Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '07

 
Kategori
Dünya
 

Küba Devrimi "başka bir dünya"nın olduğunu haykırıyor

Küba Devrimi "başka bir dünya"nın olduğunu haykırıyor
 

20. Yüzyılın en önemli devrimlerinden birini ‘Küba Devrimini’ gerçekleştiren Fidel Castro, dünyayı hala etkilemeye devam ediyor. Özellikle Latin Amerika’daki her değişimin önderleri, öncelikle Fidel’e selam gönderiyorlar. Sembolik gibi görünen bu atıfın tarihsel geri planında okunacak çok şey var. Geçen ay içinde 81. yaşına giren efsane lider Fidel Castro ve Küba Devrimi için bir yazı yazmak elzem artık. 26 Temmuz 1953’de Fidel Castro, Raul Castro ve Che Guevara önderliğinde Batista rejimine karşı yapılan ‘Moncado Baskını’ isyanı aynı zamanda Küba Devriminin başlangıcı sayılmaktadır. İsyanın önderi Fidel Castro o zaman 27 yaşında genç bir devrimciydi. 13 Ağustos’ta 81 yaşına giren ve hala yaptıkları devrimi coşkuyla savunan bir lider.

Küba Devrimini bu kadar güncel kılan ve diğer devrimlerden ayıran özellikler nelerdi? Bu sorunun yanıtı devrimin kendi süreci içinde bir şekilde gizli. 1953 yılına gelindiğinde, Küba diktatör Batista’nın kontrolünde bir ABD eyaletinden farksızdı. ABD’li zenginlerin kumar ve fuhuş merkeziydi. Kübalı yerliler kendi ülkelerinde 2. sınıf insan muamelesi görüyorlardı. İşte bu koşullarda Ortodoks Partinin milletvekili adayı olan genç bir avukat Fidel Castro, diktatörlüğe karşı mücadeleyi başlatmadan önce, Havana Yüksek Mahkemesine Anayasayı ihlal ettiği gerekçesiyle Batista’yı tanımamasını isteyen bir dilekçe verdi. Bundan şu sonuca ulaşmaya çalışıyordu Castro, eğer mahkeme Bastia’yı tanırsa kendisi gayri meşru saymış olacak ve devrim mücadelesinin meşruluğu tescillenmiş olacaktı. Mahkeme tabi ki bu dilekçeyi ciddiye almadı. Fidel Castro’da, çevresinde toplayabildiği 150 civarında gençle önce El Acusador (Suçlayıcı) adında bir gazete çıkarttılar, sonrada 26 Temmuz 1953 yılında Oriente eyaletindeki Moncado kışlasına ani bir baskın yaptılar. Sonuç tam bir trajediydi, onlarca militan öldürülmüş, Fidel’de yakalanmıştı. 26 Temmuz Hareketi olarak adlandırılan bu gün aynı zamanda Küba Devriminin de başlangıcı sayılacaktı.

Tutuklanan Castro mahkemede yaptığı ünlü “Tarih beni Aklayacaktır” savunması ile aslında 1959 yılında gerçekleşecek olan iktidarının bir nevi programını sunmaktaydı. Bu programda özetle: 1940 Anayasasının derhal yeniden uygulanması, seçimlere gidilmesi, toprak reformunun yapılması, bütün işletmelerde işçi ve memurlara kardan yüzde otuz oranında dağıtım yapılması ve diğer sosyal, siyasal, ekonomik düşüncelerini sunuyordu. Castro, 15 yıl hapse mahkum edildi ve 5 Mayıs 1955 de çıkarılan bir afla tahliye oldu.

Aslında Küba Devrimi belki de insanlık tarihinin o güne kadar gördüğü en karizmatik iki eylemcisini dünyaya tanıttı. Bu isimler tartışmasız Fidel Castro ve Che Guevara’ydı. Che, bir arkadaşı ile motosikletle yaptığı uzun Latin Amerika gezilerinde yepyeni bir dünyanın varlığını keşfetmişti. Bu gözlemler onu daha eşit bir dünya için sosyalizmle tanıştırmıştı. Fidel’in küçük kardeşi Raul’la tanışıyordu ve Fidel’i tanımayı da çok istiyordu. Fidel Castro aftan sonra Meksika’ya gitmiş devrimi organize edecek çalışmalara başlamıştı. Raul, Che’yi Meksika’ya çağırıp Fidel ile tanıştırdı ve bu tanışma dünyanın vicdanı sayılacak devrimin de habercisi oldu. Fidel’in Che’ye söylediği : “Küba’ya devrim yapmaya gidiyoruz, istersen bizle gel” sözü, Che’nin tam da aradığı bir şeydi.

Meksika’da Fidel’in etrafında toplanmış 81 devrimci Gramma adlı küçük bir yata sıkışmış olarak Küba’ya doğru yola çıktılar. Fakat havanın yağışlı olması nedeniyle varılan hedefte değil de başka bir noktada karaya ayak bastılar. Bu ikinci felaketleri olacaktı. Batista’nın askerlerinin kurşunlarına hedef olmuşlardı. 82 kişiden geriye 12 kişi kalmıştı. Bu yolculukla ilgili Che yıllar sonra bu yolculuğu şöyle anlatacaktı: “Küba’ya vardığımızda dağıtıldık. Gramma yatında korkunç bir yolculuk yapmıştık. Yatta 82 adam vardı, ayrıca malzeme yüklüydü. Fırtına yüzünden yolculuğumuzu değiştirmek zorunda kalmıştık, çoğumuzu deniz tutmuştu. Suyumuz, yiyeceğimiz yoktu, işin fenası daha karaya ayak bastığımızda yat ortadan kayboldu. Üstümüze mermi yağdırıyorlardı. Kurşunlar başımızın üstünden uçup gidiyor, yanlardan da makinalı tüfekler durmadan bizi tarıyordu. Bir anda içimizden yarısı öldü, geriye kalanlar da zaten yarım durumdaydı. Sonra 82 kişiden, 12 kişi kaldı. Başlangıçta yedi kişilik bir guruptuk, çünkü beş kişi bizden ayrı düşmüştü. 26 Temmuz Hareketi’nin ordusundan geriye kalan buydu işte.” Bu 12 kişilik grup Sierra Maestra en ulaşılmaz tepesi olan Turgıonun dağında ilk karargahlarını kurarak silahlı mücadeleyi gerilla tarzında başlatmak için hazırlıklara başladılar. 12 Haziran 1957 yılında Castro, Sierra Maestra Manifestosunu yayınladı. Bu manifestoda sosyalist bir devrimden öte milli bir devrimin vurgusu açıkça kendini belli ediyordu. Zaten Fidel o dönem sosyalizmle pek ilgili değildi. 3 yıldan kısa süren silahlı mücadele sonucu 1 Ocak 1959 yılında Batista ülkeden kaçmak zorunda kaldı ve ertesinde Fidel yanında arkadaşı Che ve diğer militanlarla başkent Havana’ya girdi. Fidel 16 Şubat 1959 yılında devlet başkanı oldu. Küba Devrimine kadar ki süreci kısaca böyle özetlemek mümkün.

Aslında bu devrim sürecinden sonra özellikle de Che’nin ideolojik ve Fidel üzerindeki ağırlığıyla, aynı zamanda koşulların da dayatması ile rotasını bir başka yöne sosyalist bir dünyaya doğru şekillendirmeye başladı. Ve o günden bugüne ABD’yi histerik bir çılgınlığa sürükleyen süreç de başlamış oldu. Neydi bu süreç? Devrimini anti-emperyalist karakterini gören Sovyetler Birliği’nin de yardımlarıyla birçok toplumsal ve ekonomik dönüşüm sağlandı. Mevcut devlet kurumları lağvedildi, eski rejimin artıkları yargılandı, Batista’nın ordu ve polisi tasfiye edildi. Toprak reformu da Latifundiyaların dağıtılması ile köklü bir şekilde gerçekleştirildi. Yabancı tekellerin varlıklarına el konuldu, emekçiler için yeni sosyal reformlar çıkartıldı ve çok ciddi bir eğitim-sağlık seferberliği ilan edildi. Devrimin ilk başlarında bekle gör politikası izleyen ABD, 1959 yılındaki toprak reformundan itibaren yeni Küba Devletine karşı düşmanlığını açıkça belirtmeye başladı. Bu düşmanlık 17 Nisan 1961 tarihinde yapılan ‘Domuzlar Körfezi Çıkarması’ fiyaskosuna rağmen hız kesmedi ve günümüzde hala tam bir abluka ile sürdürülmekte. ABD’nin bu kabul edilemez yıkıcı tavrı Küba’nın ideolojik şekillenmesini de bir şekilde sağladı. 2 Ekim 1965 tarihinde Küba Komünist Partisi kurularak Küba’nın sosyalist bir devlet olduğu bütün dünyaya ilan edildi.

Bu devrim daha öncede belirttiğim gibi insanlık tarihinin hiçbir zaman unutamayacağı iki liderin aynı devrim içinde nasıl yoldaş olunabileceğini de gösterdi. Aralarındaki sevgi, formaliteden gelen saygının çök ötesinde kadim bir yoldaşlığı da gösteriyordu. Hala anlatılan bir anekdotu yazmadan geçmek, bu dostluğun ne derece samimi olduğu konusun da eksik kalabilir. Devrim Hükümetinin kurulacağı toplantıda Fidel sorar: “Aranız da ekonomist var mı?” diye, Che elini kaldırır : “ben” der. Fidel bu cevaptan sonra Che’ye ekonomi ile ilgili bakanlığı verir ve ardından bir an düşündükten sonra : “ Sen doktor değil miydin?” diye yeni bir soru yöneltince Che de: “Evet ama ben aranızda komünist var mı diye sorduğunu zannettim” yanıtını verir…

Che, Küba’nın doğru rotada olduğuna emin olduktan sonra, önce Afrika’da sonra da Bolivya’da devrim mücadelesine devam eder. Ve yaralı yakalanıp kurşuna dizilir. Fidel ise bugün 80 yaşında Che ile birlikte kurdukları Sosyalist Küba’nın başında, geçici olarak görevlerini birkaç günlüğüne devrimin diğer önderlerinden Raul Castro’ya devretmesine rağmen.

Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra ABD iştahla Küba’nın da dağılmasını beyhude bekledi. Daha önce ticaretinin yaklaşık %85 ni Doğu Bloku ile yapan Küba, ekonomik anlamda tam bir abluka altına alındı. Fakat bu ablukayı yavaş yavaş yarmaya başladı.

Bugün nüfusun tamamı okuryazar olan, çocuk ölümleri azlığında, göz hastalıkları, çocuk hastalıkları, kalp hastalıkları alanında dünyanın en iyi tıp sistemine sahip. Asıl Küba Devriminin özelliği şunlarda yatıyor. Dünyanın en büyük emperyalist devleti ABD’nin burnunda hem de başlangıcında anti-emperyalist, sonrasında da sosyalizme evrilen bir devrim yaptılar. Amerika kıtasında uyanışın tetikleyicisi oldular, sonrasında gelen Nikaragua Devrimi, Şili de sosyalist Allende iktidarında bu devrimin etkileri çok fazlaydı. Bütün dünyada gelişen toplumsal 68 kuşağının en büyük ilham kaynağı, Vietnam’da ki savaşa karşı bütün yerkürede meydana gelen muhalefetin de temel dinamiği bu küçük ada ülkesinin devrimiydi. Afrika da 1960 sonrasında bağımsızlığını kazanan hemen hemen bütün ülkelerin bu mücadelelerinde sosyalist Küba’ın yardımları gözardı edilemez, hem askeri danışman, hem doktor, hem de askeri yardımları ile. Hatta Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini yürüten ünlü liderleri Ben Bella bir söyleşisinde : “ Beni hayatımda en çok iki kişi etkiledi biri Muhammed, diğeri de Che Guevara’dır. Onun kadar inandığı doğruları, dayanışmacı ruhu olan başka bir insan tanımadım, duymadım” diyecektir. Bugün Ortadoğu da gelişen İsrail ve ABD karşıtı İslamcı hareketlerinin liderlerinin resimleri yanında hala Che’nin resimlerinin olması anlamlıdır. Halen Ortadoğu’da yapılan İsrail karşıtı protesto gösterilerinde Hugo Chavez posterlerinin açıldığını hatırlatmak gerek. Küba Devriminin etkisi bu gün bütün Latin Amerika’yı sarmış durumda. Bunun temsilcilerinden Venezuella Başkanı Hugo Chavez’in İran’a yaptığı ziyaret ve kurduğu ilişkiler yeni bir dünyanın kurulabileceğinin işaretlerini vermektedir. Çünkü Fikret Başkaya’nın deyimiyle ‘Dünyanın bütün lanetlileri’ Küba Devriminin efsanevi komutanı Fidel Castro’nun takipçileri olan yeni liderler çıkarıyor sahneye ve bu liderler bütün lanetlileri savaşsız, eşit bir dünyanın kurulabilmesi için bir araya getirmeye çalışıyor.

Küba Devrimi, başka bir hayatın da kurulabileceğini gösteriyor ve bu başka hayat da en çok Kapitalizmden başka hayat yok diyen ABD’yi çıldırtıyor. Che, ezilenlerin gönlünde emperyalizme tokat atan bir lider olarak hatırlanıyorsa, Fidel ve Küba Devrimi de insanlığın vicdanı olarak dimdik ayakta duruyor. Fidel, geriye dönüp baktığında sanırım : “Bunca şey boşuna yaşanmadı” diyecektir. Ve tarihsel misyonunu yerine getirmenin rahatlığı ile bu sağlık problemini de aşacaktır emperyalizme inat.

 
Toplam blog
: 67
: 1679
Kayıt tarihi
: 11.08.07
 
 

Adıyaman'da doğdu. ilk ve ortaöğrenimimi yatılı bölge okullarında okudu. İzmir 9 Eylül İktisat Fa..