Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Marx haklı çıktı; emperyalizm dünyayı değiştirmeye, kalkındırmaya devam ediyor

Marx haklı çıktı; emperyalizm dünyayı değiştirmeye, kalkındırmaya devam ediyor
 

Her insan, bulunduğu, yaşadığı dönemin büyük değişimlere, dönüşümlere gebe olduğunu düşünür. Bunda bir gariplik olamaz. Herkes hayatını bir şekilde anlamlandırmak ister. Tarihin en anlamsız ve tatsız tuzsuz döneminde yaşamış olmak çok fazla kabul edilebilir bir şey değildir.

Marx ve Lenin’de muhtemelen böyle düşünüyorlardı. Ancak onların böyle düşünmeleri için yeterli gerekçeleri vardı. Çünkü yaşadıkları dönemi değiştirmek için ciddi bir çaba da sarf ediyorlardı.

Ancak gerek Marx, gerekse de Lenin, sahip oldukları pozitivist zihniyet yapıları dolayısı ile, tarihi oldukça düz bir çizgi olarak değerlendirdiler. Onlar için insanlığın geldiği nokta ve geçirdiği evreler de belliydi, dolayısı ile gideceği ve ulaşacağı nokta da.

Marx’la Lenin’i ayıran temel nokta, Marx’ın fazla kendiliğinci oluşu, yani sürecin çok fazla müdahale gerektirmeden de, varacağı noktaya ulaşacağına dair inancıydı. Lenin ise aşırı iradeci bir anlayışa sahipti. O, tarih henüz şartları sağlamasa da, koşullar yeterince uygun olmasa da, iradenin her şeyi olması gerektiği düzene kavuşturacağına ve yapılması gerekeni yapacağına inanıyordu.

Marx için kapitalizm, tarihsel materyalizm sürecinde bir önceki aşamadan ilerici, bir sonraki adımdan gerici bir aşamaydı. Marx kendi yaşadığı dönemde, kapitalizm hala bir önceki aşama ile mücadele ettiği için (feodal güçleri dağıttığı, insanı sarıp sarmalayan maddi temelleri olmayan kimlikleri yırtıp attığı için) onu daha çok ilerici yönleri ile tanımlıyordu. Marx’a göre kapitalizmin gelişmesi ile, modern bir yaşam, modern bir üretim modeli ve dolayısı ile modern bir mücadele zemini oluşacak ve kapitalizm kendiliğinden kendi sonunu hazırlayan bir sürece yönelecekti. Hani nerdeyse, bu sürecin sonunda, işçi sınıfı bir fiske ile kapitalist düzeni yerle bir edecekti. Çünkü teorize ettiği süreç içinde, üretim araçları mülkiyetine sahip olanlar azalacak, emekçi güçler çoğalacak ve iki yapı arasındaki uzlaşmaz çelişki, güç dengesinin bozulması ile kolayca sona erecekti.

Marx tüm bu nedenlerle, kapitalizmin yeşerdiği ve geliştiği topraklardan, dünyanın geri kalmış coğrafyalarına dağılma sürecini de, kapitalizmin tüm dünyada yapısallaşması olarak değerlendirdi ve İngilizlerin Hindistan’ı işgalinde de olduğu gibi olumladı. Çünkü sürecin kendiliğinden gelişmesi için bu bir zorunluluktu. Kapitalizm daha fazla yayılacak ve dünyanın dört bir tarafında kendi celladı olan işçi sınıfını var edecekti.

Lenin tüm bu süreci altüst etti. Belki de kapitalizmin beklenenden daha direngen bir düzen olduğunu fark ettiğinden olsa gerek, kapitalizmin bu yayılma sürecini, bir sonraki aşamanın yolunu açan bir süreç olarak değil, aksine kapitalizmin ömrünü uzatan bir adım olarak değerlendirdi. Onun için emperyalizm süreci, neredeyse kapitalizmin yapısal kusurlarını tamir eden bir serum işlevi görüyordu.

Lenin’i Marx’tan ayıran ilk tespiti, kapitalizmin ilerici vasfını kaybettiği ve burjuvazinin de artık tamamen asalak bir sınıf olduğu tespitiydi. Bu nedenle artık dünya üzerinde kapitalizmi ilerici kılan aşama olan, burjuva devrimlerinin yaşanma şansı kalmamıştı. Kapitalizm, feodalizmi dönüştürme, onu yok edip, toplumu bir sonraki aşamaya taşıma gücünü kaybetmişti. Bu nedenle, geri kalmış toplumlar için kapitalizmin olgunlaşmasını beklemenin de bir gereği yoktu. Artık toplumun tüm ezilen ve sömürülen kesimleri, sınıfı ne olursa olsun, nihai aşamaya geçmek için görev edinebilirlerdi. Ama kapitalist sürecin kendiliğinden sınıf ve onun bilincini üretme gücü de kalmadığından, toplumun ezilen tüm güçlerine bilinç dışarıdan, okumuş, yazmış ve sosyalizme gönül vermiş bireylerince taşınabilirdi. Bu nedenle Lenin, Marx’ta asla rastlanmayan öncü örgüt tanımını geliştirdi.

Marx ve Lenin arasındaki farkı ve teorilerini bu şekilde kısaca aktardıktan sonra, Marx’ın ölümünden 126 yıl ve Lenin’in ölümünden 85 yıl sonra, hangisinin kapitalizm ve emperyalizm görüşünün daha doğru olduğuna kısaca bakmak istiyorum. Kapitalizm ilerici niteliğini kaybetti mi, yoksa toplumları feodalizmden daha modern sistemlere taşıma yeteneğini hala taşıyor mu?

Ama galiba daha önemli soru şu; eğer ki kapitalizm toplumları, Marx’ın da öngördüğü gibi daha modern sistemlere taşımaya devam etti, üretim sistemlerini daha da geliştirdi ise, bu insanlık adına daha mı iyi oldu, daha mı kötü? Bunu ikinci aşamada inceleyeceğiz. Önce “bilimsel” sosyalist teori içinde ilerlemeye devam edelim.

Emperyalizm, ne yazık ki, Lenin’i doğrulamadı. Ancak bu, 180 derecelik bir doğru/yanlış zıtlığında olmadı. Yani Lenin emperyalizme “kötü” dedi ama emperyalizm “iyi” çıkmadı. Yalnızca emperyalizm, Lenin'in iddia ettiği gibi, az gelişmiş toplumlarda kapitalist bir sistemin oluşmasına, o sistemin giderek derinleşmesine, derinleşen kapitalizmin eski, gerici sistemleri, değer yargılarını ortadan kaldırmasına engel olmadı.

Ancak arada kısaca ifade etmek gerekir ki, emperyalizm, karşısına aldığı muhatabının durumuna, altyapısına göre davranma ilkelliğinden kurtulamadı. 20. yüzyılın ve günümüzün emperyalizm tahlilini ayrı bir yazıda uzun uzadıya yapmak gerekiyor. Hatta bu bir göreve dönüşmüş durumda. Çünkü ağızlara sakız olan emperyalizm ifadesi, milliyetçisinden, dindarına, sosyal demokratından, 3. dünya sosyalistlerine kadar, teorik anlamından soyutlanıp hikâye formatında ele alınan bir kavrama dönüştü iyice.

Bir önceki paragrafın ilk cümlesini açacak olursak, emperyalizm, Japonya’ya, Almanya’ya, İspanya’ya, Yunanistan’a ayrı, Türkiye’ye, Güney Kore’ye, Endonezya’ya, Hindistan’a, Brezilya’ya ayrı, Cezayir, Kongo, Etiyopya, Irak, Yemen veya Sierra Leone’a aynı şekilde davranmadı. Hepsine de, sahip oldukları altyapı düzeyi, sahip oldukları sermaye birikimi seviyesine göre farklı farklı davrandı. Bunu gerekçeleri uzun uzun incelenebilir.

Bunların içinde en çarpıcı örneklerin Japonya ve Türkiye olduğunu düşünüyorum. Çünkü 1850’lerde oldukça benzer konumlarda olan, benzer dönemlerde batılılaşma hareketlerine başlayan, dönemlerin çok gerisinde kalan yönetim çarklarını, üretim sistemlerini kırmakta zorlanan, tutucu toplumlara sahip olan bu iki ülke, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren farklı kulvarlarda ilerlediler. Japonya II. Dünya savaşında ağır bir yenilgi aldı, iki şehri yerle bir oldu ve savaşın sonunda bir Amerikan generalinin vali olarak atandığı, anayasası yeni baştan Amerika tarafından belirlenen, yüklü borç batağına giren sömürge bir ülke oldu. Ancak şu an geldiği noktada dünyanın en büyük ikinci ekonomisine (İngiltere ve Fransa’nın toplamı kadar), en büyük teknoloji geliştiricilerinden birisi haline gelmiş durumda.

Türkiye’nin emperyalizmle girdiği ilişki, Japonya’ya göre daha cılız oldu. Ama her zaman bir etki düzeyi oldu. İlişkinin gün geçtikçe arttığını söyleyebiliriz. Ama Türkiye emperyalizmle ilişkiyi derinleştirdikçe, Marx’ın kapitalizmden beklediği aşamaların hepsi bir bir gerçekleşmeye başladı. Marx’ın ifadeleri üzerinden ilerleyecek olursak; Kır kentin egemenliğine sokuldu, çok büyük kentler yaratıldı, kent nüfusu kır nüfusuna oranla arttı, kitleler kırın bönlüğünden kurtarıldı, üretim araçları hızla iyileşti, haberleşme ve ulaşım kolaylaştı, toplum batının modern ve uygar yaşam formlarını benimsemeye başladı, tüketim arttı, Osmanlı’da hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında olmayan işçi sınıfı filizlenmeye başladı, ülkenin bugün 10 milyon sigortalı işçisi oldu. Cumhuriyet kurulduğunda kişi başına düşen 45 dolar milli gelir, 6.000 dolar seviyelerine çıktı.

Hatta, son 20 yılda (demirperde çöktüğünden beri) Çin'in dahi, ülkeye inanılmaz ölçüde bir yabancı sermaye çekerek (emperyalizmi ülkeye davet ederek), devlet kapitalizmi yöntemi ile nasıl kalkındığını da bu iki örneğin üzerine ekleyebiliriz.

Bugün ortalama bir solcu, ülkenin yaklaşık 60 yıldır emperyalizmle içli dışlı olduğunu kabul ettiğine göre, emperyalizmin bu ülkede kapitalizmi derinleştirdiğini, feodal kalıpları yıkıp modern kalıpları yerleştirdiğini, bunun Marx'a göre ilerici bir aşama olduğunu da bir şekilde kabul etmesi gerekir. Ve dolayısı ile Lenin’in kapitalizmin emperyalizm çağında toplumları ilerletme vasfını kaybettiği iddiasının yanlış, Marx’ın sürecin kendiliğinden gelişeceği iddiasının doğru olduğunu onaylaması gerekiyor.

Ama tüm bu sürece, dünyaya modernist pencereden bakan sosyalizm ve kapitalizmin zihinsel yapısının dışından baktığınızda, dünyadaki gelişmelerin baştan aşağı yanlışlandığını da kolaylıkla fark edebiliriz. Buna bir sonraki yazıda girelim. Artık yavaş yavaş “bilimsel” sosyalizm”in ve hayatın her yönünü saran kapitalist mantığın sınırlarının dışına çıkmak gerekiyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..