Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Memleketimden insan manzaraları (Mülayim efendi)

Memleketimden insan manzaraları (Mülayim efendi)
 

sıradan insan kalabalıkları


Adı Mülayim’di. Herkes ona “Mülayim efendi” diye hitap ederdi.
 
Adı ile çok uyuşan bir kişiliği vardı.
 
Öyle ki; bugüne kadar hiç kimseyle tartışmamış, hiç kimseyi kırmamış hep olduğuyla yetinmiş yaşamla çok barışık biriydi. Eşi dostu onu hep öyle bilir, ondan bahsedilince “Mülayim efendinin vur sırtına yumruğu, al ağzından lokmayı; gıkını çıkarmaz” derlerdi.
 
Otuz yıllık evliliği süresince eşine bir gün bile “sen” dememiş; hep eşinin bir dediğini ikiletmemek için çırpınmıştı.
 
Onun bu çok uysal sürekli verici kişiliğini bilen eş dosttan hanımlar kocalarına “bir kendine bak bir Mülayim efendiye bak. Adam eşinin gözünün içine bakıp duruyor. Benim o kadından neyim eksik?” diye sitem eder henüz evlenmemiş kızlara “Allah size Mülayim efendi gibi bir koca verir inşallah” diye duacı olurlardı.
 
Onların kocası hakkında bu düşüncelerini bilen eşi yeri geldi mi? “siz öyle diyorsunuz şekerim. Valla benimki de hayat mı? Bir gün bile bir şeye olmaz demiyor. Her dediğime ‘olur karıcığım’ deyince Allah sizi inandırsın afakanlar basıyor. İnsan bir kere de ‘olmaz’ der tartışırsınız; hayatınız renklenir; öyle değil mi?” diye çaktırmadan övününce konuştuğu bayan kimse ona hafakanlar basardı.
 
Çünkü onun çevresindeki kadınların hemen hepsi kocalarının “olmaz, sonra, bakarız” deyişlerinden yaka silkiyor “ha bir kere de ‘tamam karıcığım’ de de gönlümü al” diye şikayet ediyordu.
 
Yani sizin anlayacağınız Mülayim efendi etrafındaki kadınların gıptayla baktığı adı gibi çok mülayim biriydi.
 
Bazen arkadaşları ona takılır “adın Sert olsa ne yazar mirim. Allah seni doğuştan mülayim yaratmış” diye takılırlardı.
 
Bir keresinde rahatsızlanıp gittiği doktoru ona “önemli bir şeyiniz yok Mülayim efendi. Yaşlanıyorsunuz artık. Yediğinize içtiğinize dikkat edin. Hamur işlerinden, şekerden uzak kalır yeter. Ha! Bir de spor yapmayı ihmal etmeyin. Sabahları yapacağınız yarım saatlik yürüyüş bile yeter” deyince Mülayim efendi doktorunun “yarım saatlik yürüyüş yapsanız bile yeter” deyişini bile günlük alınan ilaç gibi kabul etmiş; o günden sonra her gün yürüyüş yapıyordu.
 
O gün de erkenden kalkmış yürüyüşe gidecekti.
 
Gerçi eşi onun bu erken kalkmalarına hep söylenir sık sık  “bıktım her gün senin böyle erkenden kalkmaların” diye söylenirdi. Ama o da “haklısın karıcığım; ama biliyorsun doktorum öyle söyledi” diye mutlaka karısının gönlünü alır öyle yürüyüşe çıkardı.
 
Onun için o gün de eşi uyanıp da yine söylenmesin diye usulca kalktı. Gürültü yapmamak için salona geçti; orada sessizce giyindi. Her gün olduğu gibi yürüyüş yapmak için sessizce sokağa çıktı.
 
Yürürken havanın serinlediğini fark etti. Aklına eşinin “kabul et artık sen de, ben de yaşlanıyoruz” dediği geldi. İçinden “galiba hanım haklı. Soğukta üşütüp hastalanmamak için bir şapka almak gerekiyor” diye geçirdi.
 
Ömründe bazı okul askerlik gibi zorluklar dışında hiç şapka giymemişti. Ama şimdi “artık havalar soğuyor. Yaş da yerine geldi; bir şapka alsam iyi olacak” dediği için gözü vitrinlerdeydi.
 
Şapka satılan bir dükkana rastlarım diye vitrinlere baka baka ilerliyordu.
 
Baktı, önünden geçtiği dükkanın vitrininde şapkalar gördü. Durdu vitrine baktı. Güzel şapkalar vardı. Dükkandan içeri girdi. Onu orada güzelce bir bayan karşıladı. “Buyurun beyefendi” dedi.
 
Bizimki kendisine beyefendi denmesinden hoşlanmıştı. Öyle ya tabi “beyefendi” idi. Bunu bu bayan bile biliyor da eşi bilmiyordu. Ona hep “Mülayim efendi” diye hitap etmiş; bir gün bile Mülayim bey dememişti.
 
Onun için kadının “buyurun beyefendi” demesine hafiften gülümsedi. “Sağ olun hanımefendi.  Kendime uygun bir şapka bakıyordum. Vitrinizdeki güzel şapkaları görünce buyurup geldim” dedi.
 
Bayan onun bu beyefendi kişiliğinden etkilenmiş olacak ki; kibarca “tabi efendim. Sizin için uygun çok güzel şapkalarımız var” dedi ve tezgaha iki üç şapka koydu. Özelliklerini anlatmaya başladı. “Şu gençler için, şu orta yaşlılar için, şu da biraz daha yaşlılar için çok güzel şapkalar” dedi.
 
Bizimki artık genç olmadığını kabul etmişti. Gerçi eşi ona “yaşandın artık kabul et” deyince buna içinden kızar; ama hiç tepki vermezdi. Belki çok genç değildi; ama öyle yaşlanmış da saymıyordu kendini. 
 
Onun için bayanın ‘orta yaşlılara’ diye gösterdiği şapkayı alıp giydi. Etrafına ‘ayna var mı?’ diye bakındı; yoktu. Bayana ”nasıl oldu?” diye sordu.
 
Bayan büyük bir ilgiyle ”şahane oldu beyefendi, çok yakıştı. Mutlaka bunu almalısınız” deyince Mülayim efendinin koltukları kabardı. Bayanın söylediklerine inandı. ‘Eee!! Ne de olsa gençken yakışıklı sayılırdı’ veya o kendini öyle zannederdi.
 
“Teşekkür ederim hanımefendi. Bunu alayım” dedi. Parasını verdi. Bayan “paket yapayım” deyince “teşekkür ederim. Yakıştı diyorsunuz. O halde burada giyeyim” dedi. Şapkayı güzelce giydi, bayana “hoşça kalın efendim” deyip dükkandan çıktı.
 
Bayanın şapkanın çok yakıştığını söylemesinin verdiği keyifle yürüyüşten vazgeçti. O keyifle evine dönmek için yürüdü.
 
Yolda giderken önünden geçtiği vitrinlerin önünde durup kendine bakıyor, şapkanın yakışıp yakışmadığını kontrol ediyordu.
 
Bu şekilde evine geldi, kapıyı usulca açıp girdi. Baktı; hanımı da kalkmış kahvaltı hazırlıyordu. Karısı ona baktı “erken döndün” dedi.
 
Hayret! ‘eşi başındaki şapkayı görmemiş veya fark etmemişti’. O bunu önemsemeyip eşinin karşısında durdu “Nasıl yakışmış mı?” diye sordu.
 
Eşi bu sırada kahvaltı hazırlamakla meşguldü “neyi soruyorsun?” dedi. Mülayim efendinin canı sıkılmıştı; ama belli etmedi. İçinde “hayret başımdaki şapkayı fark etmedi” diye düşündü; yine sordu. “Şapka bana yakışmış mı?” dedi.
 
Eşi “sen yaşlandın, hastasın da” derken Mülayim efendi kibarca eşinin sözünü kesti. “Ben onu demiyorum hayatım. Şapka yakışmış mı onu soruyorum” dedi.
 
Eşi yine “tamam yalnız sen yaşlanıyorsun; hem biraz da rahatsızsın” deyince Mülayim efendi ilk kez ona biraz sert “yahu bırak yaşlılığı onu, bunu hanım. Ben sana şapka yakıştı mı, yakışmadı mı? Onu soruyorum” dedi.
 
Eşi “iyi ama sen yaşlısın hayatım” diye söze başlayınca Mülayim efendi biraz daha sinirlendi. Biraz yüksek sesle “hayatım bırak sen benim ihtiyarlığımı falan; şapka yakıştı mı yakışmadı mı sen onu söyle” dedi.
 
Eşi yine benzer cevap vermeye yeltenince bu sefer ilk kez eşine “be kadın” diye hitap edip “sen soruma cevap ver. Yakıştı mı? Yakışmadı mı?” diye daha hiddetli sordu.
 
Eşi bir türlü şapkanın yakışıp, yakışmadığını değil de onun yaşlılığını öne sürüp ‘yakışsa ne olacak ki?” demeye gelen sözler sarf ediyordu.
 
Mülayim beyin suratı kıpkırmızı olmuş sinirden tir tir titremeye başlamıştı.
 
Onu ilk kez böyle gören eşi “buna ne oldu böyle?” diye şaşkın bakınırken Mülayim bey hışımla masanın üzerindeki şişeyi eline aldı “bak kadın” diye bağırdı. “Son kez soruyorum. Yakıştı veya yakışmadı de. Başka bir şey söylersen şişeyi kafanda parçalarım” dedi.
 
Eşi ilk kez bu kadar sinirli gördüğü eşi karşısında korkudan büzülmüş; kısık bir sesle “bende onu diyorum ya” deyince Mülayim efendinin sinirleri boşaldı. Bir süre eşine onu öldürecekmiş gibi baktı; döndü şişeyi masanın üzerine bıraktı.
 
Eşine bir türlü “yakıştı” veya “yakışmadı” dedirtmeyi başaramamıştı.
 
Şapkayı başından çıkardı. Gitti; sandık odasına girdi. Kendi öteberisini koyduğu kilitli sandığı açtı. İçindeki eşyaların en altına şapkayı koyup sandığı kapatıp, kapağı kilitledi.
 
Bir daha da hiç şapka giymedi. Çocukları “soğukta üşütürsün, başına bir şapka al” dediklerinde veya eşi “hava soğudu hayatım. O aldığın şapkayı giysen iyi olur” dediğinde terslenip ve onları hiç duymamış gibi başka konulardan konuşuyordu.
 
O günden sonra da artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
 
Mülayim efendi herkesin ‘buna ne oldu böyle?” diye hayretli bakışları karşısında adı Mülayim kendi çok aksi ve çok sert biri olarak yaşamına devam etti.
 
Artık o günden sonra onların etrafındaki eş dost hiçbir kadın kocalarına “Bir Mülayim efendiye bak, bir kendine bak. Ne talihsiz kadınım? Hep ‘olmaz’ diyorsun” veya “Mülayim efendinin eşinden neyim eksik benim?” demedi. Hiç biri hiçbir genç kıza “İnşallah Allah sana Mülayim efendi gibi bir koca versin” demedi.
 
Çünkü karısı o gün şapka konusunda onun istediği cevabı vermeyince Mülayim efendinin yıllarca herkesle uyumlu geçineyim derken “hayır, olmaz” diyememenin içinde biriktirdiği öfke canavarını patlatıp dışına çıkartmayı başarmıştı.
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..