Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '10

 
Kategori
Anılar
 

Laz İbo...

Laz İbo...
 

Markasını dahi hatırlayamadığım o üstü açık koca kamyonun üzerine tüp yerleştirirken son olarak görmüştüm İbo’yu. Heyecanla ve telaşla o koca koca tombul tüpleri tek bir hamlede yerden kaldırıyor ve sonrasında o kamyonun kasasına istif ediyordu. Ter yüzünden boşanıyor ama tek bir laf etmeksizin o işi bir an önce bitirebilmek adına sıkı bir çaba gösteriyordu. Sivri burnunun hemen ucundan terler yere bir bir damlıyor ve kolunun hemen kenarını bütün bir yüzüne silerek yeniden ve yeniden o tombul tüplerin kulpuna asılıp, tek bir hamle ile o tüpü kamyonun kasasının üzerinde bulunan diğer tüplerin üzerine gayet düzgün bir şekilde yerleştiriyordu. Çocukluk yıllarından beri İbo bu işi yapıyordu. Bu işle büyümüştü. Bir tarafta züccaciyeci dükkânı ve bir diğer tarafta ise tüp bayiliği işi. Dile kolay… Sadece benim bildiğim bir otuz beş senedir.

Laz İbo… Benim çocukluk arkadaşım. Sivri burnu, çıkık elmacık kemikleri ve beyaz kızarık teni, hafif sarıya çalan saçları, bir seksenler civarında boyu ve heyecan ve telaş ve ne yaptığını tam olarak bilmez hali ile tipik bir Karadenizliydi Laz İbo. Daha ilkokul yıllarında tanışmıştık Laz İbo ile… Yıllar önce o akşam Bakırköy minibüsünden tam Pazar yolunun girişinde inmiş, ağır aksak adımlarla yürürken Laz İbo’nun sıkı bir şekilde çalışmasına tanık olmuştum. Hafif bir serinlik vardı ve etraf karamış ve sis çökmeye başlamıştı her yana. İbo’nun üzerinde o her zaman giydiği mavi kotu ve o kotun üzerine giydiği solgun laci önlüğü vardı. Kir ve yıpranma ile karışık grileşmiş bir halleri vardı üzerindeki kıyafetlerin. Ve Laz İbo’nun o hiç başından çıkarmadığı püsküllü şapkası… Kafasındaki şapka sayesinde bütün bir sivri burun yüz hatlarına hakim olmuştu. Beni görünce hemen işi bırakıp yanıma yanaşarak heyecan ve atakla konuşmaya başlamıştı. Kendince bir şeyler anlatıyor ve sanki bir şeyleri kaçırmışçasına konudan konuya atlayarak sohbeti koyulaştırıyordu. Ah İbo ah… O yorgun halime inat İbo’nun anlattıklarını ve havadislerini dinliyordum. Zira mahallenin muhtarı gibi her olan bitenden haberdardı. O sohbet sonrasında aradan sanırım bir onyedi sene geçti. Ve bir daha İbo’nun yüzünü görmedim.

İlkokul arkadaşım Laz İbo.

Hemen yan sınıfımızda okuyordu Laz İbo. Afet öğretmenin sınıfının en haylaz, en yaramaz, en laf dinlemez ve en tembel öğrencisiydi İbo. Afet öğretmenin sınıfı kardeş sınıfımızdı. Zira bizim ilkokul öğretmenimiz Aysel öğretmenle Afet öğretmen çok yakın arkadaşlardı. Öğretmenlerimizin arkadaşlığından mütevellit iki sınıf olarak her şeyi birlikte yapıyorduk. Her iki sınıf arasında amansız bir futbol maçı rekabeti de vardı hani… Ve Laz İbo o maçların baş figürüydü. Beceriksiz bir futbol oyuncusuydu ama ille de o futbolu oynamak için can atan bir hali vardı. Ve ilkokul birinci sınıftan itibaren başlayan maç seanslarımız sonrasında bir zaman İbo’ların sınıf bizi yenerdi, bir zaman biz onları yenerdik. Ama o maçların kahramanı her zaman Laz İbo olurdu. O heyecanlı hali topun peşinden koşturması ve bir türlü topa muvaffak olamayışı tam bir eğlencelik abideydi. Ve ilkokul bittikten sonra Laz İbo eğitim hayatında daha ileriye gitmemişti. Zira her yıl sonunda ikmale kalıp, okulda on beş gün daha ders almaya devam ediyordu Laz İbo. Laz İbo ilginç hareketleri, çok konuşması, heyecanlı davranış biçimleri ile ve yaramazlıkları ile bütün bir Camlı Kahve ahalisinin en tanınmış simasıydı. Bütün bir bölge insanı Laz İbo’yu öyle veya böyle tanırdı. 1980’li yılların ilk yarısında oturduğumuz bölgede kurulan futbol takımının da baş figürü olmuştu Laz İbo. Sağ ayağını sadece yürümek ve ayakta durmak için kullanan İbo takımın sol bek oyuncusuydu. Ama ne oyuncuydu!!! Ayağını savurduğu anda rakip oyuncunun sakatlanma ihtimalini düşünmeyen cinsten bir oyuncuydu. Ve bir de saha kenarı gazını yedi mi, işte o zaman İbo’yu tutabilene aşk olsun. İbo topun peşinden, yoksa oyuncunun peşinde mi koşuyordu? Belli değildi. Ama öfkeli bir hırsla koşuyor, hangisini önce yakalarsa tekmeyi savuruyordu. İbo’nun dengesiz oyunu nedeni ile rakip takımlar çoğu zaman İbo’nun oynatılmaması yönünde tekliflerde dahi bulunuyorlardı. Ama ille de İbo oynayacaktı. Oynamalıydı… Zira İbo’nun çenesi durmazdı. Hem futbol oynamayı beceremiyor hem de futboldan beri durmuyordu. Tam bir eğlencelik haldi İbo’nun vaziyeti. Ve İbo o takımın yıllarca sol bek mevkiinde görev yaptı. Ve bir gün, yine arkadaşımız olan rakip takım oyuncusu Atabey’in suratına savurduğu tekme sonrasında ortalığı kan gölüne çevirmişti İbo. Atabey’in burnuna gelen tekme sonrasında zavallı Atabey kendisini yere atmış ve burnunda akan kanı durdurmak için hayli çaba sarfetmişti. Ve o anda İbo’nun çevresindekilere dediği “Ne yapayım da ayamu salladum süratina geldi.”

Laz İbo’nun çalışmak, yemek yemek, uyumak ve kızların peşinde koşturmak dışında en sevdiği iki eğlencesinden birisiydi futbol oynamak. Ve bir diğer eğlencesi ise kahvehane oyunlarıydı. Futbol hadisesinde ne kadar beceriksiz bir oyuncu olsa da kahvehane oyunlarında bir kadar becerikliydi. Hoş ben gerçi hiçbir zaman İbo’nun olduğu bir masada oyunun sonunun normal bir şekilde bittiğine tanık olmamıştım… Zira ibo o masanın bir numaralı provakatörü olur, sağa sola laf yetiştirir ve en nihayetinde mutlaka bir oyun bozuculuk çıkıverirdi ortaya. İbo’nun oyun oynadığı masa mekânın en gürültülü masası olurdu. Zira hepsi aynı ayar ve frekansta olan oyuncular oldukları için masanın gürültülü olması son derece normaldi. Zira bu kişiler hep birbirleri ile oyun oynar ve zaten kimse bu birbirleri ile oyun oynayan müdavimlerle oyun oynamak istemezdi. Laz İbo’nun oyun oynadığı masada küfürlerin her biri gün yüzüne çıkmamış cinsten olurdu. Istakalar havada gezer, taşlar yerlerde toplanır ve hakaretler, tehditler birbirini kovalardı. İlginçtir, bu denli yüksek adrenalinin olduğu bu masada nedense yumruk yumruğa kavga çıkmazdı. Her şey masada kalır ve o masanın aktif oyuncuları onca döğüşün, küfürün, tehdidin ardından sarmaş dolaş muhabbete dalarlardı. Laz İbo’nun olduğu, bulunduğu her ortam en gürültülü ortam olma hüviyetini de kazanmıştı. İbo’nun o sesi illaki ortalığı egemenliği altına alıyor, Laz İbo önüne gelene laf yetiştiriyordu. Ve sonrasında gecenin bir yarısı olduğunda Laz İbo evin yolunu tutuyordu. Evet… Laz İbo’nun iki eğlencesi vardı… Futbol ve Kahvehane… Ve hiçbir zaman bitmeyen sevgilileri ile ilgili anlattıkları. Neden hiçbir zaman bir kızla gezerken görmemiştim Laz İbo’yu ama buna karşın Laz İbo, çenesi ile her gün bir sevgiliden ayrılıp yeni birisi ile çıkmaya başlıyordu. Ne zaman buluyordu o sevgilileri pek belli değildi ama… Çünkü Laz İbo’nun günü ya dükkânın başını beklemekle geçiyordu yada kahvehanede oyun oynamakla geçiyordu. Hafta sonları ise top peşinde koşturuyordu. Oysa anlatmaya başladığında dağları delip geçercesine sevgilileri ile olan muhabbetlerini besi konusu yapıyordu.

Bitmeyen Laz İbo haylazlıklarından birisine tanık olmuştum… Bir sabah evden çıkmış, ortaokulu okumuş olduğum okulun civarından geçerken bir arabanın hızla gidip lastik seviyesindeki kaldırıma çarptığına tanık olmuştum. Lacivert renkte Renault binek bir araçtı. Ve şoför mahalinde bizim İbo. Araç İbo’nun babasına aitti. Lakin İbo aracı bir şekilde aşırmış ve ortalıkta fink atıyor. Bir süre sonra araçla ani durmalar, ani kalkmalar yapmaya başlamıştı. Aracın alt kısımını tümseklere vuruyor ve etrafta bulunan insanlar İbo’nun yaptıklarını izliyordu. Araç o hale gelmiştiki, araç olmaktan çıkmıştı o güzelim araba. Ve bir süre sonra bu nedenden dolayı İbo’nun, babasından hayli okkalı bir dayak yediğini duymuştum.

İstanbul dışında yapacağımız bir maç için tutulan otobüse binmeyi tercih etmiştim. Oysa İbo, kendilerine ait olan bir kamyonla maça gelecekti ve bir grup arkadaş İbo’nun kullandığı bu kamyona binmeyi yeğledi. Maçın oynanacağı sahaya geldiğimizde İbo ve diğer bir grup arkadaşımız daha gelmemişti. Ve yaklaşık bir saat sonrasında geldiklerinde, İbo’nun yine o heyecanlı hali ile nasıl ölümden döndüklerini anlatışı hiç aklımdan çıkmaz. Kıl payı aracı uçuruma yuvarlamaktan kurtarmış İbo. Her ne kadar yaşanan olayların üzerine bir kaç kiloluk abartı koymuş olsa da İbo, diğer arkadaşların anlatımlarından hayli ciddi bir kaza olasılığından yırtmışlar.

Laz İbo böyle birisiydi.

O akşam son kez görmüştüm Laz İbo’yu… Ayak üstü bir sohbet ve sonrasında ben yoluma devam etmiştim. Ve sonrasında Antalya’ya yerleştim. Yaklaşık on yedi koca yıl olmuş Laz İbo’yu bir daha görmeyeli.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..