Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Erdoğan Özgenç DOST MECLİSİ

http://blog.milliyet.com.tr/erdoganozgenc

21 Aralık '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kendi cezamızı kendimiz kesiyoruz...

Kendi cezamızı kendimiz kesiyoruz...
 

Bugüne kadar yaşadıklarım ya da şahit olduklarım bana şunu rahatlıkla söyletebiliyor; “Yaşamın içinde ödül kadar cezalar da var” farkına varamadığımız ya da kabullenemediğimiz.

Belki hala nefes alıyor alabilmemiz bir ödül olarak görülebilir ama çekilen acılar, ayrılıklar, ihanetler, haksızlıklar da bana kalırsa birer cezadır. Hemen kabullenemeyiz ama zamanla kurtulabiliriz.

İnsanoğlu kendini cezalandırabilen bir yaratık olarak tasarlanmış gibi görünüyor, utançlarımızı ayıplarımızı engellemeyi başarabilsek bile içimizden derinliklerinde bunların farkına varırız.

Utançlarımız azaltmak için olmadık bahaneler bulmaya ya da hiç olmamış gibi davranmayı yeğleriz, ancak utancımızın her daim farkındayızdır.

Birine saygısızlık mı yaptık bunun ayıp olduğunu biliriz, biri bize saygısızlık mı yaptı onun da farkında oluruz. Birini aldattığımızı adımız gibi biliriz birilerinin bizi aldattığının da farkına varırız ama türlü bahanelerle yok etmeye çalışırız.

İç dünyamız bizi en rahat yöneten duygularla doludur. Kimi zaman bu sessiz köşede çok insandan daha tepelerde kimilerinden ise daha aşağılarda yaşadığımızı biliriz. Bu yüzden de kendimizi cezalandırırız. Sessizce kendimizi sabote eder ya da en çirkin bir şekilde kendimizi mahvederek henüz kurumamış yaralarımıza neşter vururuz. Neden? Çünkü böyle davranırsak o yaraların iyileşeceğini sanırız.

Sorunlarımız ya da tasalarımız karşısında farkında değiliz ama yemin ediyorum insan olarak önce kendimizi döveriz ki bu bir alışkanlık halindedir. Kendinizden nefret etmenizin sebebi de aynen budur, olaylara anlamsız anlamlar yükleyerek kendinizi dövdüğünüz farkında bile değilsinizdir. İçimizdeki nefretten kurtulmak ya da aza indirmek kolaydır çünkü çoğu zaman yaptığımız gibi dünyadan herkesten gizlemeyi tercih ederiz. Ancak bir nokta gelir kendimizden hesap sormaya başlarız işte cezalandırıcı duygularımız burada devreye girer ve kendi mantığına dayalı bir cezayı verir. Kendimize bakmayız boş veririz dünyaya ya da acı çekeriz.

Şurası bir gerçektir. Kendimizi eleştirdiğimiz kendimizi ihmal ettiğimiz, kendi kusurlarımızdan veya hatalarımızdan dolayı başladığımız her sefer de aslında kendimizi pataklar-döveriz.

“Gölge döğüşü” desem buna galiba tam yerine koymuş olurum. Bakın bir örnekle canlandıralım hafızalarımızda. Evinizin en boş odalarından birine girin sessizlik olsun;

Yanınıza küçük bir iskemle koyun, evde kızınızın ya da hanımınızın süs diye aldığı pembe yanaklı mavi gözlü oyuncak bir bebeği de bu iskemleye oturtun. O bebeğin siz olduğunuzu hayal edin, küçük ve masum bir bebek. Bir kaç dakika öylece kalın sonra o bebeği yumuşacık sesinizle şefkatle sevmeye çalışın ve güzel sözler söylemeye başlayın. Ve aniden susun…

Hemen sonra aniden bebeği alın ve sert bir yüz ifadesiyle gözlerinin içine bakın bağırarak “Niye böyle yapıyorsun yazıklar olsun sana verdiğim sevgime de emeklerime de,” deyin. Salak mısın aptal mısın görmüyor musun senin için neler çektiğimi, neyin var senin” diye devam edin sert ve kızgın kırgın bakarak. Olan şu; İçinizdeki öfke bir kere harekete geçmiş, ateş almıştır. Daha lafınız biter bitmez

”Şu haline bak hortlak gibisin, kendine bakmıyorsun ve ne kadar çirkinsin” deyin.  Azarlamaya devam edin “Bu gidişle evde kalacaksın kimse seni almayacak şişko yağ tulumu gibisin seni kim ne için alsın” deyin.

Ve kollarından bacaklarından tutun bebeği iskemlenin oturağına ve sırt dayanan bölümüne hızla vurun. Kolları kopsun iplikleri sarksın ve kendinize gelin ve onu yumuşakça alın sandalyeye geri oturtun, elinizi başına sevgiyle koyun ve yumuşacık içten bir ses tonuyla “hadi canım benim güzel bir gün çık dışarı arkadaşlarınla gez eğlen dolaş kendine yakışır bir yaşam biçimini seç, ne istersen yapabilirsin” deyin…

Sizce bu kadar dayaktan hakaretten hoyratça davranıştan sonra hayatın akışkanlığında başarılı olabilir mi?  Hiçbir şey olmamış gibi hayata neşeyle zevkle mutlulukla devam edebilir mi?

Burada anlatmak istediğim şu değerli dostlarım; Sorunlar karşısında önce kendimize “kötü” davranıyoruz kendimizi cezalandırıyoruz. Her hatamızda kusurumuzda kendimizi acımasızca eleştiriyoruz. Farkında mısınız yukarıda örneklediğimiz “bebek” aslına biziz…

Ve emin olun içimizdeki hala var olan iyi olmak duygusunu, sevmek ve sevilmek güdümüzü, farkındalık yaratma arzumuzu da o bebek yani o masum çocuk harekete geçirmektedir. Her yaralayıcı olay, alt kişiliğimiz ile yüce kişiliğimiz birbirinden ayıran boşluğu doldurarak bölünmeyi onaracak bir katalizör olma potansiyeline sahiptir. Ancak memnun olmadığımız beğenmediğimiz ve bizi üzen şeyleri değiştirmezsek kendimize düşman olmaya devam ederiz. Bunun için önce kendimizi herkesten daha çok seveceğiz. Kendimizi özen gösterecek hayatın her aşamasında daha dikkatli olacak ve her alanda ihtiyacını duyduğumuz sevgiyi yarasız hasarsız muhafaza etmeyi yeğleyeceğiz.

Yoksa hem kendimizle kavga etmekten hem de kendimize düşman olmaktan asla kurtulamayacağız demektir…

Şunu da asla unutmayın hiç birimiz sinirli hatalı kuruşlu olmayı seçmedik, ama bize verilen akıl ve mantık bunlardan kurtulmanın da çarelerini bize sunmaktadır sadece dinlememiz ve azim ve şevkle hiçbir kötü duyguya kapılmadan uygulamamız lazım o kadar…

Hepimizin hala iyi olmak mutlu yaşamak sağlıkla kalmak şansı vardır, şansınız bol bahtınız açık ama önceleri dediğim gibi “size verilecek en büyük ceza çok sevmek ve sevilmek olsun”

Erdoğan ÖZGENÇ

 

 
Toplam blog
: 846
: 425
Kayıt tarihi
: 26.06.12
 
 

Emekli banka müdürüyüm ama kart vizitimde "insan" yazıyor. Adana'da ikamet ediyorum. Herk..