Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Marmaris-Selimiye Köyünde yaza veda ederken...

Marmaris-Selimiye Köyünde yaza veda ederken...
 

bir peri masalı dinler gibi...


Obur zaman, her gün biraz daha fazla güneşi yemeye devam ederken ;

"Cebimizde ucu ucuna yetecek bir para

içimizde umutlar

bir çanta ve anılar koyulduk yola

Akdeniz merhaba..."



Günler ağır ağır kısalmakta,

Selimiye köyünün ihtiyarları hüzünle hatırlamakta geçmiş sonbaharları...

Güneş daha erken veda ediyor artık, koyu çevreleyen sarp dağların ardından.

Koy kızıl bir göl gibi...

Onun için mi eskilerde Kızıl Köy demişler acaba, antik çağlardan beri var olan ve eski adı Hydas olan köye ?


Yazlıkçılar çoktan dönüş yolunu tutmuşlar. Kumsallar sessiz ve ıssız.

Turgut şelalesinde, kızıla çalan kurumuş çınar yaprakları aheste aheste düşüyor, buz gibi mavilerin üstüne.

Akdenizin hararetini şelalenin altına usulca sokulup , mavi- yeşil çivi gibi soğuk sularında söndürmeli.

Hele şansınıza bir de sağınızda solunuzda , parlak nar çiçeği rengi üzerinde lacivert, samani benekli kelebekler uçuşuverirse ...



Eylülün hüznü elle tutulacak kadar yakın, acıtıcı ve bir o kadar da çekici girdaplar gibi sarmalıyor insanı.

Kumsallar ıssız ve Hisar Önüne bir at başı gibi sokulan Akdeniz çıldırtacak kadar sessiz. Yüzmek; dingin ve usul usul, ağır çekim bir dans gibi. Korkutmadan, uyandırmadan denizi, mavi sıcak kollarında doyasıya , çıldırasıya yaşamalı son yazı.

Hurma koyunda, Kamelyada, Dişlicede, Büyük Bahçede, Kocaadada; bedenin onun sıcak mavi kollarındayken ve kekik, ada çayı , fesleğen kokulu meltemler usul usul okşarken saçlarını, kandırıp da yüreğinin ağlarına doldurmalı Akdenizi…

Orfozları, laosları, yosunların arasına saklanmış ahtapotları ürkütmemek gerek; aheste atmalı kulaçları.

Volkanik kayaların sürrealist resimler gibi binbir desenle üstüste bindiği, birbirine sokulup aniden ayrıldığı, sonra yine birleşip hışımla göklere yükseldiği , üzerlerinde milyonlarca yılda denizle ve rüzgarla sevişe sevişe oluşmuş kırık, yatay, uzun, oval ve ritmik tempolarla rakseden derin çizgileri ve onlara kınalar çalan, artık fosile dönüşmüş kızıl yosunları hangi ressam böylesine resmedebilir ki ?

" Ruhları sustuğu vakit martıların kayalıklarındaki mezarlarında"

Akdenizin sıcak ve mavi kollarına sere serpe bırakıp kendini, bu muhteşem tablonun tutsaklığında sıfırlamalı ruhları.

Ve muhteşem kayaların arasından fışkırıveren makilikler, hurma ağaçları, yaban zeytinlerinin, pelinlerin gerçek sahipleri yaban keçilerinin...

Bir de ağustos böceklerinin hiç durmayan ötüşleri içinde...

Sürü sürü, pul pul gümüşi balıklar minik ısırıklar ve öpüşlerle okşamalı bedenini...

Deniz süt limanken ve karıncalar su içerken sürmeli motorları ışıklı maviliklere.

Bir peri masalı dinler gibi

Akdenizin sessizliğini dinlemeli .

Ve sonra...

"Deli gibi bir gürültu, ansızın,
Yırtılırcasına yarılır sessizlik,
Düşünür Akdeniz."

Ve

"Birden
Bir kıyamettir kopar ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı? "

Rüzgar güneşe nisbet kızıp söylendikçe Akdenize homur homur, işte tam o anda yelkenleri fora edip, motorları susturmalı.

İşte o anda sadece güneş, rüzgar ve Akdeniz...

İşte tam o anda, durmalı zaman .

Tam o anda... satmalı ruhları şeytana !


Ve melisa kokulu eflatun Akdeniz akşamlarında,

Anneler ve kızları,

Kaptanlar ve oğulları,

İlle de Hilal gelin...

Ve birde Symirnalı üç Amazon kadın.

Ay, kimbilir hangi bilinmedik ülkelerde uykuya çekilmişken,

Yıldızlar kocaman ve elle tutulacak kadar yakın ve çokken,

Ve yıldızların büyülü ışıkları Hydas'ın koynuna düşmüşken…

Hatta rüzgar bile söyleyecek sözlerini davudi sesli Şiir Adam'a bırakmışken,

Yeniden yeniden atmalı kendini, Akdenizin yıldızlı kollarına...

Ve tam o anda bir yıldız kaymalı...

Öyle şaşırmalı ki, dilek tutmayı bile unutup onunla sonsuzluğa uzanmalı...




Memleketimin en bakir, en bol oksijenli , henüz nasılsa yağmalanmamış güzelliğini cömertce sunan o balıkçı köyünde, bir anne ve iki kızı ;
Mutlaka Celal Kaptanın denize üç adımlık incir, muz ağaçlarının , okaliptusların gölgelendirdirdiği yerinde serin taş bungolovlarda horoz sesleri ile uyanmalı. Uyanır uyanmaz da soluğu denizde almalı. Kaptanın karısı, oğulları Kemal ve Kenan , kızları , torunları ve ille de Hilal gelin, bütün gün yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesi ile konukları memnun etmek için koşuşturup duran yakışıklı delikanlı Selimiyeli Osman , Laos buğulaması, mançisi ve kalamar tavasına doyamadığımız Vanlı ahçılarımız ve
Symirnalı üç amazon kadın ; Ayşe Dilek ve Esin... dostluğun, insan sevgisinin, güzelliklerin, paylaşımın dibine vurup….

Şarkılar tutturmalı avaz avaz...


"Takvimlerden haberin yok mu
geçiyor yıllar
bana küsmüş yüzüme gülmez zalim aynalar

kimimiz yorgun

kimimiz pişman

kimimiz isyankar...

Acı gerçek bu ömrümüz bir su
Geçiyor yillar.."



Hilal gelini Patnosa öğrencilerine doğru uğurlarken, ağustosun son gününde ve sabahın alacasında...

Sular dökmeli ardından,
sular gibi gidip, sular gibi bir an önce Köyüne, koyuna, Kemaline dönsün diye...




Ve Efendiler yat limanları yapıp da kıymasınlar diye o canım köye...

Bi şey yapmalı !

Henüz doğmamış Hilal gelinin çocukları yani Celal Kaptanın torunları için.

Bol oksijenli Selimiyenin 100 yaşındaki ihtiyarları için.

Onlar sohbaharları acıyla değil, sadece hüzünle ansınlar diye...

Selimiye ille de bizim olmadan onu sevmeye devam etmek, ona koşmak ve onu Hydas'dan beri öylece bıraktıkları gibi yeniden yeniden bulmak için...

 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..