Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Temmuz '07

 
Kategori
Dünya
 

Küresel değişim; iklim değişikliği, doğal kaynaklar ve politikalar

Küresel değişim; iklim değişikliği, doğal kaynaklar ve politikalar
 

Günümüzde insanoğlu sınırsız istek ve ihtiyaçlarını karşılama adına dünyanın sahip olduğu doğal kaynakları bilinçsizce tüketmektedir. Modern anlamda sanayileşme ve buna bağlı şehirleşme her ne kadar Avrupa ve Amerika kökenli ise de günümüzde küresel bir yayılma göstermektedir. Dolayısıyla etki alanı da tüm dünyayı kapsamaktadır. Bu gelişmelere bağlı olarak özellikle ekosistemde meydana gelen yerel, bölgesel ve küresel değişimler insanlığın geleceği için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

İnsanoğlu iklim değişikliklerini anlama konusunda maalesef çok geç kalmıştır. Her geçen gün daha da çok tüketilen fosil yakıtlar iklim sistemini olumsuz etkilemektedir. Bu etki ya da değişim ilk olarak 1896 yılında İsveçli bilim adamlarınca rapor edilmiş olmasına rağmen, birçok bilim adamı tarafından spekülatif olarak değerlendirilmiştir. Ancak 1950’li yıllardan itibaren Amerikalı bilim adamlarının konuya ilgi göstermeye başlaması iklim değişikliğinin dünya gündeminde yer etmeye başlamasına neden olmuştur. Böylece uluslararası bir gündem maddesi haline gelen iklim değişikliği 1972 yılında yapılan BM Stockholm İnsan Çevresi Konferansının konusu olmuştur. Daha sonra ise 1988 de Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli ile başlayan Rio Zirvesi ve Kyoto Protokolü bu konuda atılan önemli adımlardır. Her ne kadar önemli adımlar atılsa da birçoğunun kağıt üzerinde kalması ve salınan gazların uzun süre etkisini devam ettirmesi (karbondioksit 100, metan gazı 40 yıl) nedeniyle küresel ısınma ile ilgili kısa vadede çözümler elde etmek mümkün değildir.

İklim değişiklikleri gibi çevresel sorunlar (küresel ısınma, kuraklaşma, erozyon, çölleşme, su kaynaklarının azalması, mevsimsel değişimler, biyoçeşitliliğin azalması vb.) adeta kanser gibi sinsi bir şekilde dünyayı tehdit etmektedir. Çoğunlukla kalkınma hamlelerini tamamlayamayan ve önceliği kalkınmaya veren az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler iklim değişiklikleri ve küresel ısınma ile ilgili alınacak önlemlere pek sıcak bakmamaktadırlar. Her ne kadar ekonomik olarak haklı görülseler bile, dünyanın karşı karşıya kaldığı tehdit karşısında kayıtsız kalmaları mümkün değildir. Gelişmiş ülkeler kendi kalkınma hamlelerinde tahrip ettiği ekosistemin kendini yenilemesi ve degradasyonal gelişimin durdurulması için gerekecek finansmana daha çok katkı yapmalılar. Böylece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin de çevreye duyarlı kalkınma modelleri benimsemelerinde daha etkili olabilirler.

Küresel iklimde gözlenen ısınmanın yanı sıra en gelişmiş iklim modelleri, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında 1990-2100 yılları arasında 1, 5 derece ile 5, 8 derece arasında bir artış olacağını varsaymaktadır. Küresel sıcaklıklardaki bu artışlara bağlı olarak da hidrolojik döngünün değişmesi, buzulların erimesi; deniz seviyelerinin yükselmesi, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi ve yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların artması sonucu, dünya ölçeğinde sosyo-ekonomik sistemleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkileyecek önemli değişikliklerin oluşacağı beklenmektedir.

Küresel ısınmanın ve çevresel bozulmaların en fazla etkileyeceği unsurların başında dünyanın sahip olduğu doğal kaynaklar gelmektedir. Mhatma Gandhi; “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsına yetecek kadarını değil” derken dünyanın insana ve insanın da dünyaya bakışını karşılıklı olarak vurgulamaktadır. Amerikan Bilim Geliştirme Derneği tarafından yayınlanan “Nüfus ve Çevre Atlası” adlı eserde insanoğlunun artık evrimi etkileyen ana güçlerden biri olduğu ifade edilmektedir. Sadece genetik mühendisliği ile oluşturulan türlerin değil aynı zamanda doğal ortamlarını değiştirdiğimiz, soyunu tükettiğimiz, kendi ortamımıza adapte ettiğimiz binlerce canlının da üzerinde geri dönülmez bir etki meydana getirmiş olduğumuz ifade edilmiştir. Doğal ortamda bu geri dönülmez etkiye en başta maruz kalan elemanlardan bazıları ise hava, toprak, su ve ormanlarımızdır. Kirlenen hava, yok edilen tarım alanları, tahrip edilen ormanlar ve de su kaynaklarının günden güne azalması hep insanın etkisi ile olmakla birlikte, insanlığın geleceğini tehdit eden en büyük sorunlar olarak göze çarpmaktadır. Özellikle günümüzde eksikliğini en çok hissetmeye başladığımız doğal kaynaklardan biri olan “su” dünya gündemini fazlası ile meşgul etmeye başlamıştır. Bir yandan dünya nüfusun hızla artması diğer yandan da küresel ısınmanın etkisi ile tatlı su kaynaklarının azalması günümüz dünyasında savaşlara dönüşebilecek büyük su krizlerinin çıkmasına neden olabilir.

Global Eğilimler 2015 raporu, önümüzdeki 15 yılda dünyanın bildiğimizden daha tehlikeli bir yer olacağını ifade etmektedir. Özellikle içme suyunun tüm dünyanın büyük bir problemi olacağı belirtilmektedir. Bu rapora göre yiyecek ve enerji sıkıntısı, su kadar gündemde olmayacaktır. Ayrıca raporda dünya nüfusunun yarısının su sorunu olan bölgelerde yaşadığı belirtmektedir.

FAO’ya göre ise dünya nüfusunun yaklaşık %20’sine karşılık gelen 1, 4 milyar insan yeterli içme suyundan yoksun olup; 2.3 milyar insan da sağlıklı suya hasrettir. Bazı tahminlere göre; 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağı ifade edilmektedir. Dünya üzerinde İndus Nehri (Hindistan-Pakistan), Ürdün Nehri (İsrail-Filistin), Golan Tepeleri (İsrail-Suriye) Fırat ve Dicle nehirleri (Türkiye-Irak/Suriye) gibi birçok bölgede su kaynakları ve havzaları ile ilgili sorunlar yaşanmaktadır. Küresel kuraklığın bu şekilde devam etmesi durumunda başta Ortadoğu ve Afrika’da olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde savaşlara dönüşebilecek krizlerin yaşanması muhtemeldir ve bu bölgelerde geçmişte de bazı krizler yaşanmıştır.

Bazı araştırmacılar su krizlerinin barışçıl yollardan çözülebileceğini ifade etse de, bazılarına göre Orta Doğu petrol ve su gibi doğal kaynakların elde edilmesi mücadelesinin yapıldığı bir yer ve liderler diplomatik yollardan ziyade savaşlar yoluyla bu kaynaklara sahip olmak istemektedir. Maynes’e göre Ortadoğu’da savaş diğer birçok bölgeden daha fazla bir çözüm yolu olarak gözükmektedir. Zafer; daha fazla toprak ve bu da daha fazla kaynak anlamına gelmektedir.

Peki olması muhtemel bu krizlerin ve savaşların makul bir şekilde bir tehdit olarak ortadan kaldırılması mümkün mü? Pratikte uygulanırlığı ile ilgili ciddi şüpheler bulunsa da; kalkınma, ekonomi ve çevreyi göz önünde bulunduran sürdürülebilir kalkınma yöntemleri; doğal kaynakların paylaşımına yönelik doğabilecek sorunların çözümünde en etkili yol olarak gözükmektedir.

Sürdürülebilir kalkınma kavramı ile ifade edilen; bugünün gereksinim ve beklentilerinin, gelecek kuşakların gereksinim ve beklentilerini karşılama olanaklarından ödün vermeksizin karşılamaktır.” Bu konu ilk 1972 yılında yapılan Stockholm Konferansında gündeme gelmiş ve çevre ile kalkınma arasındaki çatışmadan ilk defa bu konferansta söz edilmiştir. Yine aynı yıl Donella Meadows ve arkadaşlarının “Büyümenin Sınırları” adlı çalışması dünyanın taşıma kapasitesini gündeme getirerek dikkatleri kalkınma ve çevre ilişkisine çekmiştir. Bu çalışma; dünyada kişi başına düşen besin miktarının ve sanayi üretiminin çevre kirlenmesi ile birlikte sürekli arttığını; buna karşın yenilenemez nitelikte doğal kaynakların ise sürekli azalmakta olduğunu göstermiş; dikkatleri kalkınma ve çevre ilişkisine ve kaynak kullanımına yöneltmiştir. Bu düşünce 1997 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” başlıklı ve komisyon başkanın adı ile “Brutland Raporu” olarak bilinen ünlü raporda; insanlığın çıkış yolu; çevresel gelişmeler ile ekonomik kalkınma arasındaki yaşamsal köprünün kurulmasına ve gelişmenin sürdürülebilir olmasına bağlı olduğu ifade edilmektedir.

“İnsanlık tarihsel bir dönüm noktasındadır” ifadesiyle başlangıç yapan Gündem 21’de ise; giderek kirlenen, doğal kaynakları hesapsızca tüketilen bir dünyaya sürekli artan çevresel bozulmaya ve yine bu bağlamda çölleşme, ormansızlaşma ve küresel ısınma gibi gelişmelere dikkat çekilmektedir. Yine rapora göre dünyadaki nüfus patlaması ve giderek artan yoksulluk ile uluslararasındaki eşitsizlik de günümüzde çok daha vahim bir duruma gelmiştir. Özellikle teknolojinin gelişmesi ile birlikte gelişmiş ülkelerdeki yaşam koşularının televizyon, internet, gazete ve dergi gibi görsel ve yazılı medya aracılığı ile az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki insanların beğenisine sunulması aradaki eşitsizliğe olan vurguyu daha da güçlendirmektedir.

Aslında insanoğlu için geleceği düşünmek hiç de yabancı olmadığı bir düşünce ancak konu sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde geleceği düşünmek ve gelecek kuşaklar için önlemlerin alınması olduğunda dünyada kat edilen mesafenin fazla olmadığını görmek hem şaşırtıcı hem de üzücü. İnsanların çok ciddi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalmalarına rağmen; hala ekonomik rasyonalite adına bu tür faaliyetlerin sürdürülmesi; sürdürülebilir kalkınmanın özellikle gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerin gündeminden oldukça uzak olduğunun önemli bir işaretidir.

Sonuç olarak şunu ifade edebiliriz ki insanlık yaşam alanını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu durum karar vericiler ve etkileyicilerin güç kavgası ve politik mücadelelerinin ötesine geçmelerini gerektirmektedir. Konuya bu açıdan yaklaştığımızda ulusal ve uluslar arası örgütler ve topluluklar bir an önce içine düştükleri girdaptan yani küresel bir akıl tutulmasından kurtulmak zorundadırlar. Belki bu türlü bir yaklaşım daha akılcı ve insancıl bir planlama, kaynak yönetimi ve paylaşımı mümkün kılabilir. Aksi takdirde sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri çatışmalar olasıdır. Çünkü giderek azalan ve çoğu yenilenemez olan doğal kaynaklar herkes için gereklidir.

KAYNAKLAR

DUYGU, E., “İklim Değişikliği ve Etkileri”, Buğday Dergisi, http:­/­/www­.bugday­.org­/article­.php?ID=817, 28.06.2007
IPCC (Intergovernmental Panel On Climate Change), Climate Change 2007, The Physical Sciences Basis, 10th. Session Of Working Group I Of The IPCC, Paris, 2007
İklim Değişikliği Etkilerinin Araştırılması Grubu Güncellenmiş Rapor, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara, 2006. RAYEN, P.H., Director, http:­/­/atlas­.aaas­.org­/index­.php?sub=foreword, 28.06.2007
Global Trends 2015; A Dialogue About The Future With Nongovernment Experts, National Intelligence Council, December, 2002
ULUÇAY, H., Havza Planlaması ve Yönetimi (Basin Planning And Management), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul, 2006
ALAM, U.Z., “Questioning The Water Wars Rationale; A Case Study Of The Indus Waters Treaty”, The Geographical Journal, Vol.168, No:4, pp. 341-353, December, 2002
AMERY, H. A., “Water Wars In the Middle East: A Looming Threat”, The Geographical Journal, Vol. 168, no:4, pp.313-323, December, 2002
WATES, R. K., PARİS T. M., LEİSEROWİTZ A. A, “What Is Sustainable Development”, Environment, Vol. 47, Iss. 3, pg. 8-14, Washington, 2005
MEADOWS, D.H., MEADOWS D. L., RANDERS, J., BEHRENS W. W., Ekonomik Büyümenin Sınırları, İstanbul Üniversitesi Yayın No:2452, İstanbul, 1978
Gündem 21 Nedir? (What is Agenda 21?), http:­/­/www­.la21turkey­.net­/modules­.php?name=Content&pa=showpage&pid=4, 30.05.2007
GÜNEL, F. D, Globalleşen Dünyada (Nasıl Bir) Sürdürülebilir Kalkınma, http:­/­/www­.yildiz­.edu­.tr­/~gonel­
/akademikdosyalari­/yayinlar­/globallesendunta­.pdf, 30.05.2007

Not: Bu makale Coğrafya Bölüm Başkanı Sayın Cercis İKİEL ile birlikte yazdığımız ve İtalya'da İngilizce sunulan bildirinin taslak metnidir.

 
Toplam blog
: 27
: 2130
Kayıt tarihi
: 30.10.06
 
 

1979 Sakarya doğumluyum, 1,5 yıl Milli Eğitim' de öğretmenlik yaptıktan sonra,11 yıldır da üniver..