Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '15

 
Kategori
Deneme
 

Kendisinden kaçanlara

Kendisinden kaçanlara
 

Saat: 23.23

Hava çok soğuk, Tuzla Tren Garı'ndayım. Bir bankta oturmuş, trenin gelmesini bekliyorum. Ellerim ceplerimde, aklımı sorguluyorum. Kendimle savaşıyorum.

Kazananı olmayan yarışlardı, herkesin bildiği ama cesaret edemediği. Çoğu zaman kendimi içine çekmekten korktuğumdu onlar. Bir gün geldi, kapımı hızlıca çaldı, beni benden aldı ve öylece koyup gitti ellerim yanlarımda… Siz adına ne diyorsunuz? Diliniz söyler de, kalbiniz bilir mi o duygunun gerçek adını?

Severken hasreti onunla, bana geri dönen yarım öksüz kalmıştı. Evet öksüzlük duygusu gibi. Tıpkı bir annenin, zamansız kızını terk etmesi sanki.

Hiç biri zor değildi bana, “Alışmak” kadar., “Kabullenmek” kadar bana inatla acı veren, bir daha hiçbir şey çıkmadı karşıma. Kim bilir kim kırdı, kim bilir kim çaldı onları benden derken, yok edip gittiler birer birer. 

Bana çok gördü, bana çoğunu götürdü gibi geliyor mutluluğumun ve özgürlüğümün. Özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu bilir misiniz? Hani kendi içine hapsedersin ya kendini...

Bakıyorum zannediyorlar ama bakmıyorum, konuşuyorum zannediyorlar ama konuşmuyorum. Nefes alırken bile gözlerim ağlamaklı bakıyor, hani içim daraldı derler ya! İçimin daraldığını, verdiğim nefesten anlıyorum. Hapishanesiyim duygularımın. Koridorlarında daralan, parmaklıklarından kaçamayan. İşte öyle bir şey.

Bütün bunlar, biliyorum bir gün bitecek. Elimde kalan bir şey vardı sanki ‘’ONSUZLUK.’’ 

Bir hiç, bomboş, sıfır… Boşaltılınca, yani o gidince ağırlığı da gider diye düşünmüştüm. Bu biraz tersine oldu sanırım, kendisi gidince ağırlığı da gitmiyormuş aksine, fizik kuralları kifâyetsizleşiyor nedense... Hani matematik vardı, hani birden bir çıkarıldığında sıfır kalırdı? Benden sen çıktığından beri sıfır kalmadı işte! Ben buna kızıyorum. İşte o yüzden matematiği hiç sevmiyorum.

Hiçbir hiçlik bu kadar koymadı bana, sonsuza kadar susmalı mı, yoksa bildiğim yoldan gitmeli mi? Bir içimlikmiş içimdeki sevgi içimden çıkarıldığında, hani bitirdi dedim ya! Kurumuştu o gittiğinde. Orada HİÇBİR ŞEY kalmadı. Hâlâ diyorum ki, bir daha olur mu? Olur mu hiç? Kurutmuşum kalemin mürekkebini, bir de diyorum ki olur mu? Bir müddet kendimi dinliyorum, demek ki gerçekten ben, beni bitirebiliyormuşum. Bunu da şimdi anlıyorum. 

Birden korkularım yeşerdi içimde kocaman. Korkularım dağ kadar tedirginliğimle çoğaldı. Kimseden saklayamadığım canımın süzgecinden süzülen, kalbimi kabartan her buğulu göz, sızıntı olup, çırpınışlarla göçüp gidiyorlar tek tek sevgimin sonsuz topraklarından. Yokluk var o topraklarda, var yokluk… Sessiz sedasız sürülen ve yeşeremeyen, esintiyle gürleşip, kokusuyla derinleşen köklerine bakamadan, susuzluğuyla çürümeye mahkûm bırakılmış.  Çaresiz “Çaresi Beklemek” bekliyor beni. Korkularım yeşerdi içimde kocaman.

Beklerken, acılar teker teker çörekleniyor sislerin ardındaki kalbime. Aynı zamanda yavaş yavaş gökyüzü kararıyor, bir tren garında ve dışarıda, soğuk havada, kalabalık bir topluluğun içinde gözlerimi dikip uzaklara, trenin gelmesini bekliyorum. Yanımda bir bavul ve içinde yeni umutlar.

Tren gelmiyor, etraf bir iki kişinin aralarında konuşmalarının dışında ölüm sessizliğine bürünmüş. Tren gelmiyor, ben sürekli saatime bakıyorum. Kolumda saatim de yok, çünkü en yakın bildiğim birine vermiştim. O yüzden telefonumun saatine bakıyorum devamlı, aynı zamanda o cihazın saatinden çok, bekliyorum. Bir ses bekliyorum, bir varlık bekliyorum, ama yok. 

Vazgeçiyorum. Gelmeyecek bu tren diyorum. Bavulumun çekçeğini sürüklüyorum. Nasıl olsa içinde yeni umutlarım var diyorum. Merdivenlerden yavaş yavaş çıkıyorum, soğuk ve ayazdan dizlerim donmuş vaziyette. Ellerimi hissedemiyorum bile! Yine telefonuma bakıyorum, ses seda yok yine. Kendime bakıyorum da, bu şehirden gitmekten vazgeçiyorum ama başkalarını beklemekten vazgeçememişim henüz. Ama bavula tıkmıştım ya yeni umutlarımı!

Beton geçitten geçerken trenin geldiğini görüp, acıyla arkamı dönüyorum. O treni 1 saattir bekliyordum. Ne de çabuk vazgeçiyorum. Az önce benimle birlikte bekleyenler bavullarını toparlıyor. Beklemelerinin ödülünü alıyorlar. Ve tren yolcularını alıyor, ben artık onların içinde yokum diyorum.

Geçidin tam ortasında kalakaldım istemeden. Bir adım atıp koşsam trenin içine gireceğim, dönüp diğer yanıma adım atsam tren düdüğünü öttürerek gidecek. Gökyüzüne bakıp, “Bunu hak ediyor muyum Allah’ım,” diyorum. Kalbim yerinden fırlamış gibi, tokmakla dövünen bir davul misali inleyip duruyor göğüs kafesinin içinde. Derin bir nefes çekip, veriyorum. Nefesimin buharı karanlık geceye karışıyor. Boynum eğiliyor aniden, bu arada tren de hareketleniyor. Yavaş ama derinden, bana aldırmadan. Bunu görünce içim burkuluyor, içim ölesiye acıyor. Tekrar hareketleniyorum ileriye doğru, bu kez hızlı adımlarla yürüyorum.

‘’Tren kaçtı’’ artık diyorum. Benim trenim artık kaçtı… Geçitten geçtikten sonra, cebimin içinde, avucumun içinde sıktığım sigara paketini çıkarıp, bir tane yakıyorum. İçime çektiğim her nefeste sigaranın ucundaki kor, yanıp yanıp sönüyor. Gecenin hüzünlü karanlığında, bavulumdaki umutlar gibi aydınlatıyor.

Farkındayım, susuyorum hâlâ, unutmak istediğim hiçbir şeyi unutamıyorum ve kendimden kaçarken, bir tren garında yine kendime yakalanıp, kaçamıyorum. 

Geçitten geçtim. Karanlığın ayazında hüzünle yürüyorum. Ben niye buraya geldim? Çünkü aynalara bakmaktan nefret ettim, saçımı taramaktan, yüzümü yıkamaktan, tırnaklarımı kesmekten, banyo yapmaktan, dişlerimi fırçalamaktan bıktım. Yemek yemek bile istemiyorum, şu sıralar bana bu bile çok anlamsız bir meşgale olarak geliyor. O yüzden tam on kilo vermişim, basküller öyle diyor. 

Yazık etmişim kendime, başkaları içinse; tüh tüh, vah vah çekmek yerine, artık bazı biten şeylerimden bahsetmek gerekiyor belki de. Olacak iş değil. 

Bu şekilde kalmalıyım. Sabahında akşamında ağlamalıyım, belki bırakmalıyım tüm her şeyi. Trenin kaçtığının farkındayım, şimdi bir daha geri dönmek olmaz. Ya cesaret edemiyorum kaçmaya, ya da onun olmadığı bir şehir bana tamamen boş gelir diye korkuyorum. Zaten onsuz yabancıyım bu şehre, bir de başka yabancı şehire gitmeyeyim. Yalancı tarafım kandırıyor beni işte. Gece üzerime üzerime geliyor. Ben Tuzla istasyonundayım, hava öylesine soğuk ki iliklerime kadar üşüyorum. 

Bu istasyonların yollarını bile bilmezdim ben, sağ olsun O öğretti. Gerçi o da bilemezdi benim bir gece vakti kalkıp, bavulumu da elime alıp bu şehirden kaçmak için buraya geleceğimi. Bu şehirden kaçmak, deli gibi! İçimden bir ses, “Sen hani bu şehri çok severdin?” Diye soruyor. Arsız tarafım hemen cevap veriyor, “Sen bu şehirden kaçmıyorsun ki, O’ndan kaçıyorsun.”

Daha önce bir kez binmiştim trene, Tuzla’dan Gebze’ye gitmiştim. Trenin içi çok sıcaktı, insanları ise bir hayli garip! Şu an kim bilir kaçıncı uykusundadır? İçimden “Tamam bu son kez” diyerek telefonuma bakıyorum. Telefonum, benim yalnızlığımı yüzüme vuruyor sanki sus pus olmuş bu gece vakti. Ne arayan var, ne de soran! Umutsuz tarafım yüzüme vuruyor. "Sen busun işte kızım, sen busun!"

Ve sonunda eve gitmeyi planlıyorum, Tuzla’dayım. Buradan Kozyatağı’na nasıl gidilir? Buranın yabancısıyım aslında, Anadolu yakasında doğdum büyüdüm ama buranın yabancısıyım işte! 

İnsan bir kere yabancılaşır kendine, bir daha da kendine başka lisan bulamaz. Ah benim zavallı kalbim. Sen ağladıkça kaçar oldum. Ne bu şehir sana yâr oldu, ne de acılarının sahibine kavuştu. 

Sonuçta, birini ölümüne özlersin ama o artık seni değil. Sen hâlâ onun bıraktığı yerde, çocuk yüreğine hesap sorarsın. Aslında nedenini, niçinini ve sebebini de bilirsin üstelik. Neden sonra kendini tren garının tuvaletinde bir aynanın karşında bulursun. Kendine yabancılaşan yüzüne bakarken, küçük bir kalp ağrısı çekersin. Böyle ince ince, aldığın nefesini keser durur. Sızı olup, aynanın karşısında kendine bakan yaşlı gözlerine vurur. Ne kadar zordur bu acı, sen bilemezsin.

Her şey bir anda olup bitmiştir. O büyük kalbine, küçük tesellilerle söz dinletemezsin. Şöyle yavaştan göz kapaklarını aşağıya indirip, gecenin karanlığına gömülmek istersin apansız. Aniden "şık" diye bir parmak sesiyle kendine gelirsin. Süzülürken gözünden sessizce yaşlar, gönül gözünün pencereleri açılır aheste aheste. Sen birini özlersin ama o artık seni değil! Küçük bir kalp sızısı çekersin, hani şöyle; ayakların karın içindedir ve olabildiğince ıslaktır. Kesif bir ayaz vardır gecenin karanlığında. Bir bilseler, donmak üzeresindir. Birden titreme sarar bütün bedenini, bir adım dahi atamazsın. Çünkü artık yoktur yanında sıcacık çayının demi. 

Yalanlar olmasaydı, gerçekler bu kadar değerli olur muydu? Kendine o acı veren gerçeği haykırır aklın. Ve farkına varırsın artık! Sen onu özlersin ama o artık seni değil...

 

 
Toplam blog
: 28
: 2562
Kayıt tarihi
: 16.04.13
 
 

Yazar, çizer  ..