Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Memleketin ilacı: sarımsak ve soğan

Memleketin ilacı: sarımsak ve soğan
 

Yıl 2008. Yirmibirinci yüzyılın ilk yarısı... Kurtuluş Savaşı’nda dört cephede verilen mücadele döneminden ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından günümüze 85 yıl geçmiş. Hemen hemen üç nesillik bir süreç… Bu, Türkiye gibi müthiş bir tarihi ve kültürel birikime, dahası buna dayalı bir kişilik karizmasına sahip bir ülkenin çağ atlaması gerektiren çok uzun bir tarihi zaman dilimi. Ancak Türkiye kendi içindeki veba ve AIDS’ten de tehlikeli ve hatta kanserden daha ölümcül bir hastalık mikrobunu, ne yazık ki bünyesine almış durumda.

Hastalık, kuduz mikrobunun canlı bedeninde gösterdiği semtomlara benzer özellikler göstermektedir. Toplumsal akıl ve mantık, irade ve bilincini kaybetmek üzere. Düş dünyasında, halisinasyonlar içinde, gerçekle görüntü arasında kendinden uzaklaşma düzeyinde. Peki, nedir bu tanısı tam olarak yapılamayan hastalık? Nasıl hem "laik", "Atatürkçü", ve humanist "milliyetçi" olup hem de Tanrı’ya inanmanın evrensel boyutlarını bilememenin bünyede yarattığı alerjik reaksiyonu bu, Türk insanın hastalığı.

Bünyeye sızan mikroplar, uygun bir fırsatta bağışıklık sistemine saldırıp bedeni güçsüz duruma düşürürerek tek bir hamlede yıkıverirler. Ondan sonra, o bünyeyi tanımayan doktorların deneme yanılma yöntemiyle tanı yapıp yazdığı reçetelerle hastalık iyileşmek yerine daha da ilerler. Türkiye’nin bağışıklık sisteminin gücü, zor şartlarda birlik ve beraberlik içinde olup, her ne şartla olursa olsun “laiklik”, “Atatürk ilkeleri” ve “humanist milliyetçilik” konusunda taviz vermemek gibi çok sağlam bir temele ve Atatürk’ün örnek bir lider olarak Türk milleti için hayati varlığı ve saygınlığına dayanıyordu.

İşte bu bağışıklık sistemi çeşitli şekillerde çökertilmiştir. Mikrop unsurlar şimdi işbaşındalar… Nekahat dönemi sona ermiştir. Yargı, yönetim, yasama ve kanun uygulama noktalarında ortaya çıkan yüksek ateş aslında hasta bedenin bünyesindeki mikroplara karşı verilen savunma savaşının bir sonucudur.

Doktorlara gelince… Onlar, Batılı oldukları için “Avrasyalı”lığın vebası ya da AIDS mikrobu olan “cahillik”, “magandalık”, “gericilik” ve “kökten dincilik”in Türk toplumunda yarattığı ateşli hastalığa sürekli yanlış tanı koyup, bu hastalığı kendi yaptıkları etkisiz ilaçlarla ve tedavi yöntemleriyle cevap vermek eğilimindeler. Türk insanın gönlündeki farklı inanç sistemleri, asırlardır bünyesinde varolan salgı bezleridir. Gereken hormonu ihtiyaca göre salgılarlar. Hormonların kimyasıyla sürekli oynanması, bedenin metabolizmasını, yani fizyolojik, biyolojik ve psikolojik yapısını altüst eder.

İşte, “Toplumsal kimlik” bunalımı ve “toplumsal değerler”deki erozyon, bu hormonal dengesizliğin bir sonucu olarak Türk insanın yaşamına şu anda egemen. Laik, “Atatürkçü ve milliyetçi düşünceye sahip olmanın rahatsız edici bir sosyal yapılaşmaya neden olduğu” halisünasyonu içinde, son zamanlarda beyni sürekli yıkanan Türk insanı, yurt içinde ve dışındaki kökten kemirici ve yıpratıcı unsurların etkisi altına girmiştir. Bu etki altına girme olayı, önce ekonomik sıkıntılar içinde olan halka “refah” ve “zenginlik” vaadleriyle başlamış, sonra Tanrı’yla kul arasına girmenin farz, paranın ve zenginliğin, hatta en kötüsü “siyasi iktidarın Tanrı’nın ilahi adaleti” olduğu mitelojik dogmasının beyinlere şırıngalanmasıyla devam etmiştir.

Türk insanın çelişkisi “Batılı” mı olmak, yoksa “Doğulu” mu olmak sorunun çok ötesinde bir yerdedir. Türk insanı “Avrasyalı”dır. Türkler, Doğu–Batı ve Kuzey-Güney doğrultularında devinim içinde yaşamış dinamik bir toplumdur. Çıkış noktası uzak doğuda Orta Asya olmakla bereber gidiş yönü hep batıya yani Eski Dünya adı verilen Mezopotamya’nın da ötesindeki Avrupa ve Amerika kıtasıdır. Uygarlık neredeyse Türk insanı orada olmak zorundadır… Ekonomik sıkıntılar ve siyasi belirsizlikler, Türkiye’yi Avrupa’nın “cüzzamlısı” ve Asya’nın “imansızı” durumuna düşürmektedir. Ne Doğu’nun hacısı, hocası ne de Batı’nın işadamı, politikacısı, Türk insanın şifa ilacıdır.

Öyleyse yaşamımızı kurtaracak ilaç nedir? Antibiyotiktir… Ama antibiyotiklerin de çeşitleri var. Türk insanın hastalığına şifa olacak antibiyotik türü ona özeldir.

“Laik cumhuriyet” ve “Atatürk ilkeleri”, Anadolu insanın sofrasındaki soğan ve sarımsak gibi Türk milletinin yüzyıllık “doğal antibiyotiği”dir. Ne zaman ki, bunları sofradan eksik edersiniz, işte o zaman evinize hastalık da girer, doktor da…

21.yüzyılın zorla hasta yatağına yatırılan ve “hasta adam” diye damgalanan Türkiye’nin çilekeş insanı sarımsak ve soğanı sofrasının baştacı yapmalı…

“Güneş giren eve doktor girmez…”

Güneşiniz 19 Mayıs 1881’de Selanik’te doğmuştu… Anadolu’yu karanlıktan kurtarıp, hayat vermişti…

Artık perdelerinizi dünyaya ve gözlerinizi ufka açmak zamanıdır…

Aklınızdan hiç çıkarmayın: “Laiklikte Tanrıyı kendi içinde bilen ve Mustafa Kemal ruhu varolan bir millete asla zeval gelmez.”

Alp İçöz
Eğitimci Yazar

copyright © ALP ICOZ 2008

JOURNALTA

The Journal of Turkish Americans

 
Toplam blog
: 52
: 1767
Kayıt tarihi
: 11.11.06
 
 

"İnsan, aslinda gönül gözüyle görmeli dünyayı. Herşey, o iç dünyanin merkez olduğu kişiliğine şek..