Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kaledran = Yakacık + Anıtlı

Kaledran = Yakacık + Anıtlı
 

Bir yerleşim yeri düşünün. Ve orada birbirine komşu iki ev. Karşı karşıya iki ev. Aradan bir çay akıyor. Evlerden biri çayın bu yanında, diğeri öbür yanında. İki evin arasında bir köprü var. Bahsettiğim evlerden biri babanın diğeri de oğlunun. Bir de, babanın arabasının plakası 07, oğlununkinin ise 33. Babanın evindeki telefonun alan kodu 242, oğlununkinin ise 324…

Eee, ne var bunda? Der gibi olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Ben de sizin gibi derdim. İlginç bir şey değil ki yazdıklarım. Ama güzel bir rastlantı sonucu karşılaştığım çiçekler beni garip ama gerçek bir bilgiyle buluşturdu

Tarih 7 Nisan 2007. Bir Pazar günü.

Belek’teki Bilgi İşlem Merkezi Yöneticileri Semineri’nden dönüyorum. Manavgat ve Alanya ovalarını geçtikten sonra sol tarafımda yeşil Toroslar sağ yanımda muhteşem bir Akdeniz mavisi eşlik etmeye başlıyor bana. Denizin ortasında Kıbrıs da katılıyor artık yolculuğuma. Dağ yamaçlarını aştıkça bizim şehir FM’leri cızırdıyor. Yerini Kıbrıs Rum Kesiminin istasyonları alıyorlar. Milliyetçilik yok bugün! Bugün güzel, barış ve sevgi dolu bir bahar günü. Müzikler bazen romantik, bazen kıvrak, sirtaki havasıyla coşuyor. Müzik gerçekten güzel ve evrensel. Müzikler aşkı, sevgiyi anlatır nerede olursa olsun. Kim söylerse söylesin, değişmez bu. İnsanı anlatırlar. Bugün çok güzel, sevgi dolu bir bahar günü. Bir ara, Hadjidakis’in "Margarita-Margaro"su yankılanıyor Sony 6000’den. Atina Üniversitesi'nden profesör Alexandros, samimi deyişle Aleko abimin kulakları çınlasın. Buzuki çalıyor, yamacına yükselmekte olduğum dağın zirvesinde bulutlar dans ederek geçip gidiyorlar. Antalya’yı Mersin ve Adana’ya bağlayan D400 Karayolu kıvrım kıvrım uzanıyor önümde. Bir yükseliyor bir alçalıyor. Bir yok olup bir görünüyor.

Nisan havası var dışarıda. Yer yer yağıyor. Yer yer güneş gösteriyor kendini. Muhteşem, anlatılamaz manzaralar her yanda. Yol kenarları çiçek, çiçek ve yine çiçek. Özellikle kaya güllerinin mevsimidir Nisan. Tüm yol boyunca uzun boylu çam ağaçlarının altında beyaz ve pembe kaya gülleri bir halı işler gibi bezemişler toprağın üzerini, kayalıkları. Bir sağımdaki Akdeniz’in lacivertine, mavisine bir Torosların tepelerine ve tepelerinde gezinen pamuk gibi bulutlara bakıyorum. Ama sadece göz ucuyla. Çünkü araç kullanıyorum da.

Ama manzara dayanılmaz olunca -ki sık sık oluyor- durup bir kahve molası veriyorum kendime. Termosumu Alanya’da sıcak su ile doldurdum ve üçü bir aradalar torpido gözünde.

İşte özel bir an. Ama en güzeli burada diyerek duruyorum bir yerde. Yolun sağında ve solunda beyaz ve sarı papatyalar, kırmızı gelincikler, pembe kaya gülleri. Bunlar bildiğimiz çiçekler ama özel olan şey hepsinin bir arada bulunması. Hepsi bir arada tıpkı yudumladığın kahve gibi. Çiçekler arasında biri özellikle dikkatimi çekiyor. Parlak şeffaf mavi çiçekleriyle diğerlerinden daha yüksek boylu bir çiçek bu. Onları tanımak istiyorum ve duruyorum. Yabani baklaya benziyorlar. Onları keşfetmeliyim. Fotograflarını çekiyorum. Birkaç tanesini koparıyorum da. Yanlış anlamayın, sadece örneklemek ve bilimsel olarak incelemek için. Endemik bir tür gibi geliyor bana çünkü (Hala inceliyorum). Daha önce Akdeniz ve Karadeniz kuşağında hiç görmedim böyle bir bitkiyi. Ve hatta D400 Karayolu kenarında da sadece durduğum bu yerde varlar.

Baklagillerden bir bakla, yabani bir bakla. Bakla yemeklerini hiç sevmem ama bu baklaların çiçeklerine hayran kaldığımdan bundan sonra yemeden edemem herhalde. Bir ara, Akdeniz’de nadir görülen bir doğa gösterisi de başladı. Yolun altındaki, muz sekileri, badem bahçeleri üzerinden beyaz sis tabakası yükselerek yamaçlardaki çam ormanı üzerine yapıştı tam karşımdaki yamacın üstünde. Yağmur da başlıyor hafiften… Manzaralara bayılırım ama burası gerçekten başka bir yer. Bu özel yerde bu atmosferi yaşamak beni fazlasıyla ayrıcalıklı kıldı diyebilirim. Daha önümde 300 km yol var ama umurumda bile değil. Bir badem ağacına yaslanıp oturdum ve bir kahve daha yaptım kendime. 45 dakika kalmışım bu güzel yerde. Yola koyulduğumda, bu özel yerin neresi olduğunu öğrenmeliyim dedim kendime. İlk yerleşim yerinde yapabilirdim bunu. Birkaç km sonra bir virajı döndüğümde aşağıda enfes bir sahilin kenarında yemyeşil bir köy, evet sadece bir köy uzanıyordu. Durdum yine, o köyün de fotograflarını çektim uzaktan ve yukarıdan. Ve sonra köye ulaşıp yol kenarındaki kafe-restoranda mola verdim yeniden. Bir çay içtikten sonra öğrendim: Ben bir köyde durduğumu sanıyordum meğerse köylerde durmuşum.

Artık yazının başında sözünü ettiğim ilginç bilgiyi vereyim size.

Yakacık, Antalya ilinin Gazipaşa ilçesine bağlı bir köydür. Anıtlı, İçel’in yani Mersin’in Anamur ilçesinin bir köyüdür. İki köy aslında, aynı köy. Arada Kaledran Çayı akıyor. Karayolları tabelasında Kaledran yazıyor. Onlar Kaledran diyorlar ama iki ayrı köy orası. Günlüğün başında sözünü ettiğim baba ve oğul fiziksel olarak aynı yerleşimdeler ama aralarında bir idari çizgi var. Mersin-Antalya il sınırı. Bu nedenle ki günlüğün başlığı bir formül şeklinde: Kaledran = Yakacık + Anıtlı.

Son söz, idari olarak iki ayrı ile bağlı Yakacık ve Anıtlı gibi iki ayrı köy de olsalar gündelik yaşamda tek bir köy orası. Yani civarda Kaledran diye bilinen bir yerleşim. İster Mersin’den Antalya’ya, ister Antalya’dan Mersin’e gidin. Giderken bu muz ve avakado diyarı köyde durup bir çay için. Her iki yanındaki tepelerden Akdeniz’e ve Toroslar'a bakın. Sahilinde gezinin. Onca yol değer buna, göreceğiniz güzelliğin adına. Hele Nisan ve Mayıs’ta giderseniz, doğanın her halini daha bir neşeli görürsünüz.

Sevgiyle

 
Toplam blog
: 32
: 2489
Kayıt tarihi
: 23.05.07
 
 

çevre ve ekosisteme gönül vermiş, doğada dolaşan, doğayı seven ve doğanın dilini öğrenen ..