Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '08

 
Kategori
Dünya
 

Kırmızı Lekeler

Büyük gürültü geceyi yarmıştı. Evin ahalisi , ‘deprem mi oldu’ korkusuyla uyandığında, herkes sersemdi. Baba, hızla koştuğu pencerenin saydamlığında kayboldu. Pencerenin önündeki cam parçacıkları hemen önünde tuz-buzdu. Tavandaki mavi desenli avizeye baktı, sallanmıyordu. İçinden bildiği bütün duaları ardınca sıraladı. Dışarıdan gelen zehir gibi kokuya ise bir anlam veremedi. İçerisinin loşluğuna rağmen zor da olsa saatine baktı. Akrep üç, yelkovan ise, on ikinin üstündeydi. Kutucuk içindeki tarihte March yirmiyi gösteriyordu.

Hamile kadın, korku içinde, dili damağı kururcasına bütün gücünü toplayıp yatağından zorda olsa doğrulabildi. Koruma içgüdüsüyle iki elini karnına kapattı. Pencere önünde şaşkınca bekleyen kocasının yanına geldiğinde, keskin kokunun sonu yoktu. Ellerin, ağız ve burnu kapatması bile gözlerin yaşarmasını durduramıyordu.

Bir kez korku geceyi sarmıştı. Ardından gelen ikinci gürültü, bir şeylerin başlangıcını belli ediyordu. Adam eşine;

“ Sanırım beklenen oldu. Amerika ülkemize girdi. Bu gürültü de hemen ilerimizdeki El Kındı Askeri Fabrikasından geliyor.”

“ Koku da fabrikanın kimyevi maddeleri olmasın?”

“ Aman Allahım! Zehirli gazlar şehre yayılıyor, korkulan oldu sonunda!”

Irak gecelerinin dağılmışlığında ölüm adım adım yaklaşıyordu. Bağdat egzotik ve masalsı dünyası, atılan her bombayla yok oluyordu. Artık sora sora Bağdat, öylesine kolay bulunmuyordu.

Doğum sancısı kadının tüm bedenini sarmıştı. Korku, acı, ıkınma, ter ve gülümsemenin ardından, kucağına verilen bebeğinin minik ellerini “ Essew” diye sevmeye başladı. Eşine;

“ Ne dersin adını “ Essew” koyalım mı?”

Adam, düşünceler arasında “ Olsun” sözcüğünü dudağından titrekçe bıraktığında dışarıdan gelen silah ve bomba sesleri insanı deli edercesineydi. Gökyüzü maviliğini yitirmiş, insanlar umutsuz, kuşlar özgürlükleriyle birlikte kimyasal kokan şehri çoktan terk etmişti.

Loğusa dönemindeki sancılı anne, bebeğini sevdi. Henüz açılmayan şiş gözlerin derinliğini göremedi. Yüzünün pamuksu tenini içinde hissetti. Bebek, esneyen ve mama arayan ağzını annesinin memesine yapıştırdığında, süt ılık ılıktı…

Umutlar bir bir tükeniyor,

Yüzler tedirgin, yürekler ise darmadağındı.

İki yılın ardından gelen kışın dondurucu soğuğunda, yorgun memeden ansızın süt kesilivermişti. Annenin donuk bedenine bakan gözler, anlamsız ve ağlamaklıydı. Essew, ölümün henüz ne olduğunu bile keşfedemeden annesinin yerde yatan cansız bedenine baktı, baktı!

Annesinin ölümünden sonra Essew’in vücudunda var olan kırmızı lekeler, yayılmaya başladığında, babası her geçen gün kahroluyordu. Hastaneler, kurşun ve barut kokuyordu. Sivil ve asker yaralılara ne malzeme, ne de ilaç yetişiyordu. Doktorlar ise karaborsaydı.

Baba çaresiz, baba üzgün ve ne yapacağını bilenemezlik içinde perişandı. Umut diye, ülkesini sömürmeye gelen zengine yanaştı. ABD askerlerine durumu anlattı. Kendisine verilen ilaçta, oğluna derman olmadı. Askerlere yanaşmanın cezasını da direnişçilerin tehdidiyle ödedi.

Hem de vatan haini ilan edilerek.

Savaş yayılıyor, baskı gittikçe yaşamı can pazarında daraltıyordu. Cesetler lime lime havada uçuşuyor, insanda ne kol ne de yürek bırakıyordu. Baba, yıllarını verdiği topraklardan umut diye komşu bildiği Türkiye’ye göç etti. Essew şimdilerde yarasına derman olacak bir el bekliyor. Çaresizlik içinde, babasının tükenen umutlarında yine de hayata sımsıkı sarılarak.

Yaşam dalgaya gelmez. Yaşam, bazen uçurumun kıyıcığında, bazen de yemyeşil ovanın serinliğinde. Yazar ne demiş; Yaşam bizim uşağımız değildir. Yaşam, gidilmezse gelmeyecek olandır.”

Ve savaşlar devam ediyor insanlığın kalleşliğinde. Uçurumun kıyıcığında ölen altı yüz elli bini aşkın masum sivil ve askerin yanı başına, her geçen gün yeni bedenler katılıyor.

Evet, sizler, yani yeşil ovanın serinliğinde bulunanlar, koltuklarınızın ve yaşamın rahatlığında oturun! Sakın keyfinizi bozmayın! Nasıl olsa boşuna söylememişler; “ <ı>Ateş düştüğü yeri yakarmış” diye.

Barışça kalın, duyarsızca kalmayın.

Sevgilerimle…

Ertuğrul ERDOĞAN

<ı>2007- Temmuz - Bursa

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..