Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '07

 
Kategori
Anılar
 

Karanlıklardaki ışıklar

Karanlıklardaki ışıklar
 

Sevgili şule
Seninle birlikte, sevgiyle tutunarak açgözlü, hırslı ve saldırgan insanlarla birçok olumsuz olaylar yaşayıp mücadele etmek zorunda kaldık.

Eğer dünyamız sevgiyle dolu olmuş olsaydı, haksızlıklar ve savaşlar bu dünya üzerinde var olamazdı. İşte o zaman bizler yeryüzünden göklerdeki bulutlara yükselebilirdik. İnsanlık olarak endişe duymalıyız, en azından, birazcık olsun sevgiyi yaşamımıza getirebilmek için.

Senin Theo Rangs

KARANLIKLARDAKİ IŞIKLAR

Olumsuzluklarla yaşamaya alıştığımız dünyamızda zorluklara rağmen yılmadan çalışan sevgiye, dostluğa, yardıma ihtiyacı olan herkese din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin sevgiyle kapılarını sonuna kadar açmış olan bu insanı anlatmak için içimde dayanılmaz bir dürtü hissediyorum.

Aslında kim ve ne olduğunun onun açısından artık bir önemi olmadığını biliyorum.

Birey olarak o da herkes gibiydi. Seven, sevilen, nefret eden, acı çeken ve mutlu olan, mutsuz olan herkes gibi.

Belki bizim her zaman duymayı istediğimiz belki de hiçbir zaman duymayı istemediğimiz bir ses! Her ne olursa olsun, sevgi dolu o insanla aynı frekansta olanlar onu duyacak ve hissedebilmenin yollarını arayacaktır.

Kabul etsek de etmesek de hayatta bazı değişmez iyi ve kötü değerler vardır ve ne yazık ki, bu değerleri değiştirebilme şansımız yok.Evrende yaşadıklarımız, mücadelelerimiz, karşılaştığımız zorluklar özünde hep aynı. İyi ve kötü yaptığımız her eylemde bir tek şey için uğraşıyoruz o’da VAROLABİLMEK!

Kimimiz zenginliğimizle, kimimiz kariyerimizle, kimimiz resimlerimizle, yazılarımızla kısacası iyi ve kötü her davranışımızla kendimizi ifade etmeye ve varolabilmeye çalışıyoruz. İşte, biz de Theo ile bir var-olabilme çabası içindeydik. Bizim var-olabilmek için gittiğimiz yol sevgi yolu idi. Koşulsuz, şartsız, çıkar gözetmeden bize ihtiyacı olan her insana imkânlarımız el verdiğince hatta çoğunlukla insanüstü bir çaba sarf ederek yardım elini uzatmak, evrende yaşayan yaşama savaşı veren her varlığa saygı duymak, hiçbir şeyi yargılamadan olduğu gibi kabul etmeye çalışmaktı.

Yaşlı bir adam; yolun sonuna yaklaşmış beyaz kar gibi saçları, yüzünde harita gibi çizgiler oluşmuş, aşağı düşmüş göz kapaklarının altından ışıl ışıl parlayan mavi gözleri “ben hala ayaktayım, yapacak çok işim var” diyordu sanki. Bitmek bilmez bir yaşam enerjisi ile dopdoluydu. Onun temposuna hiç birimiz yetişemezdik. Her sabah erkenden kalkar, sadık köpeği İngo'yu yürüyüşe çıkarır, onun ve kendisinin kahvaltısını hazırlardı.

Rutin olarak gerçekleştirdiği sabah faslından sonra saat 9.00 da bürosuna geçer, işine başlardı. İşi dünyanın en zor işiydi. O sorunları olan insanları dinlerdi. Onlar için ne yapabilirdi, nasıl yardım edebilirdi? Haksızlığa uğramış insanların haklarını nasıl savunabilirdi? Hep çıkış yollarını araştırırdı. Bazen öylesine bir öfke ile dopdolu bağırırdı ki sesini 500 metre ilerden duyabilirdiniz ve o zamanlarda herkes çekinir yanına yaklaşmak istemezdi. Oysaki onun isyanı düzeni bozuk, dünyaya, sevgiyi unutmuş insanlığaydı. Eğer sizin de bir yalanınız, yanlışınız varsa asla onun hışmından kurtulamazdınız. Deyim yerindeyse insan sarrafıydı. O, kim iyi, kim kötü hemen anlardı. Aldatmak aldatılmak, onun literatüründe yoktu.

İşte ben de bir gün umutsuzluğa düşmüş bir anımda tanıdım onu. Eşimle beraber bürosunun salonunda otururken içerden korkunç bir gürleme sesi geliyordu. Herkes sırayla odaya giriyor ve birisi onları azarlıyor, bazısı gülerek, bazısı ağlayarak, bazıları da sinirli bir şekilde odadan çıkıp gidiyordu. Kendimi öylesine tedirgin, savunmasız hissetmiştim ki, bir an oradan kaçıp gitmek geldi içimden ama artık çok geçti. İsminin Hatice olduğunu söyleyen uzun boyalı sarı saçlı, çok üzgün ve yorgun ifadeli, 35 yaşlarında bir kadın, içeri girme sırasının bana geldiğini söyledi. Ürkek adımlarla yürüyerek büroya gelip yavaşça kapıyı tıklattım.

Sert bir ses ‘evet, içeri gelin’ dedi. İçeri girdiğimde tek gördüğüm arkasındaki duvarda bir yığın resimlerin, madalyaların bulunduğu, yine duvardaki gibi kalabalık bir masada oturan, beni keskin bakışlarıyla süzen yaşlı bir adamdı. Korkuyordum. Yeni öğrenmiş olduğum Almanca ile derdimi ne kadar anlatabilecektim. Masasının karşısındaki koltuğu işaret ederek oturmamı söyledi. ‘Size ne konuda yardımcı olmamı istiyorsunuz’ diye sordu.

Sesimin titremesine mani olmaya çalışarak ‘ben ebe hemşireyim. Evlilik dolayısıyla burada bulunuyorum ve bir oğlum var. Mesleğime Almanya da devam etmek istiyorum. Bu konuda ne gibi prosedürleri uygulamam gerektiğini bilmiyorum. Eğer bana izlemem gereken yol konusunda yardımcı olabilirseniz size minnettar olurum.’dedim. Sessizce beni dinlerken sanki bakışları gözlerimden içeri girmiş ruhumu okuyordu. Okuduğu şeyden memnun olmuş olmalı ki, aniden karşımdaki yüz sevimli, sevgi dolu bir ifade ile doldu.

Yumuşak bir sesle ‘ne kadar zamandır buradasınız‘ diye sordu.

‘Bir buçuk yıl oldu efendim, hamile kaldığım için şu zamana kadar bir girişimde bulunamadım. Aslında, çocuğum henüz küçük fakat ekonomik şartlarımız o kadar iyi değil‘ diye cevap verdim.

Gülümsedi, ‘çocuğum, burada senelerce kalan insanlar senin kadar düzgün Almanca konuşamazken sen gayet iyi konuşuyorsun. Bu kadar tedirgin olmana gerek yok. Öncelikle bunu bil. İkinci olarak, sana yardım edeceğim. Bana gerekli evraklarının hepsini tercüme ettir ve konsolosluktan tasdik ettir. Son olarak, buraya günde bir yığın insan geliyor hepsinin kalbi senin kadar temiz, dürüst değil. Üstelik gerçekten yardıma ihtiyacı olan insanlara Allah yardımcı olur. Kendinizi çaresiz hissedip, endişe etmeyi bir kenara bırakın. Lütfen adınızı, soyadınızı, adresinizi Heti'nin vereceği forma yazınız. Şimdi gidebilirsiniz’ dedi.

Şok olmuştum. İçimdeki fırtınaları, yeni tanışmış olduğum ve on dakika konuştuğum bir insan nasıl bu kadar çabuk anlayabilmişti. Sadece teşekkür ederek odasından çıktım. Daha fazla konuşmam gerekseydi herhalde şaşkınlıktan tek kelime bile edemezdim. Acizliğim bu kadar belli miydi? Eşimin yanına gelerek olanları anlattım. ‘Heti kim’ diye sordum. Beni içeri alan kadın ‘benim, Theo bana Heti diyor. Buyurun bu formu doldurunuz’ dedi. Formu doldurduktan sonra eşimle beraber evimizin yolunu tuttuk.

Eşim ‘adamın biraz çatlak, huysuz bir ihtiyar olduğunu söylediler ama isterse yapamayacağı şey yokmuş, istediği evrakları hemen yaptırırız’ dedi. Küçük oğlumuz pusetinin içinde sessizce uyuyordu. Ona sevgiyle bakarken aklımdan geçirdim, çalışmaya başlarsam ona kim bakacaktı? Gözümden akan yaşlara mani olamadım. O kadar küçüktü ki… Ekonomik zorluklar içindeyken ona bakıcı bulmak bir problemdi. Her şey bir yana, o kişi ona iyi bakabilecek miydi? Eşim yüzüme bakarken ‘bu kadar büyütülecek bir şey yok, şimdi ne diye ağlayıp canımı sıkıyorsun’ diye söylenmeye başladı. Konuşmanın bir anlamı yoktu. Onun beni anlamasını beklemiyordum. Çünkü o kadar farklıydık ki… Yetiştirilme tarzımız, yaşantımız… Aramızda uçurumlar vardı ve gün be gün daha da büyüyordu.

Devam edecek

 
Toplam blog
: 51
: 952
Kayıt tarihi
: 24.05.07
 
 

Herkes bu evrende bir şekilde var olmaya çalışıyor. Kimi güzelliğiyle, kimi zenginliğiyle, kimi resi..