Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Haziran '07

 
Kategori
Mizah
 

Marmaris'ten sevgilerle...

Marmaris'ten sevgilerle...
 

Kısa adı: ‘İlker’. Marmaris’te yaşar. Dağda, bayırda da yaşar. Deniz dibi cinleri ile yaşar, elektrikle iç içedir. Turizmle koyun koyunadır. Turistlerle ballı börektir. KDV.si de dahildir

Soyadı: ‘Hekimoğlu’dur. Doktorlukla alakası yoktur. Ama, balıkçılıkta ‘’Doktora’sını vermiştir.
Elektrik mühendisi, kökten sürme ‘balık’ doktorudur esasında.
Mütevazıdır. Esas mesleği balıkçılık, elektrik mühendisliği ile uğraşmak da ‘Hobi’sidir. Turizme tutkusu doğuştandır. Kışın Marmaris’te, ismi duyulmamış balıkları yakalardı o seller alıp götürdüğü zaman ortalığı. Atardı oltasını sarı sulara, balık çıkarırdı. B. Başkanı o zaman Karadinç’ti. Haber salardı ‘’İlker ne yapıyor oralarda?’’ diye.. Cevap gelirdi: ‘’Efendim balık tutuyor mahalle aralarında. Kaldırım balığıymış! Lezzetliymiş de ’’Şimdilerde o sel suları yok artık Marmaris’te. Şimdi o, gözden çok çok uzak sahillerde avlanıyor hınzırca. Tek başına.

Hayatında elektriğe çok çarpılmıştır ama, balıkların hep kendine çarpmasından keyif duymuştur. Birisi torbasından balık düşürmüştür, yürürken gelir, bizim balıkçının ayaklarına dolanır..
O kadar tutkuludur ki balık üzerine, yakasındaki elektrik mühendisliği rozeti yerine, işlemeli balık pulunu takar işte..

Bana rastladı, dedi: "Ayrılma.. İskelede" dedi. Ossat anladım. Sefere çıkılacak.. ’’İyi’’ dedik ve takıldık. Tam geceyarısı sefere çıktık. Yollara ağ serpmiş. Onları toplaya toplaya gideceğiz. Son durak: ‘’Aksaz’’.. Deniz kıyısında bir çiftlik burası. Etrafında ne bir köy var, ne bir mahalle ne de yol geçer. Sahibi Ankaralı. Senede bir ‘kaktüs’ getirir, dikmek için. ’Kaktüs’’ çiftliği de var Ahmet Beyin. Zevk işte.. İki saatlik yol. ’’Çiftlik Partisi’’ tertiplemişler. Bir kısmı da karadan gitmiş. Sanki bir blog toplantısı gibi, herkes vazife taksimi yapmış. Blog toplantısına gidiyorum sandım. Okudum hepsini.. Akdenizli dostumuz ve arkadaşları ballandırarak anlatıyorlar. Pirmete’li, Akdağlı yönetiminde blogcular, ’’Eymir’’e çıkarma yapmışlar. Şu kafiyeli isimlere bakınız: ‘’Evrim’ler, Meltem’ler, Eren’ler, Bayram’lar, Fulya’lar, Tuğbalar… Akdenizli veciz konuşmuş: ’’Biz tastamam bir kişiydik’’ diyor. Kitap gibi laf. Dayanışmaya bakınız siz. Gel de kıskanma. Arkadaşlar, ’’Kıskanmıyoruz ama, niye haber vermediniz’’ diyorlar. Yan cebi olanlar söylüyor bunları. Kıskanılmayacak gibi de değil hani.. İzmirli İlyas Bayram bana yazmış: ’’Tanışmak için illaki blog’ mu yazmalı. Size gelmek istiyorum’’ diyor. Ben de ‘’Karşıyaka İskelesi'nde, beyaz pabuçlu, beyaz şortlu birini görürsen, o benim işte’’ dedim.. ’’Beyaz ayakkabılı Memet ağa’’ misali.. Sonra ayıp olmasın diye de telefonumu verdim.. Bak şu işe ki bu arkadaşın sesi, Eymir’ler den geldi. Biz burada telefon bekliyorduk güya…

Bu blogcular buluşmasını düzene sokmak lazım. Birileri daha çıkar, ’’Çömlek kebabı partisi’’ yapıyoruz, haydi buyurun’’ der mi der?! Pelin Kalyoncu da bana soruyor, ikimiz, İzmirli olarak bu işi düzenleyelim mi?’’ diyor. İş rekabete mi kayıyor ne! Halbuki işin ciddiyeti var.

Aaa! Biz ne anlatıyorduk yahu! Marmaristeki çiftlik evindendi değil mi? Ha, unutmadan söyliyeyim. Blogcu bir pilot tam vaktinde orada olayım diye ince hesaplar yapıp, Eymir’e doğru uçmuş. Kimsecikleri görememiş, geri dönmüş. Dedim kendisine: ‘’Seni işletmişler. Uçakla gidinceye kadar dolmuşa, otobüse binseydin, daha kolay bulurdun onları'' dedimdi. Ama ben de atlamışım. Hakikaten kavilleşmiş millet orada… Neyse yolumuz az kaldı.Tekne balıkla doldu. Fenerlerin altında pırıl pırıllar… Haiti Adasına yanaşıyoruz sandım. Nefis bir koy. Ay ışığında pırıl pırıl.. İşte. Nihayet geldik. Millet havuzlu grili evinin önünde toplanmış. Sabaha daha çok var.. Kimi elbiseleriyle havuza atlamış.. Kimisi meydan ateşinde elbiselerini kurutuyor.. Çiftliğin sahibi tezgahta dostlarını ağırlıyor.. Bir Pamukkale Mustafa denilen arkadaş var. Vermişler eline bir çakmak. Kurusun diye asılı pantolon var. Ucundan yakmağa çalışıyor. Eczacı Harun, çakmağı aldı elinden. Yoksa çulsuz kalacaktı.
Bağ bahçede ne söylenir? ’' ’Bağlar gazeli’’ şarkısı.. Mutfakta ne pişer? ‘’Orman kebabı’’ Sofrada ne içilir? ’’Aslan rakısı’’ Közde ne var? ‘’Balık buğulaması…'' Millet aperatif alıyor daha. Yeni başlamışlar…

Çoban yıldızı tepeden bakıyor olup bitenlere: ‘’Amma da dağıttınız ha!’’ gibilerinden… Kahya, beş ocakta, aynı anda menü hazırlıyor...Bu kadar millete ancak yetiştirebiliyor… Biraz üşüdük.. Bizi, ’’Şömineli odaya’’ buyur ettiler.. Duvarlarında antika tüfekler asılı.. Çerçevelenmiş kaktüsler var.. O ne? Kapının arkasına rastladığım için geç fark ettim. ’’ Al sana koskocaman bir piyano’’ İyi mi?! O heyecanla birimiz piyanoya, birimiz mızıkaya, birimiz de trompete sarıldı.. Şöminenin romantik ışıkları duvarları yalamakla meşgul kırmızı diliyle.. Ve bir hengameyle başladı müzik… Sabahın ilk ışıkları daha!… İn yok cin yok. Biz varız sadece. Konu yok, komşu yok. Çök tavuğum çök.. Nerden inceyse, oradan kopsun.. Şehirde olsak, kafamıza çoktan saksı inerdi..

İlkten bir ‘’Kalinka’’.. Millet ele çırparak hızlanıyor gittikçe.. Aman Allahım bu ne iş? Bu ne saadet böyle?! Sabahın köründe yüzünü yıkamak için havuza elbiseyle girmişsin… Pirzalolarla sabah kahvaltını yapmışsın.. Şöminede elbiselerini kuruturken de kazaskalara sıra gelmiş, fıldır fıldır dönüyorsun.. Sanırsınız ki, ‘’Yerli film’’ çevriliyor sanırsınız. Herkes yönetmen.. Herkes baş oyuncu .Şehirde, duvara bir tek çivi çakacaksın da meraklısı gelip de ‘’Nane’’ olmayacak ha!..Efendim?!

Sabahın ilk ışıkları.. Geniş şömineli salonda sımsıcak olduk birden… Balıklar tepsilerle geliyor.. A, o da ne? Niye rakı yok? ‘’Bitmiş!’’ Deme!.. Ara, ara..Evdekiler de bitmiş. Bakkal iki saatlik Fethiye yolu üzerinde..Gidilmez!..

Heye gidi İlker Hekimoğlu.. ‘’Ben bir dolaşayım bari’’ diye çıktı odadan. Yarım saat sonra, elinde iki şişe rakıyle geri gelmesin mi? Oh be! Patlat bir ‘’Malegenya!’’ ‘’Ke bonitos ohos tienes’’ (Ne güzel gözlerin var).. O gece, pardon o sabah rakılar tekrar açıldı. Gün yeni başlıyordu öyle ya!

İlker Bey rakıyı bu dağ başı sayılan yerde, nereden buldu?.. Kimi sevda eker çöllere.. Kimi de darı eker tarlalara.. İlker dostumuz deniz diplerine, orman kıyılarına, ağaç diplerine ve de kovuklarına şişe şişe rakı eker.’ ’Sakla rakıyı, gelir zamanı’’ deyimi, kendisine aittir.
Bulunduğu içki meclislerinde, laf biter, içki bitmez sofrada. Laf da, meze de, rakı da bitse, sofranın muhabbeti yarım kalmaz. Bulur gelir içkiyi.. ’’Rakı eken, zevk biçer’’ sözünün patenti de kendisine aittir… İlkercik, rakıyı bazen turistlere buldurur ormanlarda gezdirirken onları… İki karış topraktan, bir ağaç kovuğundan çıkan içki şişesine şaşırır turistler. Hemen not alan da olur: ‘’Marmaris’in taşı toprağı içki’’ diye.. Eee, n’aparsınız, memleketi tanıtıyor herhalde!...

Bir blog gecesi tertiplenirse böylesi geçiyor gönlümden. Her şey sereserpeliğin damgasını vuracak.. Gocunma yok. Ortama uyacak. Bu gidişle herkes, kendi göbeğini kesecek galiba.. Mordoğanlı Aydın Bey, ’’Gurme’’ likten anlıyor. Onu bulur, rica ederiz. Liste alırız. Editörlerimizi de çağırırız. Dağlar taşlar adımızı yazar… Zeüs Tanrısı, Vakayinüvis’ e, istifasını verir her halde…’’ Hera’’, kıskançlığından helak olur… Artemis, temelli ormanlara kaçar… Venüs, Akdenizlere geri döner, tekrar doğmak üzere… Ve… Elemli deniz kuşları, gözyaşlarını damlatır o yükseklikten sulara…Sular halkalanır…Çırpıntıları karaya vurur..O seste bir aşkın iniltileri vardır…Yitik sevdalar vardır.. Dalgalar sevda kokar yakamozlanırken..Onun için ışıl ışıldırlar mehtaplı gecelerde…Rana Hanımın melekleri çıkar gelir..Koro başlar…’’Dün geceydi../Rüyamda gördüm seni../Ağlıyordun, sesli sesli../Neden?, dedim// Cevap vermedin../Baktın öylesine sessiz../Dudakların aralık ve ıslak../Eğilip öpemedim./Gözyaşlarını silemedim..

‘’Oğlum Muzo!’’ Kendine gel! Sen şimdi durduk yerde hikayeyi bırakıp da blog mu yazıyorsun.. Töğbe töğbe..

Bir hüzün kaplıyor içimi. Neden? Bilemiyorum. Bir film vardı: ‘’Skramuş’’ Adam palyaçoydu… Palyaço iken seviliyordu. Değilken, değil! O yüzden o, sevilmek için hep palyoça kaldı hayatta. Bilmiyorum, doğru mu kalmış aklımda… Bizler palyoço’muyuz?.. Bir ‘’Orfe Negro’’ filmi vardı. Çılgın geceler ve sabahı bomboş sokaklar.. Sokakta uçuşan, rüzgara boyun eğmiş öteberilerin uçuşmaları…. İşte böyle, nerden nereye geldik. Boş verin. Bizler yerine göre, gönüllerimizin palyaçosuyuz.. Testiyi kendimiz yapar, kulpunu da kendimiz takarız… İçimiz de dışımız da birdir bizim.Ege’nin ovasından bal, dağından da yağ akar..Biz, bizi paklarız.. Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızdadır.Bizi biz yapan, yine de ‘’Biziz’’Onun için, ’’Her yerde varız!’’

Oğlum İlker…Balıkçı İlker…Rakı bitti. Nerelerdesin?

Ne bu la?!

RESİMALTLARI: Manşetteki Balıkçı İlker ve Bremen Mızıkacıları... Eğlenmekse, eğlenmek.. O gece çılgınları oynadık. Başka türlü kurtarmazdı zaten.. Alttaki resimlerde de zaten üstleri yazılı.. Dijitalden ayrı, profesyonel makina kullandık. San'at resmi çekerken, denizdeki paydan, onlara da üleştirdik. Biri bakar yerse, kıyamet ondan kopar.... Ağ çekme molasında Martıları da yuvalarından edip, kendimize uydurduk (Siyah beyaz resim) Onları da balıkla yemlemiş olduk.. Diğer resimler de zaten tablo gibi çiftliği aksettiriyor..

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..