Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Kare masada dört kadın

Kare masada dört kadın
 

Kare masa toplantısı başlamıştır. Masadaki her kadın kendine söz hakkı verileceği anı sabırla bekler. Zira anlatacakları çok şey vardır. Konu; ilişkilerdir. Kadınlardan sadece biri evlidir ve evlilik konusundaki deneyimlerini anlatmak için biraz gergin bir yüz ifadesine sahiptir. Konuşma sıradan bir girişle başlar. Selamlaşmalar, hal hatır sormalar… Ve en sonunda ortamın havasını birden bire değiştiren soru Meltem’den gelir:

- Uzun zamandır görüşmüyoruz Tuğba, anlat bakalım evlilik nasıl gidiyor?

Tuğba’nın arkadaşlarına söylemediği bir sırrı vardı. Gerginliği yüzünden akan birkaç damla terle bütünleşti. Saçlarını oynadığının farkında bile değildi.

- Gitmesi gerektiği gibi canım; sıradan. Zamanla her şey monotonlaşıyor. Tutkuyla sevdiğin adam bir alışkanlık halini alıyor. Eve gelir, birlikte yemek yersiniz, biraz televizyon seyredip aynı yatakta yatarsınız. İşte hepsi bu!

Burcu söze karışır:

- Hamile falan değilsin, di mi? Ne bu karamsar halin? Evlilik davetiyeni verirken sevinçten nasıl uçtuğunu hepimiz hatırlıyoruz. Hani Murat arayıp da bulamadığın erkekti. O günden bugüne ne değişti?

Tuğba birkaç dakika sessizliğine gömüldü. Masadaki herkes sessizdi. Neyi, nasıl anlatacağını bilmiyordu. Murat’ın onu iş yerindeki bir kadınla aldattığını, intikam duygusuyla dolup, onun da Murat’ı aldattığını böylece ödeştikleri mi anlatsaydı? Yoksa dışarıdan herkesin imrenerek baktığı bir çift oldukları mı? Meltem, Burcu ve Aylin onun en yakın arkadaşlarıydı. Aynı üniversiteye gitmişler, aynı yurtta kalmışlar, bu zamana kadar her şeylerini birbirlerine anlatmışlardı. Tamam, iş hayatı, farklı şehirler, ilişkiler, … onları birbirinden ayırmıştı ama yine de onlar eski dostlardı.

- Yok, canım. Bunu da nerden çıkartıyorsun? Sadece evliliğin ne olduğunu size anlatmak istedim.

Tuğba hiçbir şey anlatmamayı tercih etti. Arkadaşlarının ona nasıl tepki vereceğini az çok tahmin edebiliyordu. Özellikle de Meltem’in.

Meltem, üniversiteden beri deli dolu, istediği her şeyi yapan, çılgın bir kızdı. En tuhaf yanıysa bu kadar çılgın olan bir kızın gerektiği zaman ne kadar ağır başlı ve mantıklı olabildiğiydi. Tuğba okuduğu bir psikoloji kitabından Meltem’in bipolar olabileceği kanısına varmıştı. Zira dışarıya karşı istediği kimliğe bürünebilen bu arkadaşı kendi içinde devamlı duygusal gelgitler yaşardı. Kimi zaman yurda kapanır, günlerce dışarıya çıkmaz yani depresyona girer; kimi zamansa yurdun içine girmek bile istemez, alışılmadık bir enerjiyle dolar yani manik atak geçirirdi.

Evet, Meltem’in içinde yaşattığı iki ayrı karakteri vardı. Ama dediği gibi çok da mantıklı bir kızdı. Evlilik konusunda açılan her sohbette evliliğin ne kadar kutsal olduğundan bahseder, saatlerce onlara nutuk verirdi. Şimdi soru sırası Tuğba’daydı:

- Sen hala bekâr mısın, Meltem? Hani evlilik konusunda bize çektiğin o nutuklarına ne oldu? Yok mu etrafında evlenebileceğin adam gibi bir adam?

Tuğba, Meltem’in canını yaktığını fark etti. Meltem elindeki peçeteyi daha sıkı kavradı. Şimdi ne demeliyim, diye birkaç saniye duraksadı.

- Benim gibi biriyle kim evlenir ki? Nerden ne zaman eseceği belli olmayan, kapıyı istediği zaman çekip gitmeyi seven bir kadınla hangi erkek başa çıkabilir ki?

Aylin, Meltem’e her zaman hayrandı, tabiî ki üniversitedeki erkekler de. Onun garip bir ulaşılmazlığı vardı. Nasıl olurdu, bu başarılı kadın hala yalnızdı? Aylin söze karıştı:

- Bir arkadaşın da mı yok, Meltem?

Meltem, kendini zor tutuyordu.”Evet, vardı!” dememek ve ağlamamak için kendini zor tuttu. Bir erkeğe sonuna kadar güvendiğini; onunla evini, yatağını paylaştığını ama sonunda onu bırakıp, çekip gittiğini nasıl söylerdi.

- Kısa süreli bir birlikteliğim oldu, Aylincim. Ama bitmek zorundaydı. Adı, Mehmet’ti. Gözleri sevgi dolu bir erkekti. Bana her zaman huzur verirdi. Ne yazık ki bitti. Mehmet’in şirketi onu yurt dışında bağlantılı oldukları başka bir şirkete gönderdi. Biliyorsun, araya mesafeler girdi mi, en kuvvetli sevgiler bile bir gün biter. Biz sevgimizin zamanla tükenmesini beklemeden oturup, konuştuk ve bitirmeye karar verdik.

Meltem haricinde masadaki herkesin içi burkulmuştu. Seven iki insan ve severek ayrılan bir çift. Meltem, sinirliydi. Biraz önceki ağlama isteği yerini nefrete bırakmıştı. Biliyordu, nefret sevginin diğer yüzüydü ve Mehmet’i hala ilk gün ki gibi seviyordu. Anlattığı hikâyenin bir tek son bölümü doğru değildi. Mehmet şirketinin onu yurt dışına göndereceğini öğrendiğinde birden değişmiş ve Meltem’e bir yabancıymış gibi davranmaya başlamıştı. Meltem her zamanki gibi iş çıkışı eve bir umut, belki bugün değişmiştir diye gittiğinde Mehmet’in eşyalarının yerinde olmadığını ve onun gittiğini anladı. Geriye sadece bir mektup bırakmıştı. Meltem o mektubu hiçbir zaman okumadı…

Ortamın havasını değiştiren bu sefer Aylin’di:

- Biliyor musunuz, ben çok mutluyum. Hayalimdeki Romeo’yu sonunda buldum.

Aylin her zaman çok duygusal bir kızdı. Her şeye ağlayabilirdi. Sinemada seyrettiği bir filme, sokakta gördüğü dilenciye, kötü gelen notuna, telefonda sesini duyduğu ailesine, … sıra böyle uzardı. Diğer kızlar Aylin’in bu kadar sulu göz olmasına katlanamasalar da onu severlerdi ve elerinden geldiğince kollamaya çalışırlardı. Özellikle Burcu. Yaşıt olmalarına rağmen, Aylin’i kaybettiği kardeşi gibi görür; kim ya da ne onu üzmeye, incitmeye kalkışırsa karşısında dururdu. Buna erkek arkadaşları da dâhil. Aylin, erkek arkadaşlarından kendince hazin öykülerle ayrılırdı. Gözlerinin içene bakan, seni seviyorum ama seninle olmaz diyen erkeklerden bıkmıştı. Aslına bakarsanız işin aslı hiç öyle olmadı. Burcu, çıktığı çocukların kim olduğunu ve Aylin’le neden birlikte olmak istediklerini o kadar iyi biliyordu ki araya nasıl tanıştığını bir türlü anlamadığımız ağır ağabeylerini koyup olayı bir çırpı da bitiriverirdi. Çocuklar da korkularından Aylin’in karşısında iki büklüm ayrılık senaryoları oynarlardı. Burcu eski günleri hatırlayıp hemen atladı:

- İyi ama kim?

Aylin, anlatıp anlatmamak arasındaki kararsızlığını o kadar belli ederdi ki…

- Hadi Aylin, bizden mi saklayacaksın?

- Şey… Kızmak yok ama!

- Nasıl kızalım ki Aylincim, sen artık holding de çalışan, başarılı, ayakları yere basan, kariyerinin zirvesinde bir kadınsın.

Aylin hikâyesini duyunca Burcu’nun nasıl delireceğini bilse de anlatmaya karar verdi.

- Bilirsiniz, eve işimi taşımam. Ama o gün hazırlamam gereken projeler başımdan aşkındı. Çıkış saati geldiğinde de daha bitirememiştim. Ben de eve götürüp devam ederim dedim. Öyle de oldu. Projeler bittiğinde o kadar sıkılmıştım ki biraz internette sohbetin kimseye zararı olmaz dedim. Yoksa bilirsiniz, böyle şeyleri sevmem ben! Öylesine gelen mesajlara bakarken birden kendimi onunla sohbet ederken buldum. İsmi, Uğur. O kadar sevecen, sıcak, candan bir sohbeti vardı ki etkilenmemek mümkün değildi.

Burcu lafa karışır:

- Sakın internette tanıştığın birisiyle birlikte olduğunu söyleme, bana.

- Evet, canım. Maalesef öyle. Ama inan tanısan bu tepkinin ne kadar yersiz olduğunu sen de göreceksin. Bir ay kadar her akşam internetten yazıştık. Geceleri onunla sohbet etmeden uyuyamaz olmuştum. Sabah uyandığımda aklımda yine o vardı. Ve biliyor musunuz, hiçbir zaman bana karşı en ufak bir saygısızlığını görmedim. Her zaman anlayışlı, her zaman şefkatliydi. Daha birbirimizin neye benzediğini, nerede oturduğunu, nerede çalıştığını bilmeden birbirimize “Seni seviyorum.” dedik. Sonra buluşmaya karar verdik. Çok şükür aynı şehirdeydik ve ikimizin de sevdiği mekân aynıydı. Yani biz bu mekânda birbirimizi milyonlarca kez görmüş ama fark etmemiş olabilirdik. Orada buluşmaya karar verdik. Çok heyecanlıydım, sevdiğim adamı sonunda görebilecek, ona dokunabilecektim.

Tuğba:

- Of, Aylin. Artık uzatma. Hadi kimmiş, neymiş bu adam?

Tuğba kendi hayatını bırakmıştı. İçten içe Aylin’e imreniyordu. Ne kadar da mutluydu…

- Sonunda geldi ve gördüğüm yüz bana hiç de yabancı değildi. Tahminim doğru çıkmıştı ve ben Uğur’u birçok kez burada görmüştüm. Her zaman yalnız gelirdi ve sessizce geldiği gibi giderdi. Bu gizemli adamın bu kadar candan, sıcak, sevgi dolu olduğunu hiç tahmin etmezdim. “Bu şans olamaz.” Dedik ikimiz de. O akşam saatlerce konuştuk, konuştuk ve konuştuk… Şuan çok güzel bir birlikteliğimiz var.

Burcu:

- Yine de sen kendini fazla kaptırma, Aylincim. Her şeye hazırlıklı ol, tamam mı?

- Tamam, Burcu. E! Sen anlat bakalım? Sen de ne var ne yok?

- Beni biliyorsunuz. Deli gibi çalışıyorum. Benim sizin gibi aşka meşke ayıracak zamanım yok! Zaten hiç de olmadı…

Burcu haklıydı. Onun aşka ayıracak zamanı hiç olmamıştı. Çünkü ona yaklaşan hiçbir erkek olmamıştı. Burcu çok çirkin bir kız olmasa da kendine fazla bakmazdı. Bu yüzden üniversitede silik insanlardandı, diyebiliriz. Bu yönü onu her zaman kırbaçlamış ve gerek okul yaşantısında gerekse iş yaşantısında bir kadından beklenmeyecek derecede olan başarılara imza attırmıştı. Şuan çok başarılı, kariyer sahibi ama yalnız bir kadındı…

Günün sonunda kare masa toplantısı bitmiş, sakladıklarıyla ve yaşadıklarıyla bu kadınlar birbirlerine bir sonraki buluşmalarına kadar veda etmişti…

 
Toplam blog
: 17
: 2625
Kayıt tarihi
: 09.05.07
 
 

Halen üniversite eğitimime devam etmekteyim. Hayatın üzerime yüklediği sorumlulukları yavaş yavaş hi..