Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '13

 
Kategori
Güncel
 

Mağara çağlarına mı 1970'lere mi dönüyoruz?

Mağara çağlarına mı 1970'lere mi dönüyoruz?
 

Ankara'daki bir tepki göstersine arabası ile gelen palalı kişi (Alıntıdır)



Çoğumuz gibi ben de hukuktan yanayım. Hukuktan yana olmayanlar da var olduğu için 'çoğumuz' diye yazdım. Yoksa hapishaneler böylesine dolar taşar ve terör eylemleri çok güçlü bir siyasi baskı aracı olarak ortaya çıkabilir miydi? Her türlü ilişki eğer karşılıklı anlayış ve sevgi saygı dayanağından yoksun ise orada değişik boyutlu çatışmalar çıkar.
 
Eğer bir çatışmanın içerisinde bile azıcık da olsa sevgi saygı ve anlayış yanında uzlaşabilme isteği yok ise o çatışmanın ne gibi sonuçlar doğuracağını bilemeyiz. Bütün çatışma eylemlerinde aşırı bencillik, çıkarcılık, ayrımcılık, kincilik, kan davası gütme, namus, kendini üstün ve güçlü görme eğilimleri ile 'severim de döverim de' ve 'dediğim dedik'  kişilik yapısı yanında, 'Ben devletim. Ben iktidarım' ve Ben asarım keserim' gibi ilkel anlayışlar da yok mudur?
 
Büyük Ozan Yunus Emre'nin (800) yıl önce bize öğütlediği gibi, hani b i z i m O'nun, 'Yaratılmışı' severdik 'Yaratan'dan ötürü' sözüne göre dolu dolu yaşamamız gereken sevgi saygı? Nerede o İslâm'ın, 'Bir kişiyi öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir' tespitine göre hukuk egemenliğini dayatabilme erdemi?
 
Bir yerlerde 'b i z bize' çok iyi görüşür, konuşuruz. Tatlı dilimize doyum olmaz. Yeri geldiğinde konukseveriz de. Yeter ki birileri kişiliğimize ve çıkarımıza dokunmasın. O zaman bir anlamda 'ölümlerden ölüm beğen' dercesine kükrer, saldırır dururuz. Az çok Yalta'dan Akabe'ye kadar dolaştığım için biliyorum ki Ortadoğu toplumları da Türkiye de böyle kişilik yapılarınca doldurulmuştur. Ne yazık ki 'bizden olmayan' olarak nitelediğimiz kişi, grup ya da topluluklar bizden korksunlar öyle mi? 'Onların benden ya da bizden daha çok çekeceği var' dercesine yoğun bir kin ve öç alma duygusu ile dolu olmak sanırım kişinin önce kendisine sonra da çevresindekilere en büyük zulüm uygulamaya başlamasının ilk basamağıdır. İşte 'potansiyel suçluluk' bir yönü ile de böyle bir illettir.
 
Saldırgan eylemler hiç bir ayrım gözetilmeden cezalandırılmalıdır
 
Eğer saldırgan bir eylem ya da başkalarına zarar veren bir eylem var ise onun bir karşılığı olmalıdır. Hukuk dilinde buna 'müeyyide' ya da 'yaptırım' uygulamak deniliyor. Bu uygulama güvenlik güçleri, tanıklar, avukatlar, yargıçlar, adli tıp gibi kurumlardan geçerek adaletin yerini bulması ve dolayısıyla toplum güvenliği ile kişi ya da kurumların maddi ve manevi çıkarlarının korunmasına çalışılır. Bu yüzden can ve mal güvenliğini de içeren çok geniş anlamlı 'Adalet mülkün temelidir' sözünü Adalet Saraylarının en gözde yerlerine kazıtmıyor ya da duvarlarına asmıyor muyuz?
 
Geçenler İstanbul'da ortaya çıkan palalı saldırı üzerinden eğer o dört saldırgana gerekli ceza verilmemiş olduğuna göre bu tür saldırılar artar diye yazmıştım. İşte Ankara'da da olması beklenen olmuş: Yaralı öğrenci Ali İsmail Korkmaz'ın tedavi görmekte olduğu hastanede hayatını kaybetmesi üzerine Çankaya'nın Dikmen yolu üstünde tepkilerini ortaya koymak isteyen gruba arabaları ile gelen eli palalı kişiler saldırı düzenlemiş!

İlgili haberin ayrıntısında:
'Gezi Parkı eylemlerine destek için Eskişehir’de gösterilere katılan, ardından kimliği belirsiz kişiler tarafından dövülen Ali İsmail Korkmaz’ın hayatını kaybetmesi Ankara’da da protesto edildi. Kennedy Caddesi'nde toplanan gruba önce dağılın uyarısı yapan polis, göstericilerin dağılmaması üzerine TOMA ve Akrep'lerle müdahalede bulundu. Dikmen'de araçlardan ellerinde palalarla inen bazı kişiler göstericilere saldırdı' bilgisi var.

Peki, bu durum karşısında Yargı'dan hangi yetkili bu durum karşısında hukuki bir açıklama yapacaktır?
Bilindiği gibi beş gün önce İstanbul'da meydana gelen bir olayda çevre esnafından olduğu (ki ben artık bu gibi bilgilere de inanmıyorum. Eğer o kişiler sivil polis ise neden o an kimliklerini göstermediler ve o kimliklerin fotoğraflarının çekilmesini sağlamadılar, değil mi) belirtilen 'eli palalı' dört kişi polislerce yakalandıktan en çok otuz saat geçmeden ilgili Yargı yetkililerince salıverilmiştir.
 
Gezi Parkı'nın öcünü almak yaptırımsız kalabilir mi?

Yürürlükteki hukuk kuralları, içtihatlar ve Yargıcın yetkisi çerçevesinde böyle bir sonucun var olabilmesi 'saldırgan eylem ve yaptırım' ilişkisi bağlamında başlı başına 'bir saçmalık' değil midir? Ortaya çıkan bu  Yargı kararına göre bu tür saldırgan eylemlere özenerek yola çıkanlar çoğalmayacak mı dersiniz? Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi günümüzde de ortaya çıkan bazı can alıcı saldırgan eylemler yüreğimizi yaktığı için bu konularda Yargı'nın çok titiz olması gerekir. Bildiğimiz gibi bir anlamda ''dağ başında' oldukları için hiç bir hukuk, hiç bir erdemli duruş ve sevgi saygı duygusu bilmeyen nice aşağılık yapıdaki kişi en küçük bir sorun karşısında ya da bellediği kinden dolayı ortalığı kana bulamamış mıdır? 
 
Bu bağlamda alacak verecek, tarla takım, sulama, kız kaçırma, düğün dernek, sendika, parti, ayrımcılık ve yüzlerce trafik kazalarındaki silahlı ya da silahsız saldırıları nasıl unutabiliriz? Elbette o konuların çoğunun üzerine gidilerek gerekli yaptırımlar uygulanmıştır. Peki, son olarak görmeye başladığımız eli palalı ve tabancalı kişiler için neden gerekli yaptırımlar uygulanmıyor? Yoksa işin içerisinde Gezi Parkı eylemlerinin yarattığı etkilerin öcünün alınması gibi bir tavır sezildiği için mi söz konusu saldırgan kişiler kısaca bir gün içerisinde salıveriliyor? Hiç bir biçimde yakıştırmak istemediğim halde Yargı böyle bir tutum içerisinde olabilir mi, diye de sormak

Gösteri yapanlar bağırıp çağırsınlar bile polis onların can güvenliğinden sorumludur

Bilelim ki hiç kimse, hiçbir iktidar kendi doğrularını, yasa dayatarak bile olsa, azınlık durumundaki kişi ya da topluluklara dayatamaz. İktidarlar da muhalefet yetkilileri de her konuda seslerini yükselttikleri gibi onlara bağlı ya da değil değişik özelliklerdeki gruplar ile topluluklar da seslerini yükseltebilirler. Demokrasi kuralları içerisinde bunlar da var. İster demokratik düzen içinde ister totaliter düzen içinde olsun kişiler az ya da çok tepki verir. Demokratik düzenlerdeki tepkilere karşı geliştirilen uygulamalar insan odaklı çözümlerden yana özellikler taşıdığı halde totaliter düzenlerde, eleştirileri ve toplu yürüyüşleri de içeren eylemlere karşı tanklar, tabancalar, Biber Gazları ile el bombaları kullanılabilir. Çünkü hiç kimseye ‘benim doğrularıma boyun eğeceksiniz’ diye her türlü zorbalığa başvurma yetkisi yoktur iktidarların. Olamaz da. Bu yüzden öncelikle demokratik düzenlerde iktidarlar tepki eylemlerinin sağlıklı işleyebilmesi için gerekli güvenliği sağlama ve mümkün olduğunda hiç kimsenin burnunun bile kanamasına yol açmamasına çalışılır.

Bence bırakınız yurttaşlarımız çevreye zarar vermeden bağırıp çağırsın. İsteklerini sıralasın. Yeter ki yakıp yıkma yanında küfürsüz ve silahsız bir eylem gerçekleştirsinler. Dilerlerse basın açıklamasından sonra orada yatsınlar günlerce. Polise düşen görev oradakileri hiç sevmeseler, onları birer düşman olarak görseler bile kendilerine taşlı sopalı, Molotof bombalı ve küfürlü bir biçimde saldırıya geçmedikten sonra çevreden gelebilecek saldırılara karşı onların can güvenliğini sağlamaktır. Ankara’da gözlediğim hiçbir tepki gösterisinde polisin gerekli koruyucu tedbirleri aldığını görmedim. Sağlık Bakanlığına bağlı hiç bir Cankurtaran (Ambulans!) da görmedim desem yeridir.

Berlin’de bir gösteri

Ben bu tür bir tepki yürüyüşünü 1986 Aralık ayında Berlin’de gözledim: Değişik kesimlerde çalışan işçiler aylıklarının arttırılması ve diğer güvencelerinin arttırılmasının sağlanması için yürüyorlarmış. Ellerinde birkaç yazılı bez ile birkaç da flama var. Yer Postdamer Strasse. Önde yaya olarak birkaç polis var. Yanlarda ise turuncu ve yeşil renkli giysileri ile kaldırımdan geçenlerle birer duyuru veren işçi göze çarpıyor. Erkek ağırlıklı olarak yüz kişiden oluşan bu yürüyüş kolunun yanında da ikişer üçer kişiden oluşan polis vardı. Topluluk hiç bir bağırtı çağırtı çıkartmadan, çevreye saldırmadan, polis ya da esnaf saldırır diye hiç bir kaldırım taşını sökmeden ağır adımlarla ilerliyordu o geniş yol boyunca.

O gün bugündür bizde neden bu gibi güzellikler olmuyor diye düşünürüm. ‘Yangına körükle gitmek’ sözüne uygun işler yapmakta üstümüze yoktur desem yeridir. Ne yazık ki bu durum çoğu iktidarda olduğundan daha aşırı bir biçimde adında ‘adalet’ ile ‘kalkınma’ gibi iki kutsal kavram da bulunan AK Partili yıllarda gündemimizdeki yerini korumaktadır. AKP neden böyle bir sertlik içerisine sürüklendi inanın aklım almıyor. Konuştuğum kişilerle uzlaştığım konulardan biri de terör yandaşlarının yapmış olduğu nice tepki gösterileri ile Habur’da başlayan diğer gövde gösterilerine karşı, İstanbul, Ankara, İzmir ile Antalya’da görülen türden gerekli polis müdahalesinin olmamasıdır. Bence olmaması da gerekir. Çünkü derdi olan sesini yükseltmek, tepkisini vermek durumunda ise ne olur eğer ‘kontrolden geçirilirken’ silahları(!) da alınmış ise bırakınız o daracık alanda toplansınlar, çadır kursunlar.

Selanik’te bir çadır

2002’de Selanik’te bir grup ayrılıkçının eski Sultan Abdülhamit yolunda Büyük İskender kapısı diyebileceğim eski bir şehir kapısı girişine yakın bir yerde çadır kurmuş olduklarını görmüştüm. Birinin elinde bir Türk sazı vardı. Diğerleri ise ya oturup kitap okuyor ya da yanlarına gelenlerle konuşuyorlardı. Bir kaç kere yanlarından geçtiğim o kişileri gördükçe özellikle kandırılmışlıkları bakımında üzüldüğümü söylemeliyim. Ancak her şeye rağmen onlarla tanınan bu hakkı alkışlamak gerekir, diye düşündüm. Çünkü hiç kimseye zararları yoktu. Bir şeyleri hatırlatmak, bir şeyleri paylaşmak istiyorlardı. Buna kim karışabilir, değil mi? Eğer bir kişi bu ülkede hiçbir suçu olmadan dolaşabiliyor ise kimsenin gelip geçmesini de engellemeden bir yerlere konabilmelidir. Onun bu hakkına karşılık değişik içerikli zorbalıklar uygulamak ancak korkaklıkla tanımlanabilir.

Gözlemlere ve sohbetlere de önem veren bir toplum bilimci olarak inanın, bize göre hiç de 'münferit' olmayan bu gibi olaylar karşısında gerekli yaptırımların uygulanmaması karşısında şaşkına dönmüş durumdayım. Oysa Yargı kuralları Belediye Zabıtası aracılığı ile teneke-tava çalınması karşısında 'gürültü kirliğine yol açmaktan dolayı bir anda (90) TL kadar ceza yazabiliyor. Peki, karşılaştırmak gerekir ise üzerinize bir pala ile gelinerek tekme tokat dövülmek ve bir anda yanı başınızda bir tabancanın patlaması kişileri maddi ve manevi olarak hiç mi rahatsız etmiyor? Bu kadar ayrıntıya girmek zorunda kaldığıma göre artık ya iyice yaşlandım ya da iyiden iyiye dilime vurmaya başladı bu gibi sorunlar.
 
Küçük Amerika olamadık Küçük Teksas olamaz mısınız?
 
İnanın geçtiğimiz günlerde bu tür saldırılara gerekli cezalar verilmez ise bu saldırılar artar diye yazmıştım. Eğer her kişi kendi mesleğine ait bir alet ile her hangi bir durumda önüne gelene saldıracak olur ve bu tür eylemlere kalkışanlar da son örnek olaylarda olduğu gibi, özür dilercesine (!) işyerlerine geri yollanırsa toplumda çatışmacı eğilimler artar. Bu yüzden iki ayrı yorumlamamda 'palalı bir işyeri' açacağımı ve olası bir durumda 'fotoğraf makinemi' birer saldırı aracı olarak kullanabileceğimi yazmıştım, verilen karara tepki olarak.

Umarım bu konuda Yargı'dan bir açıklama gelecektir.
Eğer her hangi bir tepki (protesto) eylemine karşı gerekli güvenlik önlemleri de alınmıyor ise cezasız kalan bu gibi saldırgan eylemler çoğalacaktır. Sonuçta ise olay yerinde yoğun bir çatışmanın doğmayacağını hangi Yargı ve hangi güvenlik gücü yetkilisi garanti edebilir? Bilindiği gibi 'devlet' ya da onun ete kemiğe bürünmüş biçimi olan 'iktidar' yurttaşlarının can güvenliğini de korumak zorundadır. Eğer 'her kişi kendi can güvenliğini korusun, biz karışmayız' deniliyor ise Türkiye'de devlet bitmiş demektir. Bu durumda sopalı sözde sivil polisler, eli palalı esnaflar, eli tabancalı otelciler, tepki gösterisi yapanlara karşı polisten önce midahale etmek isteyen kişilerin ortalığı kasıp kavuracağını iyi bilelim. Böyle durumda ne devlet, ne hükümet, ne güvenlik güçleri, ne vicdan, ne yurttaşlık sevgisi, ne de güvenli bir tepki gösterisi yapabilmek gibi çağdaş durumlar var olabilir. Anlaşılan ya 'mağara' dönemindeki ilkelliklere ya da herkesin kendi kuralını uygulamaya kalkıştığı 'orman kanunu' içerikli vurdulu kırdılı günlere çok kalmadı.

1950'lerdeki çocukluğumdan beri duyduğum Küçük Amerika gerçekleşmeyince, sanırım birileri ya da kendinden menkul 'potansiyel saldırganlar' Türkiye'yi Küçük Teksas'a çevirmek istiyorlar.

Göz göre göre kişilerin birbirlerini boğazlamasına göz yummak hangi hukuk, devlet ya da hükümet düzeninde vardır, birileri bunu da açıklamalı.

İnanın 1970'lerde Ankara'daki o 'anarşi dolu' yıllarda bile bu kadar güvensiz bir ortam yaşamamıştım. Her şeye rağmen polisler polis, savcılar savcı idi. İçerisinde nice faili meçhuller ile arkadan adam vurmaların ve h i ç gerekmediği halde 'kurulu düzeni silah zoru ile yıkmaya kalkışmaktan' idam edilenlere ve okulundan, işinden olan on binlerce kardeşimize de çok yazık olmuştur.

Gerekli tedbirler alınmaz ise yeniden 1970'lere dönülmez mi?
Bana göre bütün sorun tepki ya da protesto gösterileri için gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmaması ve ilgili kuralların AB düzeyine çekilmemesinde düğümlenmektedir.
 
 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..