Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '21

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

KURTLU ÇİKOLATANIN HİKAYESİ

Gazetecilik mesleğine 1980'lerin sonunda çok genç yaşta Hürriyet Haber Ajansı'nda muhabir olarak başladım. Ne bir fotoğraf makinem, ne de tecrübem vardı. Bizim dönemimizde bir “alaylı” bir de “mektepli” denilen iki tayfa mevcuttu, sanırım ben o alaylı tayfanın son örneklerindendim. Büro şefim Mustafa Bağdiken'in 1974'de Kıbrıs Çıkartması'nı takip ettiği Minolta XE-7 marka makinesini kullandım ajans muhabirliğim boyunca. Makineye film taktığım anda, kameranın arkasındaki film kutusunu sıkıca tutmam gerekiyordu, çünkü film hanesini kapatan o kutunun dişlisi bozuk olduğu için kapak kendiliğinden açılabiliyordu. Aynı zamanda kameranın lensi de tutmadığından, onun da yerinden çıkmaması için ayrı bir çaba harcamam gerekiyordu. Ben o kamera ile yaptığım haberlerle aktüel haber ve foto-haber dallarında Türk Basın Birliği'nden iki tane birincilik kazanmıştım.
 
 
 
Kendime bir fotoğraf makinesi alamayacak kadar az kazanıyordum. Ama işin aslı, kazandığım para da bana kalmıyordu zaten. Annemle bir anlaşma yapmıştım; çalşmama izin vermesi karşılığında, ona kazandığım parayı verecektim. O yüzden, öğlen yemeğine bile çıkacak param olmuyordu cebimde. Biz ajans muhabirleri, merkezde çalışanlar gibi öğen yemeğini maalesef şirkette bedava yiyemiyorduk. Herkes cebinden ödemek zorundaydı ve bende o para hiç olmadı. Belediye başkanının gazeteci kimlik kartı olanlara bedava yolculuk imkani tanıdığı belediye otobüsüne bile bedava binmez, kilometrelerce yol yürürdüm; çünkü gün gelir Belediye'nin de bir yanlışını haber yapmam gerektiğinde, onlarla gönül hatırım olmadan olayı tarafsız bir şekilde yazabilirdim bu sayede. Çok yürüdüğüm için delinen ayakkabımı bile yenileyemediğimden, defalarca karda buz tutan ayak parmaklarımın tırnakları düşmüştü. Bunu gören diğer muhabir arkadaşlar ve elbetteki şefim aralarında para toplayıp, bana zorla bot almışlardı.
 
 
 
Bazen Haber Ajansı'nın kendi arasında yaptığı “ayın en iyi haberleri” listesine girmeyi başarırdım. Oradan çok ödül parası kazandım. Ama öyle binlerce liralık ödül parası gelmesin aklınıza, bugünün işte olsun da 100-200 lirası. O para benim bazen otobüs param olurdu, çoğu zaman da pastanede beklemekten kurtlandığı için çok ucuza satılan çikolata param.
 
 
 
Büro şefim genç olduğum için bana hastane ve adliye muhabirliği görevlerini vermişti, çünkü oraların koşturmaları çok oluyordu. Ama hastane konusunda beni şöyle uyarmıştı "Orada görevli kişilerle muhtemelen arkadaş olacaksın, seni eğer öğlen yemeğine kantine davet ederlerse, asla kabul etme! Seni çağıran kişi hastanenin başhekimi bile olsa kabul etmeyeceksin! Bu meslekte kimseye eyvallahın olmamalı, yoksa ileride bir yanlışları olursa, haberini yapamazsın. Sakın ola kalemini sattığını görmeyeyim!" Acil servisinde beklediğim devlet hastanesinin başhekimi çok iyi bir insandı. Defalarca “sen bu hastanenin bir elemanı sayılırsın, öğlen saatinde kantine çık canın ne cekiyorsa ye” demesine rağmen, ben kurtlu çikolatamdan vazgeçmedim. İyi ki de vazgeçmemişim.
 
 
 
1993 senesinde Türkiye'nin ilk özel radyolarından olan Klass FMve Kiss FM'de yayıncılık ve sunuculuk görevimi yaparken de türlü zorluklar yaşadım. ATV gece haberlerinde redaktörlük yaptığım sırada, Sabah Dergiler Grubu'na geçtim. İlk işim Playboy dergisi'nde muhabirlikti. Ben her iki işi bir arada yürütemeyeceğimi düşündüğüm için Playboy'da çalışmaya karar verip, ATV'den ayrıldım. Ama göreve başladıktan bir ay sonra, aslında maaşımı üç ayda bir alacağımı öğrendim. İşin aslı çok korktum, çünkü İstanbul gibi yerde 3 ay ne yer ne içerdim. Ailemin evine de dönmek istemediğim için, bu zorlu günlere adeta katlandım.
 
 
 
Aslına bakarsanız, magazin dünyasında olup da aç kalmak bazıları icin aptallık gibi görülebilir. Çünkü o günlerde bile, haber karşılığı çaktırmadan albümü başarısız olmuş, haber değeri taşımayan muzisyenlerin PR'ını yapmak mümkündü; bunun icin basına para ayıran büyük müzik şirketleri mevcuttu. Yani demek istediğim, mesele kalemini satmak oldu mu pek çok haksız kazanç yolu mevcuttu. Ama ben hiçbir zaman Hürriyet Haber Ajansı'nda büro şefimin bana öğrettiği doğrulardan şaşmadım. Kendimi övmüyorum, benim yetiştiğim ve gazetecilik yaptığım dönem pek çok meslektaşım, benden hiç farklı değildi.
 
 
 
Arabası olan o kadar az kişi vardı ki şaşarsınız. Muhabirlerin neredeyse tamamı servis araçlarını kullanırdı. Hatta servisini kaçıranlar otobüs biletlerini ceplerinden ödeyerek belediye otobüslerine binerlerdi. Hatta hiç unutmam o otobuslerde yıllardir gormedigim Hürriyet Gazetesi'nde birlikte gorev yaptığım ajans muhabiri arkadaşlarımla karsılaşmıştım defalarca. Bu arada Sedat Akyıldız'a selamlarımı gönderiyorum, o belediye otobusunde o da vardı! :))) Gördünüz mü, onlar da benden hiç farklı değildi!
 
 
 
Öte yandan geçmişe baktığımda "ne çok iş yapmışım" diyorum. Ben yayın yönetmeni olana kadar radyo yayıncılığı, seslendirme (Senkron TV) ve onun yanı sıra haftada bir Barış Manço'nun Milliyet'teki köşesine redaktörlük yaptım. Günün 24 saati çalıştım, çünkü bu şekilde hayatta kalmayı başarabiliyordum.
 
 
 
İş yerinde öğlen yemeği çıkardı, çünkü merkezde çalışıyordum, ama akşam oldu mu yemek yoktu, yani vardı da yoktu, akşam yemeği gazete matbaası çalışanlarına çıkıyordu. Bazen yemek artarsa bana da veriyorlardı, ama artmadığı da oluyordu. Yiyecek artmadığı zaman ise arkadaşların çöp kutularını azıcık kurcalıyordum, çünkü bazı arkadaşlar öğlen yemeğini beğenmeyip dışardan ısmarlardı ve çoğu zaman yemeğin tamamını bitirmeden kutusuyla çöpe atardı. Ben de o yiyecekleri çöp kutusundan çıkartıp, afiyetle yiyordum. Ya da bazen daha kotusu oluyor, oglen yemegini bile yiyemeden studyo cekimine gidiyordum ve 24 saati ac gecirmek zorunda kaliyordum.Sonradan Playboy'un editörü oldum, ardından açılan Number One Müzik dergisi'nde önce haber müdürü, sonra da yazı işleri müdürlüğüne yükseldim. Akabinde Mynet'te yayın yönetmenliğim sırasında Mynet email projesini oluşturdum, anlayacağınız kimsenin haksız yere parası kursağımdan geçmediğini gören Allah « YÜRÜ YA KULUM » dedi!
 
 
 
Ayakkabım delikti, ne yiyecek param vardı, ne otobuse binecek biletim, iş yerimin cöp kutusundan arta kalan yiyecekleri yedim ve bir de kurtlu çikolatayı ama kimseye bir eyvallahım olmadı! Bugün Türk medyasında birşeyler yanlış gidiyor. O yüzden pek çok arkadaşım erken emekli oldu, ya da başka işler yapmaya başladılar. Sanrım artık gazeteciliği de gazeteciler yapmıyor! Daha yazacak çok sey var, ama bugün yıllarca çalıştığım medyada olanları gördükçe üzülüyorum. İyi ki aç kalmışım, iyi ki delik ayakkabı ile yol almışım, iyi ki kalemimi satmamışım, iyi ki yanlı haber yapmamışım diyorum ve susuyorum!
 
 
 
Victoria Toumit
 
Toplam blog
: 50
: 8547
Kayıt tarihi
: 13.09.11
 
 

Gazetecilik mesleğine ilk olarak Hürriyet Haber Ajansı'nda muhabir olarak başladım. Daha sonra Ümit..