Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '15

 
Kategori
Etkinlikler / Festivaller
 

Konferans Kadir Akın - Paramaz

Konferans Kadir Akın - Paramaz
 

Kadir Akın. Konferans. Paramaz ve yoldaşları.


Osmanlı’da ilk ‘Sosyalizmi’ kimin getirmeğe ve yerleştirmeye çalıştığı ilk defa Ermeniler sayesinde olduğunu biliyor muydunuz?  Ve bunu da kendi hayatlarını feda ederek yapmaya çalışmışlardır. Bizler ilk defa sosyalizm fikrini Mustafa Suphi ile başladığını bilirdik. Bizlere gerçeği gösteren ise, hem kitabı ile, hemde yaptığı Paramaz konferansı sayesinde öğrendiğimiz Kadir AKIN’a teşekkür borcumuz var.

İdam sephasında ‘yaşasın sosyalizim’ sloganını atmışlar. ‘Siz sadece bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz, fakat inandığımız fikirleri asla’. ‘Yarın Ermenilik özgür ve sosyalist Ermenistanı selamlayacaktır.’ Paramaz ve 19 arkadaşı, Talat paşa’ya suikast yapmak iddiasıyla yargılanıp, idam edilmişler. Beyazıt Meydanında. Kimlerdi bunlar, işte isimleri.

Bogos BOGHOSSIAN, Yervant TOPOUZUN, Mgerdiche YERETSIAN, Hovhannes YEGHIAZARIAN, Smpad KELEJIAN, Karnig BOYAJIAN, Hagop BASMACIAN, Yeremia MANANIAN, Kegham VANIGIAN, Apraham MOURADIAN, Madteos Sarkisyan, (PARAMAZ), Aram ACHEKBASHIAN, Dr BENNE, Armenag HAMPARTSOUMIAN, Hrant YEGAVIAN, Mourad ZAKARIAN, Karekin BOGHOSSIAN, Minas KESHISHIAN, Tovmas TOMVMASSIAN, Rupen GARABEDIAN.

Sözü Kadir AKIN’a bırakıyorum :
 
’Bienvenu.Hoşgeldiniz. ‘Hoşbulduk’
 
Kadir Akın: Şimdi bu aralar bana en fazla sorulan soru, “sen bu Paramaz konusuyla neden ilgilendin”, yani Paramaz’ın neden peşine düştün, izine düştün sorusu. Buna şöyle cevap vermeliyim; bu bir tesadüf olmadı aslında. Çünkü Paramaz ismini bilen başka insanlar da vardı. Bilinmez bir şey değildi yani. Tamamen üstü örtülmüş bir konu değildi.
 
Bu ilgimin nedenlerini şöyle izah edebilirim. Soykırıma uğramış ve büyük acılar çekmiş, ve Türkiye’de yaşayan Ermeni toplumu, bir de sosyalist olduğu için Paramaz’ı anmak ya da hatırlamak, konusunda çekinik davranmıştır. Ama Türkiye Sosyalist hareketi de Enternasyonalist olmadığı ve Kemalist idolojisinin etkisinde şoven bir anlayışa sahip olduğu için, Paramaz’ı, o bir Ermeni diye görmezden gelmiş.   

 Ben Paramaz ismini yedi yıl önce ilk kez duydum, İşçi Dünyası isminde bir Politik bir gazete çıkarıyorduk. Ve o zaman 68 kuşağından bir arkadaşımız,  Paramazla ilgili bir yazı kaleme aldı o gazetede, çok kısa bir yazıydı. Beyazıt’ta Hınçak partisi üyesi yirmi kişi, Talat paşa ve İttihat Terakki önderlerine bir suikast hazırlığında iken yakalanmışlar, yargılama sonunda da 15 Haziranda idam edilmişler. Ve idam sehpasında ‘yaşasın sosyalizm’ sloganını atmışlar. “Bizim vücudumuzu yok edebilirsiniz ama fikirlerimizi asla” demişler. Yarın özgür Ermenistan bu toprakların doğusunda yaşayacaktır demişler ve gitmişler, ölmüşler yani. Bu çarpıcı bir durumdu benim için.
 
O zaman internette bir arama yaptığımda ve etrafıma sorduğumda, bununla ilgili çıkmış bir makale, yazı, bilgi var mı diye baktığımda bir tek insanın internete yüklediği bir bilgiden haberim oldu, o da Sait Çetinoğlu’nun, çok kısa aşağı yukarı bizim gazetede bastığımızın benzeri bilgisiydi. O da ya o yıllarda yada birkaç yıl önce bu bilgiyi internete yüklemişti. Paramaz’la ilgili başka hiç bir bilgi yoktu.
 
Şimdi tabi ki bu bana çarpıcı gelmişti. O dönem arkadaşlarımızda  benim kadar etkilenmişlerdi bu yeni duyduğumuz bilgiden. Yani Sosyalizm fikrini darağaçlarında, idam sehpalarında biz 1972 yılında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın savunduğunu bilirdik. Onlar bu şiarları miras bırakmışlardı idam sehpasında. Ama o zaman kuşak olarak  baktığımızda, Mahir Çayan,  İbrahim Kaypakkaya,  ve Haki Karayer’ler benzer fikirleri, geriye miras bırakarak gitmişlerdi ve onun öncesinde, bu topraklarda böyle bir tutum içerisinde olanlardan hiç kimsenin haberi yoktu yakın zamana kadar. Ve bence hala ve Türkiye’deki Sosyalist hareketin önemlice bir kesimi demin saydığım gerekçelerle, yani kökünün Enternasyonalist  olmaması ve şovenizmin etkisinde oluyor olması nedeniyle Ermeni mücadelesine bakışı farklı değildir. Onların milliyetçi oldukları ve ulusal kurtuluş savaşı Mustafa Kemal önderliğinde sürdürülürken, onların vatan topraklarını ele geçirmek için gelen emperyalistlerle işbirliği yaptığı üzerine bir fikri ve algısı vardır.
 
Bu argüman hâlâ ‘Ermeni Soykırımının 100. Yılı’ nedeniyle aktüel hale gelen bu konuyla ilgili Türkiye’deki tartışmalarda kullanılır olmaya devam etmektedir. Solun bir kısmı bu yalanı, bu gerçek olmayan durumu incelemeden araştırmadan doğru kabul etmeye devam etmektedir.
Sosyalist hareketinin Ermeni meselesine ilişkin bilgisi çok sınırlıdır. Kürt meselesinde daha ileri bir noktaya gelmiş, Kürt özgürlük mücadelesinin tutumunu ve taleplerini anlayan sol hareketlerin bile Ermeni meselesine bakışı ne yazık ilkel bir milliyetçilik içerisindedir.

Hınçak Sosyal Demokrat Partisi kuruluş süreci, savunduğu fikirler, Paramaz’ın 1897’de Van’da yakalanıp mahkemede ki savunması, İttihat Terakkiyle kurduğu ilişkiler, Taşnaksutyunla arasındaki ilişkiler. Daha sonra 1913 yılında Romanya Köstence kongre kararları, 1909’da Meşrutiyetten sonra Osmanlı Hükümetine programını tescilleyerek yasal bir parti olarak kurduğu ve kullandığı programda ki ayrıntıları ve daha birçok konuyu öğrendiğimde  şuna karar verdim. Bu durum; solun Türkiye’de bilmediği, tamamen yabancısı olduğu bir konuydu ve Sosyalist hareketin kendi durumuyla yüzleşmesine vesile olabilirdi. Dolayısıyla çalışmaya ve araştırmalara başladım.
 
Çünkü kamuoyunu bilgilendiren, aydınlatan kanaat önderleri, aydınlar, demokratlar, Sosyalistler, bu konuda bir zihin açıklığına ulaşamazlarken sıradan vatandaşların yıllardır, kendilerine anlatılan yalanla şekillenmiş zihinleriyle Ermeni meselesini kavrayabilmeleri olanaklı değildir.

Türkiye’de problem Sosyalist harekette, aydınlarda ve demokratlarda ve Sosyalist hareketin tarihini anlatanlardadır. Bunlar değişmeden toplumun, halkın değişebilmesi olanaklı değildir. Bu yüzden bu çalışmayı önemsedim. Kuşkusuz benim sahip olduğum sosyalizm anlayışı böyle bir çalışmaya başlayıp hızla bir sonuca ulaştırma konusunda da bana yardımcı oldu.

Geldiğim gelenek çok eski tarihlerde yani 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Kürtlerin yaşadığı bölgeyi Kürdistan olarak tanımlıyor ve orayı, Türkiye’nin bir sömürgesi olarak görüyordu. Bu ezilen bir ulusu anlamak bakımından ve Kürt sorununda o tarihlerde pek de kabul görmeyen bir analiz ya da tanımdır. Dolayısıyla daha çok genç yaşlarımda enternasyonalist bir perspektife sahip olduğumu ve Kürt meselesi konusunda bir zihin açıklığı içinde olduğumu söyleyebilirim.
 
12 Eylül sonrası askeri diktatörlük dönemindeki siyasi gericilik ve yaratılan baskı ortamından dolayı Türkiye’den birçok insan yurtdışına çıktı. Birçok insanda Filistin’e, Filistin halk kurtuluş cephesinin kamlarına gitti, benim o dönemde ki örgütümün de Filistin Kurtuluş Örgütü sınırları içerisinde bir kampı vardı. ‘1982 yılından bahsediyorum.’ Bizim arkadaşlarımızın kaldığı kampın hemen yanında Asala’nın kampı varmış. (Marksist Filistinyen) Bizim kampta ki arkadaşlarımız enteresan bir olaya tanık oldular o tarihlerde. Çünkü Asala içerisinde bir problem vardı. Agop Agopyan’la, Monte Melkonyan arasında ve o kendi aralarında ki gerilim bizim kampa yansıyor ve bizim arkadaşlarımızla aralarında neredeyse bir silahlı bir çatışma çıkacakken, araya Filistinlilerin girmesiyle iş tatlıya bağlanıyor.
 
O tarihlerde bizim merkez komitesi üyemiz olan ve Beyrut’ta kalan Mahir Sayın, bu problemin çözülebilmesi için Asala’nın o dönem ki önderlerinden Abu Sindi’yle bir dizi görüşmede yapıyor. Abu Sindi, Monte Melkonyan’dan başkası değildi kuşkusuz ama birbirlerini tanımıyorlardı. Ve o tarihte Beyrut’ta çok sık Ermeni meselesi üzerine görüşmüşlerdi. Ve bu daha sonra ki yıllarda bize anlatıldı.  
Monte Melkonyan’ın abisinin kaleme aldığı Amerika’da basılmış bir kitap vardır. O kitabın bir sayfası bu kamptaki gerilimi anlatan bir sayfadır, ama sayfanın numarasını şimdi bilmiyorum. (Kitabın ismini de hatırlamıyorum ama şimdi, birazdan bulurum.) Kitabın adı: My Brother’s Road An American’s Fateful Journey To Armenia By Markar Melkonian. Sayfa 117.

Biz bir buçuk yıl önce, Türkiye’de benim de  kurucusu olduğum şu anda parti meclisi üyesi olarak görev yaptığım, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisini, “Yenilmiş ve yıkılan Sosyalizmlerden dersler çıkartarak ve teoriyi kirlerinden arındırmak” temeli üzerinde kurduk. Olan bitenden sonra hiç bir şey olmamış gibi devam edilemezdi. Dolayısıyla yıkılan sosyalizmlerin başına gelenin, bir yol kazasından öte daha derin anlamları vardı.  Sosyalist hareketin yeniden kurulması gerektiğini, yeniden bir kuruluş gerçekleşmesini gerektiğini düşündük. Ve biz Marx, Lenin, Engels’i, bir su kaynağı gibi, bir pınarın başlangıcı gibi ele aldık. Başlangıca döndük ve daha sonra ki yaşanan süreci problemli olarak gördük.
 
Yani biz, Paris Komünü ve 1917 Ekim devriminden sonra ki süreci, problemli ve kirli bir süreç olduğunu düşünüyoruz. Ve o tarihlerden sonra uygulanan Sosyalizmin, yanlış bir Sosyalizm olduğunu ve temellerinden saptığını düşünüyoruz. Bunu şunun için anlattım; Çünkü Sosyalist hareketi yeniden kurmak gerekirken onun tarihini de yeniden yazmak gerekiyor. İşte Paramaz burada önemli. Çünkü kopan zincirin halkalarını birleştirirken aradaki problemli süreci görmek ve 100 yıl sonra bu kopan halkayı birleştirmek önemli. Türkiye’de ki sosyalist hareketin Enternasyonalist temelde kurulmadığını söylemek zaten bu zincirin halkasının da koptuğunu söylemek anlamına geliyor. Türkiyeli Sosyalistler 1921’de Sovyet Rusya’da kuruluşu gerçekleştirilmiş, Türkiye Komünist  Partisi,  Batum’dan giriş yapmış fakat Ankara’ya ulaşamadan Trabzon’da o dönemin milliyetçileri ve şovenleri tarafından Karadeniz de katledilmişlerdir. Öncesine dair TKP’nin de aktardığı bir şey yoktur.
 
Şimdi bu çalışma sonrasında Türkiye’de bu kitap ilgi gördü, epey bir gazetede sosyal medyada ve sınırlı kimi televizyonlarda aktüel hale geldi ve daha da gelecek gibi görünüyor.  Bunun böyle oluyor olmasında ki temel faktör şu, şimdi Türkiye’deki Sosyalistler bilmedikleri, hiç haberdar olmadıkları bir tarihle ve konuyla yüzleştiler ve bu yüzleşmeyi anlamaya çalışıyorlar. Ve bu, çok pozitif bir şey aslında.
 
Türkiye’de Ermeni Soykırımı, son 10-15 yılda çok değerli çalışmalarla kamuoyuna anlatıldı. Birçok araştırmacı yazar var. Ve bunların söyledikleri de bir şey var. O da Ermeni Soykırımı bir milyona yakın Ermeni’nin katledilmesi, kök saldıkları topraklardan sökülüp atılmasının ötesinde entelektüel ve kültürel mirasın da yok edilmesidir dediler. Bu doğruydu. Şimdi bunun yanına yeni bir şey ekliyoruz. Ermeni Soykırımı sadece entelektüel ve kültürel mirasın, tiyatroda, resimde, sanatta, mimaride gastronomide, değişik kültürel konularda ki birikimin yok edilmesinin ötesinde sosyalist hareketinin tarihinin kökünün de de zarar görmesi, tecrübesiz, deneysiz ve hafızasız bırakılmasıdır.

Türkiye’de ki sosyalistlerde özür dilemelidirler.  Çünkü bu topraklarda 1890’lı yıllardan başlayarak gelişen entelektüel hayatın İstanbul ve giderek Anadolu da Ermenilerin yaşadığı topraklarda örgütlü olan, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve kısmen Taşnaksutyun bir Sosyalizm mücadelesi verdi. Ve sadece kimlik mücadelesiyle yetinmediler. Sosyal ve kimi hak taleplerinin yanı sıra, örgütlenme, fikir, basın özgürlüğü mücadelesi de verdiler. Ve denilebilir ki Sasun’da, Zeytun’da, İstanbul’da Taşnaksutyunların Osmanlı Bankası baskınında, bunlar bu toprakların ilk gerillalarıydı.
 
1895’de Van’da gerçekleşen Ermeni katliamı sonrasında ki, Van Ermeniler için benden daha iyi biliyorsunuz, çok kutsal sayılan bir merkez ve bütün Ermeni Partileri orda örgütlü sadece Hınçaklar değil, Taşnaksutyunda örgütlü, Ramgavalar da örgütlü. Ve hatta daha yerel örgütlere sahip.
1895 katliamından sonra, orada ki partilerin örgütlüklerinin gördüğü zararı telafi edebilmek için, örneğin Hınçaklar, içinde Paramaz’ında olduğu bir fedai grubunu İran sınırından Van’a gönderiyorlar ve bir takip sonucu yakalanıyor. Paramaz ve arkadaşları Van’da yargılanıyorlar. Paramaz’ın Van savunmasını (1897) önemli ölçüde ben kitaba koydum. 117 yıl önce Paramaz’ın Van Mahkemesinde yaptığı savunma bugün Türkiye’deki talepler bakımından hâlâ güncelliğini koruyor.
 
Paramaz’ın Van’daki yaptığı savunma, daha yakın zamanlarda Türkiye’de yargılanan  birçok Sosyalistin yaptığı savunmaya o kadar çok benziyor ki. Paramaz o uzun savunmayı yaparken Van’daki mahkeme heyeti savunmayı dinlemek istemiyor. İkide bir mahkemeyi ya tatil etmek ya da ara verip gitmek istiyor. Fakat o tarihlerde ki, kimi Ermenilerin yargılandığı davaları  konsolosluklarda izliyor. Yani Rus, Alman, İngiliz konsoloslukları da izliyor. Ve o mahkemelerde yapılan savunmaların hemen herkes tarafından izlenebilmesi çok mühim tabi. Paramaz’ın Van mahkemesinde madde madde sıraladığı sadece etnik taleplerin ötesinde, vergilendirme konusunda, örgütlenme özgürlüğü konusunda, din ve vicdan hürriyeti konusunda, can güvenliği konusunda ve gördükleri zulüm konusunda madde madde anlattıkları dışında daha temel bir konu var. Paramaz mahkemede şunu söylüyor; biz milliyetçi değiliz, üstelik siz bizden sonra geldiniz, bu topraklara, ve şimdi bize, hepimize Türk olmayı dayıyorsunuz. Bizi bir Türklük potasının içine koymaya çalışıyorsunuz. Bunu yapmayın. Biz bu topraklarda, Kürd, Türk, Çerkez, Kıpti, Arap birlikte yaşayabiliriz. Biz buna açığız. Bir Anadolu Federasyonu öneriyor Paramaz
 
Daha sonra ki yıllarda 1908’ den Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte, ve İttihat Terakkinin, bir Osmanlı Hükümeti olarak, kendisini artık iktidar olarak ilan etmesinden sonra Hınçakların çok daha temkinli olduğunu da okuduklarımdan gördüm.
 
Ben, Sosyalist bir programa sahip oldukları için, hem Hınçak hem de Taşnaktsutyun partisinin Osmanlı da ki örgütlenmesini inceledim. İkisi de ikinci enternasyonal üyesi partiler. Fakat Taşnaktsutyun’un programının sosyalist olmasına rağmen, aktüel konularda, gündelik politikalarda yer yer milliyetçi tutumlar sergilediğini ve İttihat Terakkiyle  geliştirdiği ilişkiler bakımından da zikzaklı bir politik hattı olduğunu da gördüm. (1915’e kadar olandan söz ediyorum, sonrasından değil.) Sonra başka problemler var. Taşnaklarla ilgili. Hınçakların bir tutarlılığı benim gördüğüm şu, 1902 ve 1907 Paris Jön Türk kongrelerine de katılmıyorlar. Ve 1908 Meşrutiyetin ilanından sonra Türkiye’ye gelip gelmek konusunda da bir ikirciklik yaşıyorlar. Çünkü İttihat Terakkiye hiç güvenmiyorlar. 1907 yılında teorik önderlerinden Sabah Gülyan’ın ittihat’a ilişkin uyarıcı analizleri var.
 
Taşnaktsutyun daha yaygın ve İttihatle sağlam ilişkilere sahip. Bu durum tabi bazı imkanlar da sağlıyor taşnaklara, daha fazla milletvekili, bürokraside daha fazla insan, devlette daha fazla memuriyet. Ve İttihat Terakki bunu çok ustaca Ermenileri bölmek için de çok iyi kullanıyor. Çünkü Taşnaksutyun üzerinden bütün Ermenilere hitap etmeyi tercih ediyor. Ve Hınçaklarla da arasını tamamen bozuyor. 1909 yılında Hınçaklar Sosyal Demokrat adını da aldıkları kongreyi İstanbul’da yapıyorlar. Ve bu kongrede yasal olarak kendilerini kuruyorlar, fakat Sabah Gülyan ve Paramaz’ın bir itiraz kaydı var. Bu İttihat Terakkiye güvenilmez. İllegaliteyi tamamen elden bırakmayalım diyorlar. Fakat bu konferansa tabi ki Ermenilerin değişik, coğrafyalarda yaşayan delegeleri geliyor, Romanya’dan, Balkanlar’dan, Amerika’dan, Avrupa’dan, Kafkasya’dan, Mısır’dan ve Suriye’den. Fakat Osmanlı üyeleri hiç bir biçimde illegalite kalsın istemiyorlar. Tümüyle yasallaşalım istiyorlar. Çünkü Hampartsum Boyacıyan, yani büyük Murat Osmanlı Hınçak örgütlenmesinde çok sevilen bir insan. Çünkü kendisi Sasunlu ve İstanbul’da tıp öğrenimi görmüş, İsviçre  Cenevre’ye gidip ihtisas yapmış, fakat 1890’lı yıllarda Gedikpaşa mitinginde, 1895 yılında ki Sasun ayaklanmasında orada mücadelenin önünde olan bir insan. Ve bu kongrede çıkan gerilim belki partiyi bölebilecek o yüzden Sabah Gülyan ve Paramaz peki diyorlar. Tamamen legal kuruyorlar yani. Legalleşiyorlar.
 
Tabi ben bu siyasal dönemi sadece Hınçaklar ve Taşnaklar bakımından değil İttihat Terakki’nin gelişimi ve şekillenmesi 31 Mart gerici ayaklanması, hareket ordusunun İstanbul’a gelişi ve Almanya ilşkiler bakımından ve Balkan savaşı ile ilişkili olarak kitapta anlattım. Bunları tekrarlamayacağım. Hızla 1913 geçiyorum çünkü Hınçakların yedinci kongresi Romanya Köstence de Balkan savaşının tam ortasında toplanır. Ve bir parti içerisinde gerilim vardır. Ama 1909’dan beri Sabah Gülyan ve Paramaz’ın İttihat Terakkiye güvenilmemesi konusunda ki bütün söyledikleri de gerçek olmuştur. Burada bir parantez açmalıyım. Aslında Paramaz için partinin hem pratik hem de teorik önderi diyemeyiz. Partinin daha çok aklı ve teorik önderi Sabah Gülyan’dır. Ve İttihat Terakkiyle mesafeli durulması gerektiği fikirleri ona aittir. Ve bunu da 1908 Meşrutiyetten çok daha önce bir kitap halinde yayınlamıştır. Paramaz gözü karadır, ataktır ve Van savunmasıyla ve orada aldığı idam cezasıyla ama Rus vatandaşı olduğu için Rusya’ya iade edilmiştir. Ve 1905’de Çar’ın Ermenilere zulüm eden Kafkasya valisi prens Kolisin’e suikast yapılmasını örgütlemiştir. Burada bir şeye dikkat çekmek isterim. Prens Kolitsin, hemen suikaste kurban gitmemiştir. Çünkü o Ermeni okullarının kapatılması, Ermeni okullarının sahip oldukları kendi binalarının devletleştirilmesi talebini hayata geçirmeye çalışırken Paramaz öncülüğünde ki Hınçaklar uzun bir dönem imza kampanyası, propaganda, mitingler, yaparak bir kamuoyu oluşturmuşlar ve suikast ondan sonra gerçekleşmiştir. O tabi o dönemin siyasal koşullarında suikast bir siyaset aracı olarak çok sık kullanılan bir yöntem. Taşnaklar da Abdülhamit’e karşı başarılı olamayan bir suikast girişiminde bulunuyorlar. Ya da Osmanlı Bankası baskını biliyorsunuz Ermenilerin taleplerini Avrupa kamuoyuna yada dünya kamuoyuna duyurmak için, yapılmış bir yine bir baskın. Ama mesela Hınçakların Babi-Ali yürüyüşü dedik, ben okuduğum ve gördüğüm kadarıyla İstanbul’da yoksul Ermeniler arasında örgütlenmiş İstanbul’a para kazanmak için gelmiş Taşralı Ermenilerin ve daha çok hizmet sektöründe çalışan Ermenileri Hınçak partisi örgütlemiş ve aynı zamanda grevlerle ve bir Mayıslarla da uğraşıyor. İstanbul’un Osmanlı tarafından fetih edilmesinden sonra gerçekleşen müslüman olmayan halkın yaptığı ilk gösteridir. Babi-Ali gösterisine 4 bin civarında Ermeni katılıyor ki bu o tarihlerde oldukça yüksek bir rakamdır..

Abdülhamit döneminde Ermenilere yapılanlar, İttihat Terakki döneminde yapılanlara çok benziyor. Osmanlı hükümetinin söyledikleri şu; Avrupa devletleri, (büyük güçler diye geçiyor) Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya, Avusturya, İtalya. Osmanlı da sınırları içinde yaşayan Ermenilerin hak taleplerini sürekli gündeme getiriyorlar. Ve hem Abdülhamit’te, sonra giderek İttihat Terakki’de, aslında Ermenilerin haklı taleplerini yerine getirmek yerine onları ortadan kaldırarak, bu meseleden de kurtulmak gibi bir akıl geliştiriyorlar.
 
1913 kongresine tekrar geri dönersek, (konuşmanın sonunu da getirmek istiyorum, soru cevap kısmına da zaman kalsın) Romanya Köstence de gerçekleşen bu kongre illegal koşullarda gerçekleşmiş, ve delegasyon bakımından da çok güçlü olmamıştır. Çünkü aynı zamanda da hâlâ legal olarak kalmayı savunan parti içerisinde bir fikir vardır. Hampartzum Boyacıyan bu fikrin en önemli savunucusudur. Ama parti artık önemli ölçüde bir Ermeni katliamının kapıda olduğunu görmekte, dolayısıyla da hızla illegaliteye geçip bir silahlı mücadele sürdürmek konusunda bu kongreden karar almak niyetindedir. Ve kongre bu kararı çıkartır.  Paramaz kongreye katılamaz ama gıyabında merkez komite üyesi seçilir. Ve silahlı mücadelenin örgütlenmesi konusunda merkez komiteden seçilen dört kişilik koordinasyonun içinde de görev verilir kendisine. Yapmak istedikleri şey, Ermenileri imha etmeye karar vermiş İttihat Terakki önderlerine suikast yapmaktır. Bu konuşulmuştur gerçekten kongrede. Bununla ilgili olarakta1914 Mayısında, Paramaz önce Mısır’a gider. Sabah Gülyan’la görüşür. Romanya Köstence’ye tekrar gider. Paris’e gider ve Türkiye’ye Galata rıhtımından bir gemiyle bir giriş yapar. 
 
Fakat kongre kararları ve bir silahlı mücadelenin başlatılmasına dair aldıkları bütün kararlar, Osmanlı emniyetinin elindedir zaten. Çünkü Mısır delegesi Arşavir Sahakyan hem Almanların, hem de Osmanlı emniyetinin sağlam elemanıdır. Daha doğrusu polistir. Kimi yerde Arthur Yasyan, kimi yerde  Z.Cavit isimlerini kullanır. 1013 sonlarında İttihat Terakkinin satın aldığı Tanin gazetesinde ise Mehmet Mithat ismiyle de yazılar yazar. Ve operasyon Ağustos ayında başlar. 176 Hınçak üyesi, aslında yasal bir partidir, henüz kapatılmamıştır, operasyon başladığında, ama tam bir geçiş sürecidir.

Balkan savaşı bütün sonuçlarıyla birlikte Osmanlının üzerindedir. Hareket ordusu komutanı olarak 31 Mart ayaklanmasını bastıran, Hüseyin Hilmi paşa 1913 yılında Beyazıt’ta suikaste uğramıştır. Ve İttihat Terakki suikast sonrasında bütün muhaliflerini ortadan kaldırmaya başlamıştır ve artık Anadolu’nun bir Türk yurdu haline getirilmesi, Hıristiyanlardan arındırılması projesi de kapıda belirmeye başlamıştır. Hınçakların parti programını askeri arşivlerden buldum, Beyrut seyahatimde de doktor Yegig Cerecyan’ da da zaten o arşiv belgeleri vardır, ondan da bir teyit aldım. Hınçak Sosyal Demokrat Partisi nin programını ben okuduğumda üstelik devlete verilmiş, yani sayı numarasıyla alınmış ve kendisini yasal olarak kurup, Osmanlı meclisi mebusan seçimlerine katılmış bir partiden söz ediyoruz. Ben şaşkınlık geçirdim, şundan, ben Hakların Demokratik Partisi Kurucusuyum ve partiyi kurarken bir program komisyonu kurduk o programın komisyonunda üyesiyim. Halkların Demokratik Partisini tanıdığınızı zannediyorum. Seçimlere katılacağız şimdi. Nerede ise o programın bir benzeri, 100 yıl önce yazılmış zaten! 
 
Yani o programın tamamını kitabın sonuna belgeler bölümüne aldım. Tamam  ikinci Enternasyonal üyesi olduğunu biliyoruz. Hınçakların, Taşnakların da öyle olduğunu biliyoruz. Fakat sadece Ermenileri örgütler falan diye bir ibare yok. Osmanlı’da örgütleniyor Hınçak Sosyal Demokrat Partisi. Ayrıca Paramaz’ın İstanbul savunmasında “ben sosyalizm fikrini Diyarbakır’da da,  Kocaeli’nde de, gittiğim her yerde Türkler, Kürtler, Çerkezler ve Lazlar arasında yaydım ifadesi var.

1914 Ağustosunun ortalarına doğru operasyon başlar. Bir kısım Hınçak üyeleri bir takım rüşvetlerle salıverilir. Ama bu arada Romanya Köstence de yapılmış kongre nedeniyle parti içerisinde ki zıtlıkta devam etmektedir. Yani Osmanlı, Hınçaklarının bir kısmı, illegalite kararına ve silahlı mücadelenin başlaması kararına itiraz etmektedirler. Bu mahkeme aşamasında bir gerilim oluşturuyor elbette. Ben mahkeme tutanaklarını incelediğimde bunu gördüm, ama onu şöyle aşmaya çalışmışlar. Romanya Köstence kararlarını yok sayıp yasal olarak kendisini kurmuş ve Osmanlı da faaliyet sürdüren bir partinin üyeleri olarak hep birlikte ifade vermeye çalışmışlar. Şimdi tabi ki hızla geçiyorum çok ayrıntı var. Fakat kitabı da size buradan anlatmak istemiyorum sonra alıp okumazsınız. (gülüşmeler) Ama tabi onun Ermenice, Fransızcaya, İngilizceyede çevrilmesi lazım, zannediyorum o tür taleplerde var, o da olacak. Bir şey daha söylemeliyim. Neden milliyetçi değillerdi Hınçaklar, çok somut örneği vardır bunun, Paramaz ile birlikte idam edilen Vanik gençlik örgütü üyesi lideridir. Gaytz diye bir derginin de editörüdür. Kıvılcımdır Türkçe adı, Kıvılcım olması çok normal çünkü Rusya’da da Lenin Iskrayı çıkarıyordu, onun adı da Kıvılcımdı zaten. Aralarında bir polemik olmuştur. Paramaz üstelik bunu da açıktan dergi sayfalarında yapmışlardır.
 
Polemik konusu şu, Paramaz diyor ki; neden Türk ve Müslüman kökenli sosyalistlerle birlikte örgütlenmiyorsunuz? Yani onlarla birlikte faaliyet yapalım diyor. Zaten kimi grevlerde, direnişlerde, bir Mayıslarda, az sayıda Türk ve Müslüman solcuda var. Ama az. Bunun üzerine Vanik Paramaz’a yanıt veriyor. Diyor ki; denemez miyiz denedik. Osmanlı Sosyalist Fıkrası lideri Hüseyin Hilmi, (iştirakçı Hilmi diye bilinir İştirak diye bir dergi çıkardığı için) Onunla biz temasa geçtik aslında, fakat o Marx’ın bir yazısını okumuş geçenlerde çok etkilenmiş, çok değerli bulmuş Marx’ı. Ve bizden Marx’ın adresini istedi, ona mektup yazmak için.  Marx öleli otuz yıl olmuş ama bunu bilmiyor.

Şimdi davaya geri gelirsek. Tabi yakalandıklarında bir idam cezası çıkacağı ve idam edilecekleri pek beklenmiyor 1914 yılı itibariyle aslında. Ceza evinden yakında tahliye oluruz düşüncesi var, zaten bir kısmı verilen  rüşvetler sayesinde bırakılırlar. Ortada somut bir girişim yok. Yani teorik olarak Talat paşaya suikast yapalım diye konuşulmuş, bir organizasyon var kuşkusuz ama bir eylem yok yani. Fakat Paramaz tersini düşünüyor. Ve özellikle de, Çanakkale savaşının başlamasıyla birlikte, kendilerinin idam edileceğini net bir biçimde fark ediyor.

1914’de Ermeni refomlarının gerçekleştirilmesine ilişkin, İttihat Terakkinin Avrupa Devletleriyle yaptığı bir antlaşma daha var. Ama bu antlaşmanın, aslında hiç bir karşılığının olmadığını herkes biliyor.

Çanakkale Savaşı, Türkiye’de kabul görmüş, ya da kimi sosyalistlerin, Türkiye’deki  Sosyalistlerin kavradığı biçimde bir anti-emperyalist nitelikte bir savaş değildir. Çünkü Alman emperyalizminin Osmanlı üzerinde etkisi vardır. Daha çok İngiliz himayesinde uzun yıllar durumu idare etmiş Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz himayesi yerine, Alman himayesini tercih etmeye başlamıştır. Osmanlı Ordusunun reorganizasyonu ve silahlandırılması, Bağdat demir yolu hattı, sanayinin Almanya’ya bağlanması gibi bir çok faktörle bitlikte Alman emperyalizmin yanında saf tutmuştur.

Çanakkale savaşı iki emperyalist kampın savaşıdır. Sanayisi gelişmiş ve büyümüş Almanya’nın yeni sömürgelere ve yeni ham madde kaynaklarına ihtiyacı vardır. Denizler üzerinde etki  İngiltere’dedir. Almanya kuzey denizinde kurduğu tersanelerde donanma inşasına başlar. Ama Almanya artık yeni sömürgeler ve yeni pazarlar almak istemektedir. Karşısında ise İngiltere vardır. Ve çatışma kaçınılmazdır. Çanakkale Savaşı bu kaçınılmaz çatışmanın başlangıcıdır. Osmanlı İmparatorluğu İngiliz emperyalizmine karşı, Alman emperyalizminin yanında savaşmıştır. Bu Ulusal Kurtuluş savaşı falan değildir, bu büyük bir yalandır.

Çanakkale savaşının başlama nedeni de şudur. İki Alman gemisi İngilizler tarafından takip edilmektedir. Çanakkale Boğazından içeriye girmiştir, Marmara’ya. Osmanlı bayrağını takmış, sonra da Osmanlı Hükümetinin ve başbakanın haberi olmadan Karadeniz’e çıkarak Rus limanlarını ve o limanlarda bulunan Rus donanmasını bombalamış yüzlerce sivilin ve Rus askerin ölümüne sebep olmuştur. Anti-Emperyalizm ve ulusal Kurtuluş savaşının başlangıcı diye anlatılan Çanakkale savaşının komutanı Liman Von Sanders’tir ve Alman Generalidir. Mustafa Kemal, 19 tane cephe komutanından bir tanesidir. O tarihte Osmanlı ordusunun Kurmay kadrosunun tamamı Almandır. Savaşın 1918’e kadar, yani mütarekeye kadar geçen dönemi boyunca Osmanlı ordusunda ki Alman asker gücü 25.000 bine çıkmıştır. 25.000 bin Alman askeri, bunların büyük bir bölümü tabi ki subay kadrosudur.

Aslında İttihat Terakki kadroları iki travma geçirmiştir. Birincisi Balkan savaşıdır. Osmanlı Ordusu Rusya’ya yenilebilir. İngiltere’ ye yenilebilir. Bunlar olmuştur da zaten, ama onlar büyük devletlerdir. Ama daha düne kadar tebaası olarak gördüğü, sömürgesi olarak gördüğü, Bulgarların, Edirne’yi alıp İstanbul’un en yakını olan Çatalca’ya kadar gelmelerini, bir türlü hazmedememişlerdir. Ve büyük bir travma geçirmişlerdir. İkincisi de Çanakkale savaşıdır. Çünkü Çanakkale savaşının kaybedilmesi, İstanbul’un düşmesi onlar için Anadolu’nun artık mutlaka savunması gereken ve bu savunmayı yaparken de, Hıristiyanlardan tamamen arındırarak bir ‘Türk Yurdu’ haline gelme fikrine artık yol vermişlerdir. Aslında bu fikir 1911 İttihat Terakki’nin Selanik Kongresinde gündeme alınmıştır. Ayrıntıya girmek istemiyorum, yani bir Alman etkisine özellikle de İttihat Terakki’yi  oluşturan subay kadrosunun harp okulunun da çok etkinlendikleri Alman eğitimcisi subay Goltz paşanın fikirleri yıllarca onların zihinlerinde yer tutmuştur. Çünkü Goltz paşa onlara bu Kuzey Afrika’dan, Avrupa ve Balkanlardaki toprakları tutmak yerine,  Anadolu’yu savunmak gerektiğini ve burayı Türkleştirmek gerektiğini ve bir kimlik edinmek gerektiğini aslında Türklerin savaşkan ve asker millet olduğunu anlatır. Her Türk asker doğar lafını, çok sever bizim ordu, dağa, taşa, kışlalara yazar. Aslında bu laf Goltz paşanın lafıdır.
 
Çanakkale savaşı 1915’in hemen başlarında başlar, en büyük saldırı ve en büyük çarpışmalar aslında Mart ayıdır, 18 Mart bir tarih, bir simge olarak bilinir, siz bakmayın bu sene 24 Nisan tarihinde yapılacak kutlamalara. Bu tabii Ermeni Soykırımının, 100. Yılı vesilesiyle Uuuslararası baskılar önünde bir barikat olarak tutabilmek için, bir algı operasyonuydu.
 
Paramaz’ların mahkemesi Mayıs’ın 10’nda başlıyor ve  27 Mayıs’ta sona eriyor. Daha doğrusu 27 Mayıs’ta mahkeme kararını açıklıyor. O mahkeme savunmalarını da, ben kitapta yer verdim. Mahkeme başkan yardımcısı Çerkez Hurşit’le Paramaz’ın polemikleri var .Genel Kurmay Askeri arşivinden aldım. Bir kısmı deşifre edilmiş, ama yine de bir fikir vermesi bakımından yeterliydi. Aslında Paramaz’ın tutumu şu, daha mahkemenin ilk başlarında ve sorguda diyor ki,  “sizin derdiniz benle, buraya bir sürü insan getirmişsiniz, bırakın gitsin bunlar, beni asacaksanız asın yani, bundan korkum yok ki” diyor. 27 Mayıs’ta karar açıklanır. 22 idam kararı vardır. İki kişiye gıyabında ceza verilir. Bir tanesi Sabah Gülyan’dır. Osmanlı toprakların dışındadır. Mısır’dadır. Diğeri ise varastad adıyla bilinen ve aslında silahlı mücadelenin koordinesini üstlenen o dört kişiden birisidir. O bu operasyondan  kurtulur. Ben kitaba yazmadım bunu ama, Kafkasya’ya geçtiğini ve 1919 da tekrar, ya da 1918’de istanbul’a geri geldiğini biliyorum. Papaz Bogosyan idamlarının tanığıdır. 1921’de İstanbul’da hem Kalustyan’ın tanıklığını anlatan, hem de 20 Ermeni devrimci ile ilgili değerlendirmelerin olduğu bir basılmış kitap var. Ordan çevirilerle o idam sürecine tanıklığını olduğu gibi kitaba aldım. O kitap şimdi Haziran ayında Evrensel Yayınları tarafından Aris Nalcı’nın çevirisiyle basılıyormuş, bu da iyi bir şey gerçekten.

Kitabın sonunda bir 50, 60 sayfa kadar Soykırıma da değindim. Soykırımın nasıl başladığını, Teşkilatı Mahsusa’nın kurulmasını, İstanbul’da 1918 den sonra ‘Ermeni Soykırımı’na, karışmış ve yargılanmaların yapıldığı, ‘Divan-i Harbi Orfi’ mahkeme tutanaklarını, daha önce yayınlanmış kitaplardan, en çarpıcı bölümlerini alarak Soykırım kısmına da değindim. Onu size anlatmayacağım. Onu çok iyi biliyorsunuz zaten.
 
Sözlerimi bitirmeden önce, bir kaç noktaya değinip sözü sonlandırmak istiyorum. Ben sözlerime başlarken, Paramaz ile birlikte, Osmanlı da, ya da daha sonra Türkiye adını alan o coğrafyada kopan zincirin halkalarını Paramaz vasıtasıyla şimdi birleştirebileceğimizi söylemiştim. Geçtiğimiz aylarda Kobani de Miştanur tepesinde Paramaz ismini alan, Suphi Nejat Paramaz Kızılbaş ismini alan, Suphi Nejat Daiş çetelerine karşı savaşırken yaşamını yitirdi. Bu Türkiye sosyalistleri için, önemli bir şeydir. O Enternasyonalist bir görev gerçekleştirdi. Kendisini de şahsen tanıyordum. Anısı önünde de saygıyla eğiliyorum. Yüz yıl önce, Beyazıt Maydanında, ‘Yaşasın Sosyalizim’ diyen ve Enternasyonalist Paramaz’la, şimdi Kobene de Kürtlerle kurduğu Enternasyonalist ilişkide yaşamını yitiren, Nejat arasında ki o zinciri tamamladığımızda ‘Türkiye Sosyalist Hareketi’ de bir yükten, bir ayıptan kurtulacaktır.
 
Şimdi artık Türkiye’de sol ve sosyalist çevreler Paramaz ismini biliyorlar. Paramaz kimdi, neydi, ne yapmıştı, ne savunmuştu, okuyanlar onu benim kitabımdan da öğrenebilecekler. Çünkü ben bu çalışmaya başladığımda, bir sinir ucuna dokunacağımı anlamıştım. Yani kimsenin bilmediği, duymadığı, bir tarihle karşı karşıya kalmıştım. Nacizane bu tarihsel sürece bir ışık tuttum. Bir kapı araladım. Şimdi o kapıyı hep birlikte sonuna kadar açmak gerekiyor.
 
Vedat Türkali’yi aranızda kim bilir, kim tanır bilmiyorum. Vedat Türkali 4-5 ay önce bir roman yayınladı. Kendisi 97 yaşında ve Türkiye’nin yaşayan en yaşlı komünisti. Ben bu belgelere ulaştığımda önce ona gittim. Sevim Belli’ye, Mihri Belli abinin eşi. İkisi de habersizdi. Fakat daha sonra ben, belgeleri Vedat abiye ulaştırdığımda, Hınçakların programını, Paramaz’ın mahkeme savunmasını, idam sehpasında ki geriye bıraktığı mirası. Vedat Türkali en son romanında, ‘Ermeni Soykırımı’ ve Kürt sorununu birbirinin içine geçiren bir roman yazdı ve adını, ‘Bitti, Bitti, Bitmedi’ koydu. Roman elli bin bastı. O romanın kimi sayfalarında, Hınçak Sosyal Demokrat Partisinin programı ve Paramaz’ın mahkeme süreci ve idam sehpasında sözleri yer alıyor.

Benim çalışmam, ilk baskısı bitti, bugün yayıneviyle konuştuğumda. İkinci baskısına başlamışlardı. Bu iyi bir şey yani, insanların ilgi göstermesi ve okuması. Çünkü ben şunu gördüm. Türkiye Sosyalist hareketi tarihinde çok değerli, kıymetli bu mücadelede yaşamını yitirmiş, bedel ödemiş insanlar vardır. Ve en azından benim çalışmamı okuyunca aslında, Paramaz’ın, bir Deniz Gezmiş, (özellikle Deniz Gezmiş) ama bir Mahir Çayan, bir İbrahim Kaypakkaya olduğunu görecekler...

Soru ve cevaplara geçildi, sorular genellikle Türkiye’nin bugününü, dününü ve yarınını sorgulayan sorulardı. Ve Osmanlı’dan bu yana gelen sorunlarımızdı…

Resim : Kendi objektifimden /

 
Toplam blog
: 161
: 379
Kayıt tarihi
: 06.02.07
 
 

Matbaacıyım, şu anda malülen emekliyim. Askerden önce şiir denemelerim oldu. Bazı dergi ve gençlik ..