz koşullarını gözden geçirmeniz gerekiyor. Çünkü kaptanın çok iyi olması gerekir. Yelkenlide taşıdığınız şey, her ne ise her sabah uyandığınızda ilk önce onu düşünerek yerinizden kalkın. Belki zor ama yine de aşk davranışlarını taklit edebilir miyiz acaba?

Kaybedecek bir şey olmadığına göre denemeye değer, taklit ederken bakarsınız mucize gerçek olur. Yıllar önce katıldığım bir seminerde nur içinde yatsın, Hasan Erişkon, iş hayatının zorlukları ve buna nasıl katlanacağımızı, nasıl başa çıkacağımızı anlatıyordu. Bu işin en kestirme yolunun aşkı taklit etmek olduğunu o söylemişti, örnek olarak da sahne oyuncularının rol gereği tekrarlar yaşadığını sonra da gerçekten rol arkadaşlarına aşık olduklarını anlatmıştı.

Bob Proctor ise aşkı şöyle anlatıyor “Genelde “aşk”ı düşündüğümüzde, iki insanın aşık olmasını düşünürüz. Aşk, yankılanmadır. İki varlık aynı frekansta olduğunda aşk oluşur. Senkronizasyon içindedirler. Ve vücudun titreşimine komuta eden ve vücudu eyleme yönlendiren de budur.” diyor ve devam ediyor. “Bu nedenle ilk önce bir fikre aşık olmanıza izin vermelisiniz. Gerçekten sevdiğiniz şey nedir? Bir fikre aşık olduğunuzda o size rehberlik eder, siz ona değil. Bir fikre aşık olduğunuzda kendinizi artık motivasyon ararken veya amacınıza erişmeye çalışırken bulmayacaksınız. Saatinizin alarmı çalmadan çok önce sizi yatağınızdan dışarı çıkacaksınız. Amacınızı bulduğunuzda ve sevdiğinizi gerçekten yapmaya başladığınızda, sanki tekrar 12 yaşına geri dönmüş, yaz tatilinin ilk muhteşem gününe uyanır gibi olacaksınız. Bir gün önce size angarya gelecek şey artık büyük bir fırsat ve keşif olacak. İçiniz başarma isteğiyle dolacak.

Hava mı değişti? Güneş saatlerce önce mi doğdu? Tabii ki değil. Okulun son günü ile yaz tatilinin ilk günü arasında değişen tek şey SİZ’SİNİZ.”

Küresel ısınmanın etkisiyle buzullar erimeye devam ederken bizler her gelen yeni yılla yeni heyecanları alevlendirip biten senenin sonuna doğru yeni buzullar yaratıyoruz. Ya sonra… …

Demiştik ya her doğan günle yeniden doğarız diye, her gün tan yeri ağarırken yeniden başlar hayat.

Tabiatın uyandığı vakitler

Mahlükatın divana durduğu vakitler

Bülbüllerin öttüğü vakitler

Gül dibine dilek ekerim

Bir gün daha aşk derim

Rüzgarla arkadaşlığım

Şimdi “sevmek zamanı”m...

Şebnem Ferah’ın muhteşem şarkısı “Çakıl Taşları” çalıyor.

"Sen hiç 'hiç' oldun mu, birden duruldun mu?
Bulanıkmış berrakmış her suyu içtin mi?
Altında ağ olmadan yerden yükseldin mi?
Tam zevkine varmışken birden yere düştün mü sen? Düştün mü sen?"

Her sabah, her seher, insan olmanın övüncü ve gururuyla dirilmenizi ve hep ayakta kalmanızı dilerim.

Sevgiyle,

Zühre Yıldızı

 
Toplam blog
: 23
: 587
Kayıt tarihi
: 24.10.07
 
 

Müdahale edilmediği sürece barış ve denge içinde sürüp giden doğa hayranı ve doğal yaşam sevdalıs..