Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Kış ve hüzün

Kış ve hüzün
 

Kış bu sene erken bastırdı. Yağmur damlaları usul usul kaldırımları, caddeleri, evlerin damlarını dövüyor, az sonra insanı hoş eden toprak kokusu etrafa yayılmaya başlıyor. Şemsiyemi açıp yürümeye devam ediyorum. İnsanlar hızla koşturup bir yerlere sığınıyorlar, birazdan ben de bir kafenin loş ortamına kendimi atıveriyorum, içerde kesif sigara dumanı, boş bir masa ararken gözlerimin yandığını fark ediyorum. Kafenin ahşap masasına oturup gelen garsondan kendime bir çay söylüyorum.

Kışın habercisi serin rüzgârlar esip, yağmurlar yağıp, güneş yüzünü artık daha az göstermeye başladığında içimde tarifini yapamadığım ve her seferinde boğazıma düğümlenen bir yalnızlık ve hüzün hissi beliriverir. Kış, daha ben doğarken ayrılıkla eşdeğer olmuştu benim için. Babaannem, kışın yağmurlu bir sabahında ben doğduktan bir saat sonra annemin öldüğünü bana söylemiş, beş yaşındaki çocuk annesinin yokluğunu yüreğinin en derinlerinde bir yerde duyarken, anlamsız bir suçluluk hissiyle gözleri dolarak pencereden dışarıyı izlemeye koyulmuştu.

Çocukken, babaannemle yaşadığım evin penceresinin kenarına oturur, kışla beraber rengini yitirmeye başlayan doğayı izler, kuşların alelacele oradan oraya uçuşup cıvıldaşmalarını dinler, mavi gökyüzüne dolmaya başlayan gri bulutlara bakar ve artık, ayrılık vaktinin gelip çattığını anlardım.

Yaz ortalarında bizi ziyarete gelen akrabaların kalabalığı evin havasını değiştirirdi. Akşam yemeklerinde kahkahalar, şakalaşmalar birbirine karışırdı. Herkes mutluydu, ya da mutlu görünmeye çalışırdı. Sanki yaşadığımız bu küçük kasaba daha sevimli görünmeye başlardı bana. Sessiz öğleden sonrası uyumaları bile ayrı bir lezzet katardı hayatıma. Günler geçtikçe kış yaklaşırdı. Ve bu hiç aklıma gelmeden otlara uzanır, kuzenlerimle gökyüzündeki bulutları durmadan bir şeylere benzetmeye çalışırdık. Bulutlar hayal gücümüzün zenginliğiyle bir uçurtmaya, devasa bir ejderhaya, eve, otomobile dönüşürdü bir anda.

Onlar, arabalarına binip, babaannem arkalarından su döker ve hep birden bize döner el sallarlarken ben gözlerimden dökülmeye başlayan damlalara engel olamazdım ve el sallarken, çocukça bir duyguyla Allah’a, benim için ayrılıkla eşdeğer olan kışı yarattığı için sitem ederdim.

Evimizin çatısındaki bacaya yuva yapmış leylek ailesinin gökyüzünde helezonlar çizerek bana veda bile etmeden güneye kanat çırptıklarını gördüğümde gözlerim dolu dolu olur, ve içimi büsbütün kaplayan yalnızlığın verdiği sıkıntıyla yatağıma girip derin bir uykuya dalardım.

Kafeden çıkıp ıslak kaldırımda yürümeye başlıyorum, yağmurun yağmasıyla beraber caddeler onulmaz bir ıssızlığa bürünmüş; ‘kış ve ayrılık!’ Çocukken kendi içimde yarattığım ‘ben’ bile beni bu düşüncede boğulmaktan alıkoyamıyor. Artık, kışa, topaç çeviremediğim, bilyelerimi arkadaşlarıma gösteremediğim, top oynayamadığım, dondurma yiyemediğim ve bana ayrılığı anımsattığı, renksizliğiyle boğduğu için sitem ettiğim günler çok uzakta kaldı, lakin ıslak kaldırımları arşınlarken anlıyorum ki, bu kış yine bana hüsran, yine bana hüzün...
 
Toplam blog
: 5
: 983
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

1982 yılında dogdu. Tarihçi...