Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Mahalle baskısı veya fincancı katırlarını ürkütmeme üzerine...

Mahalle baskısı veya fincancı katırlarını ürkütmeme üzerine...
 

"Sevgili dostlarım,

Bugün 2008 yılının son günü ve ben sayfamda Pirmete dostumu ağırlıyorum.

Yılın son yazısını sizlerle paylaşırken bu vesile ile MB mahallesinin değerli sakinlerinin ve editörlerinin yeni yılını yürekten kutluyor sözü Pirmete dostuma bırakıyorum."

...

Prof: Binnaz Toprak ve ekibinin yaptığı sahra çalışmasının sonuçlarıyla yeniden gündeme oturdu bu sosyoloji terimi. Mahallelerin dilinden düşmüyor.

Mahalle bizim yakıştırmamız. Sosyolojideki adı grup. Yani bir grup dinamiği (sinerji) olabildiği gibi grup baskısı da olabiliyor.

En son, aynı başlık altında Taha Akyol’un köşesinde okudum (Milliyet, 26.12.08). Ne olduğu onyıllar önce bilim adamlarınca tanımlanmış bu kavram, bizim toplumda nedense nereye çeksen oraya gidiyor. O cihetten mi, bu cihetten mi geliyor bu baskı? Kendisi var mı, yok mu? Varsa, ortası var mı, yok mu?.. Bu ve benzeri sorular havalarda uçuşuyor. Prof. Toprak’tan alıntı: „Ne yazık ki Türkiye’de toplumsal sorunlar düşünce temelli değil, kamplaşmalar çerçevesinde tartışılıyor. Önemli olan, tartışmaktan çok, karşı tarafa gol atmak…“ Yani karşıdan kelle almak. Karşı tarafı kırmızı kartla, kartlarla eksiltmek…

Grup baskısı… Bir de benzer davranış/düşünüş yönünde baskı da deniyor adına (konformite baskısı).

Dediği şudur: Bu baskı; benzer davranan/düşünen bir grup içerisinde yer alan bireylerin davranış ve düşünce şablonlarında değişiklik yaratır.

Tanım biraz muğlâk gibi duruyor. Ama değil. Muzaffer Şerif Başoğlu, William Foote Whyte, Solomon Asch gibi sosyal psikoloji, davranış psikolojisi uzmanları deneylerle açıklamaya çalışmışlar bu fenomeni.

Ödemiş kökenli Başoğlu (1906-1988); grup davranışları, grubun bireyleri etkilemesinde rol oynayan faktörler ve bu etkileme sonucunda bireylerde ortaya çıkan, grubunkine benzer davranış/düşünce şablonları üzerinde çalışmış. Literatüre geçmiş iki deneyi var.

Bunlardan biri „otokinetik efekt“e dayanıyor. Şöyle bir benzetme mümkün: Pilotlar; gece yaptıkları uçuşlarda, yani ufukları kapkara iken, zaman zaman, gördükleri bazı ışık noktalarının, örneğin yerde bir ışık kaynağının ya da gökte bir yıldızın ne olduğunu ve bunların koordinatlarını belirlemek durumunda kalırlar. Otokinetik efekt ise pilotu yanıltabilir ve onda, ışık kaynağının kendi uçağına rota kırmış, yani havada çarpışma tehlikesi içeren bir başka uçağa ait olduğu yanılgısına yol açabilir.

Otokinetik efekt, zahirî bir harekettir. Kısa bir süre için zuhur eden bir ışık noktası, karanlıkta hareketliymiş gibi algılanabilir. Algılandığı şekliyle o hareketin yönü ve uzaklığı az veya çok olabilir. Hareketin (ya da örneğimizdeki gibi sabit bir noktanın) hareketinin algılanması her zaman referans alınacak bir noktanın varlığını gerektirir. Ancak tekbiçimli, iritasyonsuz bir ortamda böyle bir referans noktası olmaz. Işık kaynağının pozisyonu (koordinatları) net değildir. İstem dışı göz hareketlerinin (özellikle yorgunluk hallerinde) bu hareket efektinin oluşmasında rol oynaması olasılığı vardır. Ancak algılanan hareket, göz hareketleriyle birebir örtüşmez. Işık kaynağı bir noktanın otokinetik efektle algılanan hareketinin nesnel bir temeli yoktur. Yanılsama vardır orada. Ama yine de -Muzaffer Şerif’e göre- bu hareket, insanların oluşturduğu gruplarda „kanaat oluşumu“nun kökenlerini inceleyebilecekleri malzeme sunar bilimadamlarına.

Muzaffer Şerif’in bu bağlamda yaptığı bir „tatil kampı“ deneyi var. Önceden birbirlerini hiç tanımayan gençleri bir kampta bir araya getiriyor. Gençleri, önce günlerce tek grup halinde bir arada tutuyor. Sonra onları, eşit büyüklükte iki gruba ayırıyor. Ancak bunu yaparken, ilk aşamada kaynaşmış, kanka olmuş gençlerin aynı gruba düşmemesine özen gösteriyor. Bu iki grup, birbirinden bağımsız geziler, piknikler düzenliyor; her iki grubun mensupları, kendi aralarında bir aidiyet duygusu, grup bilinci oluşturuyorlar. Sonra Muzaffer Şerif, iki grup arasında çeşitli yarışmalar düzenliyor. Ve çok sürmüyor, bir gruptaki gençler ötekilere karşı saldırganlaşıyor, küfür ve hakaret ifadeleri uçuşuyor havada… Özet şöyle: Asıl deney, iki karşıt grubun oluşturulmasıyla başlıyor. Önce bu iki grup bir arada yedirilip içiriliyor. İkisine birlikte filmler vs. izlettiriliyor. Ama bunlar, gruplar arasındaki düşünce şablonlarını kırmaya, husumeti azaltmaya yetmiyor. Ne zaman ki bu iki gruba sadece birlikte üstesinden gelebilecekleri ortak bir görev veriliyor, örneğin „şu filmi sadece hep birlikte izlerseniz gösteririz“ deniyor, işte o zaman şablonların yumuşama süreci başlıyor.

Bu kadar ansiklopedik bilgi yeter. Muzaffer Şerif’in bir başka deneyi daha var gruplarla. Kapalı ve karanlık bir odada (Pilot benzetmesinde olduğu gibi). Ama Whyte ve Asch’a girmediğim gibi, ona da girmeyeyim. Blog uzar.

Bilim, gruptan söz ediyor.

Mahalle ise bizim buluşumuz.

Grup başka, mahalle başka.

Bilimin grubunda çözüm mümkün gibi görünüyor. Türk mahallesinde değil.

Ramazanda sokakta sigara içmek, bir lokantaya oturup yemek sıkıntı değil midir? Bunları yapanların dövüldüğü, jiletlendiği, hatta öldürüldüğü sadece söylenti midir? Çalıştığınız kurumun yemekhanesinin Ramazan ayında bakım onarıma alınması, genelevlerin hep kent dışında yer alması, kent büyüyüp de kent dışına postalanması, orada burada içki yasakları, kırmızı sokak oluşturma girişimleri tesadüf müdür? Bakkalın, marketçinin aldığın bira kutusunu ya da rakı şişesini gazete kâğıdına sarması, yetmiyormuş gibi siyah poşete koyması lâf olsun diye midir? Bırak mini etekli bir bayanı, blucin giymiş genç kızların bacaklarına kezzap püskürtmek reva mıdır? Şehirlerarası otobüslerde „aile“ olmayan kadın-erkeğin, ilkokul sıralarında kızla oğlanın yanyana oturtulmaması, yıkanmış kadın ve erkek iç çamaşırının kurutulmak üzere balkonda yanyana asılması ile ahlâk mı mahalle namusu mu kurtarılır?.. Örnek yeter. Alevî yurttaşlarımızın, diğer dinlere mensup „azınlık“ mensuplarımızın maruz kaldıkları baskılara hiç girmiyorum.

Bu sorulara evet cevabını veren her mahalleli, hele bir de Türkiye’de „mahalle baskısı“ yoktur diyorsa, yalan söyler. Çocukluğundan beri bildiği örneklerdir bunlar. İnkâr ederse, devekuşu konumuna düşer.Bu baskının olduğu bir gerçektir ve bu gerçeği ne Taha Akyol, ne de onun gibi „fincancı katırlarını ürkütmeme“ kaygısında olanlar değiştirebilir.

Değil mi yoksa?

Ayrıca, yoruma değer bulursanız bu yazımı, ilave örnekler de beklerim. Özellikle „öteki mahalle“nin uyguladığı baskılar da varsa, onlara da örnekler beklerim. Olmuşken tam olsun diye.

31.12.2008

Pirmete

 
Toplam blog
: 262
: 1569
Kayıt tarihi
: 27.09.07
 
 

Anadolu'nun doğusunda sonradan ismi değiştirilen köylerden birinde zemheri zamanına denk gelen bi..